13 June 2006

Yazı / Seçilmiş Hikayeler-Salim Şengil'in Dergiciliği



Öykünün nabzı başkentte atıyor 

Doğan HIZLAN

02 Haziran 2006, Hürriyet 


EDEBİYATÇILAR Derneği ile Çankaya Belediyesi’nin birlikte düzenledikleri Uluslararası Ankara Öykü Günleri bu yıl 10 yaşında.1-5 Haziran tarihleri arasında yapılacak etkinliğin niteliği şöyle özetlenebilir: "Türkiye’nin pek çok bölgesinden ve yurtdışından öykü yazarı, eleştirmen, akademisyen, editör ve yayıncıyı bir araya getirecek olan 10. Uluslararası Ankara Öykü Günleri, son yılların en yaygın üretilen edebiyat türü öykü üzerine, gerek kuramsal düzeyde, gerek uygulama düzeyinde bir tartışma ortamı yaratmaya, öykücülerle öykücüleri, öykülerle okuru buluşturmaya, dünya ülkeleri arasında kültür sanat köprüsü kurmaya yönelik bir çalışma." Edebiyatçılar Derneği Genel Başkanı Gökhan Cengizkan’ın tanıtım açıklaması böyle. … Dün yapılan bir önemli panel de; M.Sadık Aslankara, Çiğdem Ülker, Ahmet Yıldız, Leyla Ruban Okyay, M.Hakkı Yazıcı’nın katıldığı, "Salim Şengil Öykücülüğü" idi.




Seçilmiş Hikayeler-Salim Şengil’in Dergiciliği 

M.Hakkı Yazıcı 

(* Bu yazı, 1 Haziran 2006 tarihinde 10. Uluslar arası Ankara Öykü Günlerinde yapılan panel konuşmasının notlarıdır.) 


Bir dönem oynanan roller insanın kimliğini belirler. 

Ne kadar çabalasanız da bu rolün belirleyiciliği peşinizi bırakmaz. Hoşnut olsanız da, olmasanız da bu böyledir. 

Nasıl Varlık Dergisi yayıncılığı Yaşar Nabi Nayır’ın şairliğinin önüne geçmişse, Salim Şengil’in dergiciliği de öykü yazarlığının önüne geçmiştir. 

Salim Amcamız bundan şikayetçi olmuş mudur? 

Sanmıyorum. 

Çıkardığı Seçilmiş Hikayeler Dergisi’nde ilk öyküleri yayımlanan o zamanın genç yazarlarının, onların etkisinde kalan daha sonraki nesilden yazarların Salim Amcası olmak hep hoşuna gitmiştir mutlaka. 

92 Yıllık ömrünün sonuna kadar da öykücülerin Salim Amcası olarak yaşadı. 

50’li yıllarda herkesin bir amcasının olması normaldi. Kimilerinin Sam Amcası vardı; öyküdaşların ise Salim Amcası… 

Seçilmiş Hikayeler Dergisinin serüveni 1947 yılında başlıyor. Öykü dergiciliği anlamında da uzun bir süre yaşamını sürdürüyor. 

Seçilmiş Hikayeler Dergisinin öykücülüğümüzde çok önemli bir yeri var. 

Çağdaş Öykü yazınımıza öykü yazarlarının katkılarını bir kenara koyarsak, dört önemli unsurun çok önemli katkısının olduğunu düşünüyorum : 

O dönemin, özellikle 50 kuşağının öykücülerinin yapıtlarına kucağını açan Salim Şengil’in Seçilmiş Hikayeler Dergisi, çok yakınlarda 58. Sayısının ardından bizi geride, mahzun bırakıp yayın hayatına son veren Semih Gümüş’ün Adam Öykü Dergisi ( Adam Yayınları’nın değil de Semih Gümüş’ün dememin özel bir sebebi var.), genç yazarların ticari kaygı duymadan kitaplarını yayımlayan Erdal Öz’ün Can Yayınları ve Özcan Karabulut’un senelerdir emek verdiği Öykü Günleri. 

Salim Şengil, Eylül 1947’de Seçilmiş Hikayeler dergisini çıkarmaya başlıyor ( O yıllarda henüz amca değil, tabii.) Varlık Yayınlarının eskiden yayımladığı Cep Kitaplarının boyutunda, 96 sayfalık, sadece öykülerden oluşan bir dergi bu. 

Künyesinde şunlar yazılıdır: Sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden: Salim Şengil. Ayda bir çıkar. Fiyatı 50 kuruş. Adres P.K. 2045 Bakanlık-Ankara. Basımevi, Ankara’da Ar Basımevi. 

Salim Amcanın o yıllarda “… ödediği telif 7,5 lira. Sait Faik’e 15 lira verir. Çünkü Varlık Dergisi 10 lira vermektedir. 

İlk sayılar 2000 adet basılır, sonra tiraj 4000’e çıkar. Dergiye bankalardan reklam alınır. 

Ve yavaş yavaş Şengil, genç yazarları bastıkça, “Ben yazmasam da olur” duygusuna kapılır. 
Oysa ilk sayılarda hep vardır öyküleri…” (Sennur Sezer / Evrensel Gazetesi / 30.6.2005-On yıl önceki bir söyleşiden ) 

İlk sayıda yayımlanan öyküler; S. Anadol’un “Fakirin Kısmeti”, Melih Cevdet Anday’ın “Şilte”, Cahit Beğenç’in “Tarladan mı, Tohumdan mı?”, Fahri Erdinç’in “Afili”, Sadi Günel’in “Kınalı Parmaklar”, M. Oğulcuk’un “Bu Yollar Uzar” (Memduh Şevket Esendal’ın resmi görevleri nedeniyle öyküsü bu isimle yayımlanmıştır.), Şahap Sıtkı’nın “ İnsanlar ve Kuklalar”, Salim Şengil’in “Bir İlk Yaz Günüydü”, İlhan Tarus’un “ Altındağ”, Cahit Uçuk’un “Postacı”, Peter Stinling’in “En Güzel Gözlü Kız” isimli öyküleridir. 

