05 November 2014

Editörün Ölümü / M. Hakkı Yazıcı


Editörün Ölümü / M. Hakkı Yazıcı

İki tür yayıncı vardır, bana göre.

İlki, yazarı kendi kaderiyle yalnız bırakmak yerine, güvenilir ve deneyimli editörlerle çalışması olanağını sağlayanlardır-ki bunlar genellikle kısa bir süre sonra sermayeyi kediye yüklerler.

İkincisi ise editör masraflarından tasarruf etmek için, yazarın pek çok hata yapmış olması ihtimaline aldırmadan, içinden yazar hata yaptıysa da cezasını kendi çeksin diyerek; en basit yazım hatalarını bile düzeltmeden kitabını basanlar.

Perihan Hanım, bu ilk kategorideki yayıncılardan birinin yayınevinde uzun yıllar gece gündüz demeden, büyük bir titizlikle çalışan bir editörün karısıydı.

Bir yayınevi’nin kitaplarını bastığı yazarlar yeteneksizse ve üstüne üstlük özensizse editörlerin işi çok zordur. Bazen editörlerin işinin zorluğu kitabı yazmanın önüne geçer.

Perihan Hanımın kocası da bir virgül için ölünen dünyanın kurulabilmesini hayal eden insanlardan; vahim bir yazım yanlışı görünce uykusu kaçan editörlerin son örneklerindenmiş.

Editörün yayınlanmasında  rol aldığı yazarların hepsi, hala sağlıklı bir şekilde yaşarken kocası büyük sıkıntılardan sonra yaşamını yitirmişti.

Perihan Hanımın isyanı da bunaydı işte.


05 Kasım 2014, Moskova

Kamil Abim artık evlense / M. Hakkı Yazıcı

Kamil Abim artık evlense

Kamil Abim, kırkına dayanmış, ancak hiç evlenmemişti.

Anacığı babacığı, onun evlenip, çoluk çocuğa kavuşmasını çok isterlerdi. Başka çocukları yoktu zavallı ihtiyarların. Torun sevmek onların da hakkıydı.

Komşu teyzeler, iş edinip, sonunda aşağı mahalleden bir gelin adayı buldular. Tek çocuklu bir dul kadındı bu. 

Kocası ava gittiği karlı, soğuk bir kış günü ormanda kış uykusuna yatmayı unutan bir ayının hışmına uğrayıp, ölmüştü.

Komşu teyzeler, dul kadınla konuşup rızasını aldılar. İş, Kamil Abiyi ikna etmeye kalmıştı.

Bir akşam çay, kahve içmek bahanesiyle konuyu konuşmak için eve konuk geldiler. Ancak Kamil Abi, Nuh diyor, peygamber demiyordu.

Kadının güzelliğine, ahlakına bir şey dediği yoktu; ama tutturmuştu “Ben kocası ölmüş dul bir kadının ikinci kocası olmam,” diye.

Kamil Abinin babası, Hüsmen Amca, pek konuya girmek istemiyordu.  Sofadan sobaya atacağı kuru odunları seçerken konuşulanlara kulak misafiri oluyordu.

En sonunda dayanamadı içeriye doğru bağırdı:

“A benim akılsız oğlum, kocası ölmüş dul bir kadının ikinci kocası olmak istemezsin de birinci kocasının yerinde mi olmak istersin?”



05 Kasım 2014, Moskova

Nenem dedemi çok severdi / M. Hakkı Yazıcı

Nenem dedemi çok severdi

Nenemi kaybetmiştik. Kırkı da çıkmıştı. Yaslı uzun günlerden sonra, bir gün “Biliyo musun, neneni çok sevedim,” dedi dedem.

“O da seni severdi,” dedim dedeme.

“Nerden biliyon len macirin tohumu?” diye sordu.

Bir gün hatırlıyorum, uzaktan akrabalar gelmişti, oturuyorduk. “Hanım, bir kavun getive de kesip yiyelim gari,” demişti dedem.

Nenem, ambara gidip bir kavun getirmişti.

Dedem, kavunun iyisinden anlamakla övünürdü. Gerçekten de anlardı.