İktisat tarihimize not düşmek açısından; ilk sayının arka kapağına alınan T.İş Bankası reklamında “1947 İkramiye Planı’na göre yapılacak çekilişlerde 4 adet arsa, 1 adet 3.000 Liralık, 300 adet 20 Liralık ikramiye” verileceği bildiriliyor. 

2. Sayının arka kapağında ise şu ilan var: “ Philips. Dünyanın en büyük radyo fabrikaları. Türkiye’nin her tarafında acentaları vardır.” 

Başka bir ilan : “Bir Rüzgar Esti, Dram 1 Perde, yazan Salim Şengil. 60 Kuruş, posta pulu karşılığında gönderilir. 

Yine bir ilan: “Tüccar Terzi Kuruçayırlı Salih Zeki. Her cins İngiliz ve yerli kumaşları, temiz bir dikiş, üstün bir zevk her zaman hakimdir.” 

3. Sayının arka kapak ilanı Halk Bankasının “Tank biçimi kumbaralarını herkes kapışıyor acele ediniz.” Vakit, 27 Mayıs’a çeyrek var. 

3. Sayıda iç sayfa ilanı : “Bulgur yiyen ihtiyarlamaz, Büçel T.A.Ş.” 

Size gereksiz bir ayrıntı gibi gelebilecek bu ilan ve reklamları, Dergi ile ilişkilendirdiğimden değil, bir iktisatçı olarak iktisadi-siyasi tarihimize olan özel merakımdan ve ilginç bulduğumdan not ettim. 

İlk sayısından 47. sayısına kadar Dergi, bu formatını koruyor. Hem yayın politikası, hem boyut olarak. 

Yani 5 ciltte toplanan 47 sayıda yalnızca öykülere yer veren bir dergi. 

Hemen hemen her sayısında “Bize Gelen Kitaplar” köşesinde yeni yayımlanan öykü kitapları, Hikayecilerimizi Tanıtıyoruz köşesinde bir öykücü tanıtılıyor. 

Her sayıda Ernest Hemingway, John Steinbeck, William Saroyan, Erksine Caldwell, Peter Stinling, Frances Frost, L.J. Daventry, Stanislava Kuşelevska, V.S. Pritchett, Maksim Gorki gibi yabancı yazarların birer öyküsüne yer veriliyor. 

6. Sayıdan itibaren öykülerin yanı sıra kuramsal yazılar da yayımlanmaya başlıyor. 

9-10. sayıdan (Nisan-Mayıs 1948) başlayarak öykü dergilerinin iki ayda bir yayınlanış geleneğini başlatıyor. 

Ancak Dergi’nin künyesinde hala “ayda bir çıkar” ibaresi yazılmaya devam ediyor. 

47. Sayıdan sonra da, Temmuz 1957 yılına, 66. sayıya kadar yayın hayatına devam ediyor. 

Ancak Seçilmiş Hikayeler artık sadece bir öykü dergisi değildir; kardeşi şiir de Dergi’ye konuk gelmiştir. 

Attila İlhan’ın şiirlerine, Ece Ayhan’ın öykülerine rastlarız Dergi sayfalarında. 

Boyutları da farklılaşmıştır. 

Dergi sayfalarındaki ilanlar da o dönemin siyasi-ekonomik gelişmesine şahitlik etmeye devam eder: “Bütün ağrılara karşı Gripin”, “Banyoda Puro” devri başlamıştır. 

İlk 47 sayılık dönemde çıkan dergiler 5 ciltte toplanır : 1. Cilt, 1-5. sayılar; 2.Cilt, 6-14. sayılar; 3.Cilt, 15-25 sayılar; 4.Cilt, 26-37. sayılar; 5.Cilt, 38-47. sayılar. 6.Cilt 1. sayı ile yeni bir seri başlanır. 

5 Yıl sonrasında Derginin içeriği farklılaşmıştır. Bu sayıda bir ilan: “GE Bu Memleketin Ampulü. Yıl 1951 (ve ben doğuyorum). 

Öykü dergiciliğinin kutsiyetini, meşakkatini bilen biz Öyküdaşları asıl ilgilendirenin o ilk beş ciltlik (47sayı ) dönem olduğunu düşünüyorum. 

Değişikliği biraz daha örnekli açıklamaya kalkarsak Adam Öykü, Adam Sanat Dergisi’nin içine girmiş gibi oldu diyebiliriz. 

Seçilmiş Hikayeler Dergisi, o yıllar boyunca öykücülerin vitrine çıktıkları, öykülerini okurları ile buluşturdukları önemli bir araç olmuştur. 