Kavunu eline alıp, evirip çevirdikten, dibini başparmağı ile yokladıktan sonra “Bu daa olmamış hanım, bi başkasını getirive,” demişti.

Nenem, ambara gidip, bir kavunla dönmüştü.

Dedem yine kavunu yokladıktan sonra “Hanım, bu da iyi değil, bir başkasını getive,” demişti.

Bu tam dört kere tekrarlanmıştı. Sonunda dedem, “Hah işte, bu iyi, keselim,” demişti.

Ambarda sadece bir kavun vardı. Nenem de, ben de bunu biliyorduk. Nenem, hiç üşenmeden, itiraz etmeden dört kere aynı kavunu getirmişti.

Bunu söylediğimde dedem uzun uzun düşündü, sonra güldü.



04 Kasım 2014, Moskova

Yalnızlık başa bela ( Kısa öykü ) / M. Hakkı Yazıcı


Yanlızlık başa bela

Uyansam, kalksam artık…,
Günün ilk vapurlarının düdüğü. Ezan okunmuş. Ay henüz kaybolmamış. Birkaç martı sesi..
Rüya görüyordum, kötü rüyalarSınav günüydü, çalışmamıştım, otobüsü kaçırıyordum, ayaklarım ağırlaşmıştı, gömleğimi giymeyi unutmuştum....
Hiç kimsenin sormadığı, merak etmediği bir diplomam var dolapta. İşsizim.
Yalnızım. Kapımı kimse çalmaz.
Biliyor musunuz çok bahtsızım ben, çok. Balık olsam vapur çarpar.
***
Ve içerde bir tıkırtı. Fare mi? Açık pencereden içeri sızan bir kedi mi?
Mutfağa doğru yöneldim. Fare de değil, kedi de…Sıçan kılıklı bir herif.
Beni görünce mutfak bıçağını eline aldı.
“Kimsin lan sen?”
“Tanrı misafiri…”
“Ne o elindeki bıçak?”
“Karpuz kesecektim de…Birlikte yeriz d’il mi abi?”
“Abinden başlatma şimdi. Evde karpuz falan yok.”
“Hakkaten abi, buzdolabına baktım tamtakır.”
“Sana ne ulan benim buzdolabımdan.”
“Doğru abi, bana ne. Acıkmışım belki bir şeyler diye umdum.”
Yoktu. Allahın belası buzdolabım bomboştu.
Aybaşını beklesem, açlıktan ölebilirdim.
“Sen kimsin hala onu söylemedin.”
“Ben hırsızım abi.”
“Olum benim eve hırsız falan girmez. Kapıyı, pencereyi açık bıraksam da girmez. Çalınacak bir şeyim yok ki evde.”
“Doğru söylüyorsun abi, gerçekten de yok. Galiba sen de benim gibi yolsuzsun.”
“Artık ben gideyim abi.”
“Hoop, nereye gidiyorsun?”
“Ekmek almaya diye çıkmıştım. Annem evde, merak eder.”
“Bırak şimdi zevzekliği. Otur şurada bir iki laf edelim.”
“Peki abi. Abi benim karnım aç dışarıdan iki simit alıp geleyim. Sen de ben gelene kadar çay demlersin.”
“Hadi çabuk git, gel. Bak gelmez de kaçarsan, nerde olsan bulur hesabını sorarım; ona göre.”
“Tamam abi, merak etme.”
“Ulan dur gitme, gömleğimi pantalonumu giyeyim, beraber çıkalım. Sahilde bir yerde oturur, muhabbet ederiz.”
Gezdik, dolaştık.
“Abi ben gitsem artık. Valla annem merak edecek.”
“Tamam oğlum, git.”
Sıçan kılıklı bir herif, ama iyi bir herif. Konuşmasını da, dinlemesini de biliyor.
“Bak oğlum,” diye seslendim arkasından, “Eve nasıl gireceğini biliyorsun, ara sıra gel, muhabbet edelim.”


Eylül 2014, Moskova



( Bu öykü Notos Öykü Dergisi'nin 52. ( Haziran-Temmuz 2015 ) sayısında yayımlanmıştır.)