Dergide bu dönem boyunca öyküleri yayımlanan öykücüler (Soyadı harf sırasına göre); Mehmet Akalın (2 öykü),Oktay Akbal ( 5 öykü), Fahir Aksay (3 öykü), Malik Aksel, S.Aldanır, M. Sabri Altınel, Sabahattin Anadol (6 öykü), Melih Cevdet Anday (2 öykü), Orhan Asena, Osman N. Atmaca, Ece Ayhan, Halil Aytekin (3 öykü), Selami Başkurt, Tahsin Batman, Faik Baysal, Tuna Baltacıoğlu, Fakir Baykurt, Cahit Beğenç, Kemal Bekir, Vüs’at O. Bener (2 öykü), Kemal Bilbaşar, Salah Birsel, Müzeyyen Boralı, Yalçın Bükülmez, Necati Cumalı, Kemal Çal, Emel Çandarlı, Saadet Diniz, Raur Erbay, Fahri Erdinç ( 15 öykü; 8. Sayı Fahri Erdinç Özel Sayısı , Mart 1948), Memduh Şevket Esendal (2 öykü, M. Oğulcuk ismiyle 1 öykü), Sait Faik (2 öykü), Muzaffer Gökaşan, Mümtaz Göktürk (2 öykü), Sadi Günel, Halikarnas Balıkçısı (2 öykü), Fethi Giray, Ayhan Hünalp (2 öykü), Zeynel İlhan (5 öykü), Canip S. İlter, Şahap Sıtkı İlter (23 öykü; Sayı 22-23 Şahap S. İtler Özel Sayısı, 1949), İsmet İmamoğlu, Teoman Kahraman, A. Faruk Kakınç, Orhan Veli Kanık (2 öykü), Ceyhun Atuf Kansu ( 4 öykü ), A. Faik Karabudak (2 öykü), Orhan Kemal ( 11 öykü; 30-31. Sayı Orhan kemal Özel Sayısı ), Y. Sait Keskin, Samim Kocagöz ( 6 öykü), Yunus Kazım Köni, Kemal Bekir Manav (2 öykü), Nezihe Meriç (13 öykü; Sayı 40-41 Nezihe Meriç Özel Sayısı), İlhan Müstecaplı, Ümran Nazif, Mustafa Niyazi, M. Oğulcuk (M.Ş.E), A. Ferhan Oğuzkan, Hamdi Olcay (5 öykü), Hafit Otmar, Feride Özpay, Avni Öztüre, Elin Pelin, Cavide Rifat, Resai Savaşman, Aclan Sayılgan, Cevdet Kudret Solak (2 öykü), Sabri Soran (5 öykü), Mükerrem Kamil Su (2 öykü), Salim Şengil( 2. sayısında “Es Be Süleyman Es” isimli ödül kazanacak öyküsü yer alır;toplam 20 öykü), Sedat Tanaydı, İlhan Tarus (9 öykü), Ziya Termen (3 öykü), Şevket Tezel, Naim Tirali, Ercüment Uçarı, Cahit Uçuk, Cavit Yamaç (2 öykü), Ziya Yamaç, Adnan S. Yücebaş, Tahsin Yücel, Sabahattin Zengin, 

Bildik isimlerin yanı sıra hiç duymadıklarımız… 

Tam 82 öykücüye kapılarını açmıştır Seçilmiş Hikayeler Dergisi. 

Kim bilir kaç güzel öykü Dergi sayfalarında kaldı ve bilmiyoruz? 

Seçilmiş Hikayeler Dergisi, öykü yazarlarına kapısını hep açık tutmuştur. İlk sayısından itibaren her sayıda bir kutucuk içinde Dergi yayın politikasını özetleyen bir duyuru yer almıştır : “Bu güne kadar isim yapmış hikayecilerimizle, genç istidatlara sayfalarımızı her zaman açık bulunduracağız!..” 

Dergi’nin 15-16. Sayısı (Yıl: 1949, Cilt: 3), Salim Şengil Özel Sayısı. Bu sayıda sekiz öyküsü yayımlanır. Biyografisinde şöyle tanıtılıyor 1913’te Selanik’te doğdu ( yani hemşerim). Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Fethiye’de geçirdi. Hikayelerinin çoğunda bu küçük şehir yahut kasaba hayatının hususiyetlerine, insanlarına rastlanır.” 

Fötr şapkalı, kravatlı, çizgili ceketli, kaytan bıyıklı, gözlerini ufka dikmiş bir fotoğrafı basılıdır. 

Aynı sayıda bir ilan : “Gölge kaybolup gider, duvarda resim kalır. İnsanlar göçer dünyadan, hatırda isim kalır. Foto Adnan.” 

“Fotoğrafın tarihine göre, Salim Şengil’in Toprağa Dönüş adlı öyküsüyle, CHP’nin açtığı Türkiye Hikâye Yarışması’nı kazanmasının üstünden 11 yıl, ilk öykü kitabı Kafasını Törpüleyen Adam’ın yayımlanmasının üstünden 6 yıl geçmiş; Salim Şengil 36, Seçilmiş Hikâyeler 2 yaşında. 36 yaş! …36 yaş vurgusuna, sanki Salim Şengil’in hayatı yeni başlıyormuş gibi “Seçilmiş Hikâyeler 2 yaşında”yı ekledim. Çünkü Salim Şengil’in diğer yüzü Seçilmiş Hikâyeler dergisidir. Edebiyat tarihlerinde Türk öykücülüğünün ‘50’li yıllarda büyük bir atılım yaşadığı, o kuşağın Türk öykücülüğüne bir kimlik kazandırmak için yoğun çaba gösterdiği bilgisi yer alır ancak buna neden olan yayın çalışmaları hakkında fazla bir bilgi verilmez. Seçilmiş Hikâyeler dergisi işte bu verilemeyen bilginin gerçek bilgisidir. 

Seçilmiş Hikâyeler’den önce Resimli Hikâye (12 sayı, 1927-28), Küçük Hikâyeler Kolleksiyonu (4 sayı, 1930) adlı iki öykü dergisi daha çıkmış, dolayısıyla okur, bunlar üstünden “tür” dergisine kısmen alıştırılmıştır. Seçilmiş Hikâyeler dergisi bu anlamda bir ilk dergi değildir ancak formatı, içeriği, yayım periyodu itibariyle “tür” dergiciliğine tek başına örnek oluşturabilmiş ilk dergidir. 

Sanat dergisini bir ihtiyaç olarak gören ve kimi çoğul girişimlerin başarısızlığına tanık olan Şengil, tek başına bir dergi çıkarma niyetini ilkin Memduh Şevket Esendal’la paylaşır ve Esendal’dan şu net cevabı alır: “Şengil, sen öykücüsün. Boşver sanat-edebiyat dergisini. Yalnız öykülerden oluşan bir dergi çıkar.” 

Bu öneri doğrultusunda, Seçilmiş Hikâyeler dergisinin serüveni başlar. (Ömer Lekesiz, Kuramdan Yoruma Öykü Yazıları, s.144) 

Başka bir ilan : “Doğan çocuğunuza Türkiye İş Bankasından kumbaralı bir tasarruf hesabı açtırınız! İkisi birlikte gelişir.” 

Hemen her sayısında Derginin sayfalarının “genç istidatlar”a açık bulundurulacağı duyurulsa ve çok sayıda yeni, genç yazarın öykülerine yer verilse de yakınmalar eksik değildir. Derginin 18-19. sayısında İsmet İmamoğlu isimli bir okuyucunun mektubu ve öyküsü yayımlanır. Sitemkar mektupta şunlar yazmaktadır : “…Bir öykümü gönderiyorum. Ama açık konuşmam gerekirse Dergide çıkacağından pek umutlu değilim. Dergi sahipleri çoğunlukla ancak tanıdıklarının ve tanıdıklarının sağlık verdiklerinin yazılarını koyuyorlar dergilerine.” Bir ilan : “6 ayak General Electric Buzdolapları gelmiştir. Koç Ticaret T.A.Ş. (Ankara-İstanbul-Eskişehir) Öykülerinin yayımlanmasını isteyen sitemkar okurlar sanki birbirlerinden taktik almaktadırlar. 26-27. sayıda yine sitemkar bir okuyucunun, “Zira duyduğuma göre; ya arkadaşlarınızın veyahut ta arkadaşlarınızın tavsiye ettiği hikayecilerin yazılarını basıyormuşsunuz diye yazan Yıldırım Sait Keskin’in mektubuna Salim Şengil, “Kendi Kendimizi Tenkit” köşesinde “Eğer bugüne kadar Derginin çıkan sayılarını incelemiş olsaydınız, bu kadar bol yeni imzaların, hepsinin arkadaş veya dostumuzun dostu olmasına imkan bulunmayacağını görecek ve bu fikrinizi değiştirecektiniz”, diye cevap verir. Bir sonraki sayı, 28-29. Sayı “Yeni İmzalar Sayısı” olur. Bu sayıda 9 yeni öykücünün öyküleri yayımlanır. Bir önceki sayıdaki sitem mektubunu yazan Yıldırım Sait Keskin’in “Başıboş Gezenler” hikayesi şöyle başlıyor: “Şu İstanbul, bir garip şehirdir vesselam! Ne insanlarına, ne de mevsimlerine emniyet olur.” Yine bu sayıda Salim Şengil’ in öyküsü yayımlanan öyküler ve öyküleri ile ilgili olarak kısa notları yayımlanır. 

Yıldırım Sait keskin için şunları azar: “Bir köprü tasavvur edin. Vakit karanlık bir gece olsun. Köprünün üstünden bir çok insanlar gelip geçsin. “Başıboş Gezenler” hikayesiyle Yıldırım Sait keskin, bu gelip geçen insanlar içinde ateş böceği gibi ışık verenidir. Daha ileride, köprüyü geçtikten sonra yıldız olup parlayacağına inanıyoruz.” Seçilmiş Hikayeler’ in “Yeni İmzalar Sayısı” gerçekten öykücülüğümüze yeni imzalar kazandıran bir köprü olmuştur adeta. Bunların arasında Tahsin Yücel ve Nezihe Meriç de vardır. Bu sayıda bir ilan : “Tamsu Türk-Amerikan Su ve Sondaj Şirketi.” Yine aynı sayıdan bir özlü söz : “Her sanatkar ilk önce bir müptedidir.” Başka bir ilan : “Fındıklarınızı Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’nden alınız.” Salim Şengil, Tahsin Yücel içinse şunları yazar: “Bizden istediği eli, Tahsin Yücel’in “Ver Elini Tanır Köyü” hikayesini neşretmekle, ona uzatmış oluyoruz. Henüz genç olan bu arkadaşımızın vaatli çalışmasiyle hikaye sanatında verimli olmasını dileriz.” Nezihe Meriç’in yayımlanan “Bir Şey” isimli öyküsü şöyle başlamaktadır: “Bilge hayretler içinde. Buna tam hayret de denemez; henüz tesiri geçmemiş olan bir sevinç ve şaşkınlık hali.” Nezihe Meriç için şunları yazar: “İşte ilerisi için büyük ümitler beslenecek bir imza daha! Bu, hakikatte bir kadın ismi midir? Yoksa müstear imza mıdır? Bunu bilmiyoruz ama, hakikat şudur ki; “Bir Şey” isimli hikayesini, benim diyen ustaların başaramayacağı muvaffakiyete ulaştırmıştır.. “Bir Şey” de çok şeyler var. Beklemek bizden, çalışmak ondan.” Çok fazla beklenmeyecektir. Nezihe Meriç, arka arkaya güzel öyküler yazar ve bunlar Seçilmiş Hikayeler Dergisinde yayımlanır. 

Derginin 40-41. sayısı Nezihe Meriç Özel Sayısı’dır. 

Salim Şengil ve Nezihe Meriç, 1951’deki tanışmalarının sonrasında 1956’da evlenirler. Dergi yönetimine ikinci bir öykücü katılır. 

Derginin yayınlanma fikrinin ortaya atılmasından itibaren yol arkadaşlığı yaptığı Memduh Şevket Esendal’ın ölümüyle sonlanan Esendal-Şengil birlikteliğinin yerine Derginin yönetiminde, politikasının belirlenmesinde Şengil-Meriç birlikteliği doğar. 

Türk edebiyatında derin izler bırakan yayıncı ve aynı zamanda edebiyatımıza güzel öyküler kazandıran, Salim Amcamızı çoğunluğu edebiyatla, yayıncılıkla geçen ömrünün 92 yılında, geçen sene bu zamanlarda, 28 Haziran 2005 tarihinde kaybettik. 

Edebiyatımız ‘Amca’sız kaldı! 

Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’nde Salim Şengil hakkında şu bilgiler veriliyor:

Günümüz yazarlarından. Ortaokulu İzmir’de bitirdi (1936). Bir süre banka memurluğu yaptı. 1935-36 yıllarında Tan Gazetesi’nde muhabir, daha sonra Ankara Radyosu’nda tiyatro sanatçısı olarak çalıştı. Seçilmiş Hikáyeler (66 sayı, 1947-1957) ve Dost (102 sayı, 1957-1973) dergilerini çıkardı, Dost Yayınları’nı kurdu. Eserleri: Kafasını Törpüleyen Adam (hikáyeler, 1943), Bir Rüzgár Esti (piyes, 1945), Es Be Süleyman Es (hikáyeler, 1980), Güzel Bir Oyun (hikáyeler, 1983), Savrulup Gidenler (1987), Anılarda Kalan Portreler (anı, 1991), Penceredeki Işık (öykü, 1992). CHP’nin açtığı öykü yarışmasında ‘Toprağa Dönüş’ adlı öyküsüyle birincilik (1937) ve Komşumuz Bulgaristan adlı röportajıyla 1972 Türk Dil Kurumu Basın Dil Ödülü’nü ve ayrıca Ankara Halkevi’nin öykü yarışmasını (1944 ve 1945 yıllarında iki kez) kazandı. Arkasından çok yazıldı, çizildi; çok ağlandı…Kolay değil o ; -Öykücülüğümüzün yılmaz emekçilerindendi; -1950 kuşağı öykücülerinin ortaya çıkmasını sağlayan Seçilmiş Hikâyeler dergisinin kurucusu ve editörü, -4. Ankara Öykü Günleri Onur Ödülü sahibi, -Edebiyatımızın nirengi taşlarından biriydi. İşte, Salim Amcayla ilgili olarak yazılanlardan kısa kısa alıntılar: “Salim Şengil yok artık. Ama yeri belli. Neresi bu yer? Türk öykücülüğünün taa kalbi…” 

M. Sadık Aslankara, Dünyanın Bir Kahramanı: Salim Şengil, İmge Öyküler, Sayı 4, Ağustos-Eylül 2005. “Salim Şengil, sağlam yayıncılık ilkeleri ve tutarlı davranışları doğrultusunda, Ekim 1947’den Temmuz 1957’ye Seçilmiş Hikâyeler (66 sayı), Ekim 1957’den 1973’e Dost dergisi (102 sayı) ve yayıneviyle yaklaşık çeyrek asır, genelde edebiyatımıza, özelde öykücülüğümüze sürekli taze kan taşımış; edebiyatla yaşamış, edebiyat eylemiş ve edebiyatta bıraktığı “temiz” bir isimle gitmiştir.” (Ömer Lekesiz, age.) “1947-1997 yılları arasında, Ankara ve İstanbul’da, Salim Amca kadar hiç kimse yürümemiştir. Tamı tamına yarım yüzyıl!Salim Amca’nın nüfus kağıdındaki adı Salim Şengil’dir. Salim Amca’ya ‘Salim Amca’ adını eşi, ‘Anamız’, yazarlar yazarı Nezihe Meriç taktı. Sonra hepimizin ‘Salim Amca’sı oldu. Salim Şengil’in Ankara’da yayınladığı Seçilmiş Hikáyeler (1947-1957) ve Dost (1957-1973) adlı dergiler, çağdaş Türk edebiyatının en önemli dergileri arasında yer alır. Bence Varlık ve Yeni Dergi kadar önemli iki dergidir. Ankara’da yayınlandığı için İstanbul vitrinine pek çıkmamıştır bu dergiler ama işten anlayan kültür ve sanat insanları bu iki derginin Türk edebiyatındaki yerinin çok önemli olduğunu iyi bilirler.Salim Şengil’in Nezihe Meriç’le birlikte çıkardığı dergiler, Türk edebiyatının özgürlük sığınağı olmuştur. İktidarlar, dergi yönetimleri, yayınevleri tarafından soluğu kesilmek istenen yazarların çoğu Ankara, Ulus, Rüzgárlı Sokak, OVE Han’daki büroda yönetilen dergilerde kendilerine özgürlük sığınağı ve yayınlanma olanağı bulmuşlardır.Örneğin Yaşar Kemal’i Yaşar Kemal yapan ‘Pis Hikáye’, Seçilmiş Hikáyeler’in bir özel sayısında yayınlanmıştır. Şimdi edebiyat seçkinlerinin gözdesi olan, edebiyatımızın en büyük öykücülerinden Vüs’at O.Bener, öykülerini Seçilmiş Hikayeler ve Dost’ta, ilk kitaplarını ise Dost Yayınevi’nde yayınladı. Aralarında Bilge Karasu da olmak üzere 1950-60 kuşağı öykücüleri Salim Amca’ya uğramıştır.Attila İlhan’ın ilk şiir kitapları Duvar, Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, ilk romanları Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez Salim Amca tarafından yayınlandı.Salim Şengil modern anlamda, Yaşar Nabi’den sonra ikinci dergi ve yayınevi editörüdür. Ancak Salim Amca, Yaşar Nabi’ye nazaran daha yenilikçi ve öncü bir editördür. Kitapların kapaklarına bir anlam, renk ve hareket getirmiştir. Örneğin Attila İlhan’ın Sisler Bulvarı ve Sokaktaki Adam kitapları dönemine göre başdöndürcü bir estetik düzeye sahiptir.Salim Şengil’in Dost dergisi ve Dost Yayınevi, Názım Hikmet yasağını delen ilk dergi ve yayınevi değilse, ikincidir.Ben kendi adıma Salim Şengil’in kendisine, dergi ve yayınevine çok şey borçluyum.Türk edebiyatında, benim durumumda en azından elli yazar ve şair vardır, Salim Amca’ya borçlu olan.Salim Amca, başkalarının yapıtlarını yayınlamak için 40 yıl kendi yapıtını ihmal etti. Ama 1980’lerin ortalarına doğru yapıtına geri döndü ve önemli kitaplar yayınladı. Dünya edebiyatında Salim Şengil gibi adamlar vardır ama sayıları çok değil.Salim Amca, 28 Haziran 2005 günü 89 yaşında Erden Irmağı’na doğru yola çıktı. Ona bir çift sözüm var yolluk olarak:Salim Amca, Aden bahçesinde de çok yürüme, krome karton, üçüncü hamur kağıt arama! Yaz, oku, istersen tek başına kazazka oyna, istersen hayranın genç hurilerle vals yap!” Özdemir İnce, Böyle nereye Salim Amca? , 03 Temmuz 2005, Hürriyet. ”1960'lı yıllarda Ankara devletin imkanlarıyla kurulan bir kültür merkeziydi ve aslında donuk bir Balkan başkentiydi. Hiç kuşkusuz Türkiye'nin gerçek kültürel zenginliğini en iyi biçimde temsil eden bir kent değildi. Zira Türkiye kendi tarihi mirasını tanıyan, onun tadını çıkaran bir ülke hiç olmamıştır. Bir azınlığın dışında "Batı" henüz çok kimsenin adım atmadığı, hakkında hayal ve söylentilere dayanarak hayranlık veya düşmanlık beslediği bir dünyaydı… Ankara henüz memuriyetle geçinen Türk aydın takımının toplandığı bir yerdi. İstanbul'un zorluğundan kaçanlar da buraya birikmişti. Salim Şengil,…1940'ların fakir Türkiye'sinde genç yazarları topluma takdim için didinip "Seçilmiş Hikayeler" külliyatını çıkarttığı gibi o sıralarda da Dost dergisini çıkarıyordu. Eşi hikayelerinden ve tiyatro eserlerinden tanıdığımız Nezihe Meriç yani kısacası Nezim gibi o da öztürkçeci, sırf yazarlıkta değil yaşantılarında da temiz ve titiz, yaptıkları iş için sıkıntıya tahammül eden kişilerdi. Salim Şengil aynı dergide Türkiye'de rastlanmayan başka öncülükleri de yaptı... O kıtlıkta bir takım genç yazara telif ücreti bile verirdi. Dahası var, kendi yazdıklarından önce milletin öykülerini derleyip toplayıp yayımlama gayretindeydi. Parası olsa da olmasa da yaşamayı bilirdi. Salim amca bu dünyaya geldiği gibi gitmeyen adamlardandır. Sevgi Soysal'ın "Tante Rosa"sı eşi Nezihe Meriç'in hikayeleri gibi daha nice şey onun gayretiyle hayata geldi. Bu dediklerim Salim amca olmasa "Benim eserimi basın" diye de kimsenin kapısını çalmazlardı. Toplumlar da aslında işini sessizce, ısrarla Prusyalı disipliniyle yapan böyle adamlar sayesinde bir yerlere giderler. Uzun yaşadı, çok kimsenin fark etmediği, fark edenlerin de çok saygı duyduğu işler yaptı.” (İlber Ortaylı, 1960'larda Ankara ve Salim Şengil , 12 Temmuz 2005, Milliyet.) 

“Gönen'den ilk öykülerimi yolladığım "Seçilmiş Hikayeler Dergisi" sahibi Salim Şengil, bunları İlhan Tarus'a okutup onun hem Gönen'e, hem Kavacık'a mektup yazmasını sağladı. Tarus'un mektubu, sonra buna eklenen dostluğu kimi biçimsel zorlukları birden atlatmama yardım etti…” ( Fakir Baykurt , Fakir Baykurt’la Söyleşi / Semih Gümüş / Adam Öykü, Kasım-Aralık 1999.) 

“Salim Amca’yı bizim edebiyatçılar kuşağı, Ankara’da yayımladığı, önce ‘Seçilmiş Hikayeler’, sonra da ‘Dost’ dergileriyle tanımıştır. 1950’li yılların genç şair ve hikayecileri nezdinde fevkalade itibarlı edebiyat dergilerinden biriydi ‘Seçilmiş Hikayeler Dergisi; -Hüsamettin Bozok’un ‘Yeditepe’si, Vedat Günyol’un ‘Yeni Ufuklar’ı gibi... Şiir ya da hikayeleri bu dergilerde yayımlanma bahtiyarlığına erişenlere gıptayla bakılırdı!” ( Himi Yavuz, Haziran! Ayların en zalimi!, Zaman, 06.07.2005 ) 

Kaynaklar : 

- Seçilmiş Hikayeler Dergisi, Sayı 1-47 ( 5 Cilt) 

- Ömer Lekesiz, Kuramdan Yoruma Öykü Yazıları, Selis Kitaplar, Şubat 2006, -İmge Öyküler, Sayı 4, Ağustos-Eylül 2005. 

- Hüseyin Su, Öykümüzün Hikâyesi, Hece Yay., Ankara 2000 

- Özdemir İnce, Böyle nereye Salim Amca? , 03 Temmuz 2005, Hürriyet 

- İlber Ortaylı, 1960'larda Ankara ve Salim Şengil , 12 Temmuz 2005, Milliyet 

- Sennur Sezer, Evrensel Gazetesi, 30.6.2005 ( On yıl önceki bir söyleşiden ) 

- Düşler ve Öyküler Dergisi, Salim Şengil ile Seçilmiş Hikayeler Üzerine Söyleşi, İmge Öyküler, Sayı 4, Ağustos-Eylül 2005. 

- M. Sadık Aslankara, Dünyanın Bir Kahramanı: Salim Şengil, İmge Öyküler, Sayı 4, Ağustos-Eylül 2005. 

- Kadir Yüksel, Öykücülüğün “Dost”u Salim Şengil, İmge Öyküler, Sayı 4, Ağustos-Eylül 2005.

11 June 2006

Dalyan / Murat Uzsoy


Abidin'i Yitirmek ( Öykü ) / M. Hakkı Yazıcı





















Abidin'i Yitirmek




Dizüstü bilgisayarı ve dosyalar...Çantası, içinde tomar tomar kağıtlar,

Ne kadar pasaklıyım,” diye kızdı kendi kendine…Uçları kıvrılmış, tiftiklenmiş, üzerine çay, kahve dökülmüş, sigara külü düşürülüp ortası yanmış kağıtlar… Tasdikli bilançolar, gelir tabloları, ayrıntılı mizanlar, faaliyet Raporları, hazirun cetvelleri...

Her gün evden bankaya, bankadan eve taşıyıp durduğu bütün bu ıvır zıvırla dolu çantası, bilgisayarı elinde, topuklu ayakkabılarının üzerinde güçlükle dengede durarak koşturuyordu…

Ya yetişemezse, servisi kaçırırsa?.. Rezilliğe bak!...

Bu her gün, ama her gün böyleydi. Bıkmış, usanmıştı. Bu hayatsa, içine ederim ben böyle hayatın;  son zamanlarda sık sık, sakız gibi ağzında gevelemeye başlamıştı bu lafı.

Bankada geç saatlere kadar çalıştığı yetmiyormuş gibi eve de taşıyordu dosyaları; işten eve, evden işe...İşte, evde, serviste; uygun olan, olmayan her ortamda çalışan seyyar iş ünitesi adını takmıştı kendisine.

Sabahın geç saatlerine kadar süren uykusuz gece çalışmaları. Bol çay, kahve ve tabii ki çoklukla caz müziği, bazen de romantik popüler şarkılar eşliğinde yapılan ömür törpüleyen didiklemeler; rasyolar, analizler, istihbarat raporları Çalışıyordu da ne oluyordu, çok mu para kazanıyordu, terfi mi ediyordu? Senelerce böyle çalışmanın getirisi bir arpa boyu yol” ; artı sıkıntıdan çokca içilen sigaranın sararttığı parmaklar, dişler, sırtında kambur, bozulan feri kaçmış gözler ve nerdeyse yitirilmiş bir adet Abidin.

Destansı bir aşkla başlayan evliliği çöktü, çöküyordu. Abidin’i, biricik aşkını, sevgilisini, kocacığını yitiriyordu muydu ne?!

Her sabah servisle kağıtların dünyasına yapılan yolculuk...Ne pahasına?..

Yine koşturuyor. Yerler buz tutmuş, yürümekte zorlanıyor; incecik çorapları bacaklarını soğuktan korumuyor, dizkapaklarından kasıklarına kadar işleyen soğuk. Ve ıslaklık hissi... Yine mi o lanet aylık olağan kirlilik günleri?!

***

Bir gün yine serviste Yeşim’in yanına oturmuştu. Şubenin iç yönetmeni…Durmadan konuşuyordu.”Bak hayatım,” dedi, “Canını sıkma, ama sana söylemek zorundayım.”

Banka personelinin servislerinde yapılan bildik dedikodulardan; batık kredilerden, şube zararlarından, kimin haksız yere ne kadar jestiyon aldığından farklıydı bu söyledikleri:

“ Şule...Abidin Bey’in sekreteri...Biliyorsun benim eltilerle aynı apartmanda oturuyor, onlardan duydum.”

Servisin penceresinden yan şeritten havalı kornasına basarak bir kamyonun hızla geldiğini gördü. Servis şoförü de görmüştü. Görmemek mümkün mü? Kamyonun kornası içerdeki müziği, konuşmaları bastırdı.

“Şule, Abidin Bey’den çocuk aldırmış.”

Kamyondan kurtulmak isteyen servis şoförü direksiyonu sağa kırdı, kontrolünü kaybetti. Araba bariyerlere sürtünerek bir süre gitti,.. ancak durabildi. Servis minibüsünün içindeki herkesin yüzü bembeyaz kesilmişti. Öylece kalakaldılar.

“Duyamadım seni hayatım,” demişti Yeşim’e.

Şaşkınlıklarını attıktan sonra servisten indiler.

Abidin bunu yapmış olabilir miydi?

Sabahın erken saatinde akan araç kalabalığına boş gözlerle baktı.

Abidinin çocuk istediğini biliyordu. Ama her şeyin sırası vardı. Birlikte bir karar vermişlerdi: Çocuk yapmak için acele etmeyeceklerdi, önlerinde yaşanması gereken uzunca bir hayat ve henüz başında oldukları meslek yaşamları vardı.-“Kariyer” hedefleri!?.. Ertelenen her şey gibi çocuk yapmak da ertelenmişti.

***
Sabah erken; henüz elindeki çek karşılıksız çıkınca bankonun önünde kalakalan adamlar, havale talimatları, vadeli hesap sahipleri gelmemişler.  Hamiline yazılmış çek sahipleri, beklemeden sıranın önüne geçmek için ricacı olan ihtiyarlar, hamile kadınlar yok.

Hamile kadınlar?!

Yıllar geçmiş, sonuçta çocuk da yapamamıştı, kariyer de. Yaşama hükmedeceğini zannederken, gün gelmiş yaşamın hükmetmesine boyun eğmişti. Aşksa hüzünle anımsanan bir şeydi artık.

Şule,…müşteri ziyaretlerinden artakalan ender zamanlarda Abidin’in şirketine uğradığında ne kadar nazik ve güler yüzlüydü ona karşı…Demek ki o zaman bütün bu nezaket ve güler yüz iyi bir oyunculuk ürünüydü…Yazık!..

Kocasının ve kendisinin geç saatlere kadar uzayan çalışma saatleri, evde çalışmaya devam etmek, Abidinin son zamanlarda iyice sıklaşan ve süreleri giderek uzayan iş seyahatleri derken birbirlerini ara sıra gören, ancak koridorda selamlaşan iki yabancıya dönmüşlerdi. Birlikte tatile çıkmak bile hayal olmuştu.

Akşamları belki Abidin’in erken geleceği tutar, birlikte sofraya otururlar ümidiyle yemek yaparken, farkında olmadan diline takılan şarkı :

“ Dediler ki zamanla hep azalırmış sevgiler. Olsun, bana seninle geçen yıllarım yeter…”; ne komik bir avunma; pörsümüş aşkının tesellisi…

İlk tanışıp arkadaşlık etmeye başladıkları yıllarda ve hatta evliliklerinin ilk yıllarında mutlu anlarında Nazımın o çok sevdiği şiirinin dizeleriyle takılırdı biricik aşkına;

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?

O da istiyordu artık çocuk yapmayı… Bir çocukları olsa belki de soğuyan ilişkilerini düzeltmek olasıydı.

Ama ne demişti o uğursuz doktor!..

Yuttuğu o lanet hapları çoktan bırakmıştı, ama buna rağmen malum aylık olağan kirlilik günleri eksik olmuyordu. Birinci ay, ikinci ay ve daha sonraki aylarda...

Merak ayları başlamış ve doktora gitmişti. “Çocuğunuzun olması mümkün değil,” mi demişti?

Riyakarlığını gizleyemeyen bir sırıtışı vardı bu doktorun; nedense güvenemiyordu ona. Bu adam ancak Şule’ye kürtaj yapan jinekolog olabilirdi.

Peki ya gerçekten o, olabilir mi? Neden olmasın, olabilir de; çok yakışır.

Başka birine mi gitmeli? Yoksa jinekologu bırakıp psikologa mı gitmeli?

***

Elindeki bütün dosyaları yere fırlattı; bilançolar, faaliyet raporları, hazirun cetvelleri, rasyolar havada uçuştu. Boşuna mı içmişti bunca yıl, onca doğum kontrol hapını! Bu haplara verdiği parayla bir araba alınırdı, servislerde sürünmekten kurtulurdu.

Abidin, her zamanki gibi, ruhunu soymadan girmişti yatağa. Sırtını dönmüş, horuldayarak uyuyan kocasına haykırmak düşüncesi geçti aklından;

Ben mutluluğun resmini yapamadım Abidin!

***

Gecenin sabaha kavuşacağı saatlerde, uykusunun arasında, kalçalarında, kasıklarında dolaşan bir el; iri, kıllı bir el...Bedeninin ücralarında, teninde gezinen bir günlük sakallı yüz...Sonra onu uyandırmamaya özen göstererek, usulca üzerine abanan, kıllı elin, sakallı yüzün sahibinin iri, kıllı gövdesi...

Uykunun kıyılarında görülen tatlı bir rüya gibi...

***

Sabah; iri kıllı elin sahibinin traş olurken aynadan yansıyan, sanki sana dün gece gördüğün tatlı rüya yeter, diyen somurtkan suratı...

Kapıdan çıkarken adet yerini bulsun diye yanaklarına kondurduğu hoşçakal öpücüğü...

Arkasından bakakalıyor. İkiyi birledikleri anları, göğsünde kayboluşunu özlüyor. Bir çocukları olsa farklı mı olurdu? Eskisi gibi olabilir mi her şey? Birazcık ümit...

Biz bu aşkı ayrılsak da mı saklasak,  sarımsaklasak da mı saklasak?

***

Rüyalar birbirine karışıyor. Gerçek ne, hangisi rüya?

Doktorun muayenehanesinin olduğu apartman dairesinin zilini çalmak için uzun süre düşünmüştü. Geri mi dönseydi? Geri dönüp de bir psikologa mı gitseydi? Yoksa her şeyden vazgeçip deniz kenarına inip martılarla, kedilerle mi yarenlik etseydi?

Yine gözlüklü, sürekli gülümseyen hemşire açmıştı kapıyı:

“Buyrun doktor bey içeride. Yalnız…Hasta randevumuz yok bu saatte.”

Kapıyı aralayıp içeri girdi. Doktor üzerinde beyaz önlüğü, başında bir kukuleta, geniş bir berjer koltuğa gömülmüş; elinde şişler, yün örüyordu: Bir patik, küçük bir bebek patiği… Gözlüklerini devirmiş seri parmak hareketleriyle patik örüyordu doktor. Onu görünce bütün yılışıklığı ile gülümsedi.

“Hoş geldiniz.”

“Bugün için gelin demiştiniz de.”

“ Evet, öyle demiştim.”

Yerinden kalkmadan yün örmeye devam ediyor.

“Şule hanımın kocanızdan hamile kalması imkansız.”

Hiç yeri değilken niye anlatıyor bunları?

“Zira maalesef kocanız kısır. Sizde bir sorun yok, müsterih olabilirsiniz.”

Şişleri, yünü bir tarafa bırakıp ayağa kalkıyor; yüzünde yine o lanet, yılışık gülümseme var:

“Soyunun da sizi bir kez daha muayene edeyim.”

Bakışlarında bu kez sapıkça bir şehvet de var. O sırada balkon kapısı hızla açılıyor. Rüzgar ve soğuk dışarıdan odaya doluyor. Kocası…Abidin, balkon demirlerinden tırmanmış  içeri atlıyor.

“Sen ne yapıyorsun!?.. Neler saçmalıyorsun? Çek o pis ellerini karımın üzerinden,” diye haykırıyor.

Abidin, doktorun kafasına esaslı bir şaplak atıyor. Kukuletası yere düşüyor.

Koşup kocasına sarılıyor.

“Aslan kocacım, ne güzel vurdun!”

***

Bankaya gider gitmez tuvalete girdi. Kirlilik günleri başlamamış.

Bir gün, iki gün, daha sonraki günler geçmiş,..aylık olağan kirlilik günleri gecikmişti; merak günleri başlamıştı. Yoksa ?!..

Aynada soluk bir yüz bakıyor:

“Ayna… Ayna, söyle bana Şule mi daha güzel, yoksa ben mi?”

Duygularını neredeyse yitirmiş, mutsuz birinin aksi var aynada.

“Pis ayna…yalancı ayna. Sen ne anlarsın güzelden!”

Tuvaletin kapısı aniden aralanıyor; bıyıklı şaşkın bir yüz içeri bakıyor:

“Pardon!..”

Teoman Bey, Kredi Pazarlama yetkilisi. Hep aynı şeyi yapıyor; güya tuvaletleri karıştırıyor. Aynı sertlikle kapıyı kapatıyor.

Onca işin gücün arasında öğle aralığıyla birleştirilmiş bir saatlik izin sırasında doktora gitmesi gerekiyor.

Hava kapalı, soğuk…Her şey gözünde büyüyor.

***

Doktor, elinde testin sonucu sırıtıyordu; Müjdemi isterim, sonuç pozitif.

Pozitif nedir ki, iyi bir şey midir?

Hamilesiniz.

Hamileydi!..

Kuşlar havalanıyor  yüreğinden... Çiçekler açıyor yüzünde.

Doktora sarılıp öpüyor:

“Çok teşekkür ederim doktor bey, ne kadar iyisiniz.”


* Bu öykü, ilk kez  Edebiyat Haber internet sitesinde yayımlandı.

http://www.edebiyathaber.net/m-hakki-yazicidan-abidini-yitirmek-adli-oyku/