25 May 2014

Veda / M. Hakkı Yazıcı

 

Veda


Veda etmek kolay değil. Biliyorum, kesinlikle kolay değil.

Öyle değil mi?

Ama galiba bazen cesaret edip veda etmek gerekiyor. Bir şeylerin iyi gitmediğini fark ediyorsan, ama buna rağmen idare ediyorsan; kötü…

Kar mıdır, yoksa zarar mıdır hanemize yazılan?

Ayrılmayıp da biraz daha mı denesek, diye düşünmeye başlamışsan; kötü…

Yüreğin muhasebecisi ile tartışıp üste çıkmakmış veda.

D’il mi ya?

“Gitme zamanı gelmişse 'dur' demenin; zaman geçmişse 'dön' demenin ve aşk bitmişse 'yeniden' demenin hiçbir anlamı yoktur,” dememiş mi Marquez?

Zordur veda etmek. Zor,…Ama sonunda ettiiim!...Ettim işte.

Hatırlıyor musun? Demiştim de inanmamıştın. Var ya demiştim... O gün işte,.. Öyle bir veda ederim, ederim ki, nasıl kanatlandığımı gözlerinle görürsün. Bir Şagal tablosuna bakar gibi bakakalırsın arkamdan bana…

Ve işte, varlığımın kıymetini bilmeyen seni yokluğumla baş başa bırakıyorum.

Ama niye, ne oldu, deme. Düşün biraz. Her şey hiçbir şeyden çıkıyor, oysa her şeyde hiçbir şeye yer yok...

Var mı öyle, hiçbir şey diye bir şey!?..

Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz?

D’il mi ya?

Ama öyle kolay değil.

Ben diyordum gözlerin, sen diyordun sözlerin. Ben diyordum gökkuşağı, sen diyordun yağmur, çamur.

Ah şu ertesiler yok mu, ertesiler, Öteleten yaşamı ertesilere…

Her karar bir vazgeçiş. D’il mi ama?

Hayat baki…

Neyse ki dışarıda hava güzel, sahil boyu yürüyorum.

Kuzguncuk’ta kızlar, pencerelerin önünde oturmuş; kaçamak bakışlarında delikanlıların yeni bir hayat arıyor gözleri.

Hava güzel derken güneş, aniden saklanıyor bulutların arkasına. Ortalığı bir serinlik kaplıyor. Daha bir saat önce bahar gelmiş diye seviniyordum.

Kış, kışt kışt! Git artık, yeter. Bak görmüyor musun, çiçekler açmış; bahar kapıyı zorluyor... Hadi git, seneye görüşürüz artık.

Göğsümü yalıyor bir esinti. Hey rüzgar, sen hangi rüzgarsın? İncinmiş ruhumun ilacı mısın yoksa?

Hava öncesine göre biraz serinlemişti, ama sokak iyi gelmişti.

Çok mu aç gözlüyüm? Sokakta olan her şeyi çok seviyorum.  Hele güneşli bir bahar gününde,.. çiçekleri, ağaçları, denizi; sokak eylemlerini, sokak kedilerini ve sokak şarkıcılarını...

Düşüncen terk etmiyor beni. Şimdi yalnızım…

Yalnızım işte! Hep peşimden koşup gelen gölgem de olmasa…

Seni bir kez yüzüstü bırakmışsa birisi, kuşkusuz bir kez daha bırakacaktır....Gidene hoşça kal diyebilmek de bir meziyettir...

Kapıyı çekip, inerken basamaklarından merdivenlerin kuşkusuz makus talihimdi, tarihimdi düşündüğüm. Yakıştıramıyorum kendime şakaklarımdaki akları, yüzümdeki kırışıklıkları.

Yaşlandıkça zaman konusunda daha hasis oluyor insan. Boşa geçen, harcanan zamanlara daha çok acınıyor.

Bu kadar mı haindi geçen yıllar, nedir alıp veremediği benimle.

Unutamadığım aşklarım?

Biliyor musun, kızıyorum sana. Kıyıya vurup, uzaklaşan dalgalar gibisin. Dostluğun karanlıkta kaybolan mavnalardan ışığını esirgeyen dolunay gibi…

Demek ki sen de bulutların arkasına gizlenen, sonrasında kesilip yıldız yapılan eski aylardansın.

İşte veda ettim sonunda. Bir Şagal tablosuna bakar gibi bakakalırsın arkamdan bana, demiştim de çok gülmüştün.

Şimdi aşkta mesafe var.

Aşk, seni kanatlandırır; uçarsın ya da uçamazsın…Artık bu senin bileceğin bir iş…
Uçamazsan kanadı olup da uçamayan kuşlardan biri olarak tarihe geçersin.

Evet, zamanı gelmişti. Gelmişti de, geçmişti bile.

Sana sırtımı döneceğim.  yürüyüp uzaklara gideceğim.  Farkına vardığında, çok arayacaksın bende kalan kalbini.

Hava serinledi. İster misin bir de üstüne yağmur yağsın. Kapalı bir yer bulup oturmakta fayda var.

Anlamıyorsun değil mi? Gönül yorgunuyum.

Sığmıyor bedenime bunca farklı hayat.

Oysa ne güzeldi seninle yürümek, deniz kenarında gezinmek;… gezinmek hayallerin kıyısında; inmek, çıkmak dalgalarla…

Her günümüz iyi değildi kuşkusuz. Ama her günün içinde iyi bir şeyler vardı.

Hayatımın sonbaharında seni kucaklamıştım ilkbahar gibi. Bana yeni ümitler getirmiştin.

Hani bir keresinde sormuştun, seni ne üzer diye.

Hani sararmış, kurumuş yaprakların dökülmesi değil de, kurumamış yaprakların vakitsiz dökülmesi, demiştim.

Sen de oturup ağlamıştın.

Güneş iyice çekildi. Hava serinledi. Güzel bahar günü yavaş yavaş yerini serin bir akşama bıraktı.

Yürümenin de keyfi kalmadı. Yolumun üzerinde bir çayevi bulsam, içeri girip sıcak bir çay içsem, biraz dinlensem.

Ben çayımı yudumlarken mesela sen arasan?

Bir arasan?..Hiç olmazsa bir mesaj yollasan? Nerdesin desen. Hava serin gibi, üşüyor musun, diye sorsan.

Biliyorsun zor bir şey veda.

Dahası kahrolsun elveda!



Moskova, 26 Mayıs 2014


17 May 2014

Anlat Bana Zeytin Ağacı





















Anlat Bana Zeytin Ağacı (1)

Manisa’da, Zeytinliova’da
Yaşı on asırı aşkın bir zeytin ağacı,
Benim sevgili zeytin dedem,
Diğer ağaçlara ayıp olmasın diye
Kasabanın ismi değişse, dedi.

Ova da ona uydu,
Dağlara ayıp olmasın diye…

Zeytin ağacı, biz, dedi
Diğer ağaçlarla kardeş gibi yaşarız onca zamandır
Ova da dedi ki ben de hakkı yenmesin isterim
Bana sularını gönderen şu karşıdaki dağların.

***
İşte bana her şeyi anlatan,
Her şeyi bilen
Bu zeytin ağacıdır.

***
Zeytin dedem, diye başladım;
Bana yarenlik edecek biri lazım
Uzanıp, sırtımı vereyim yaşlı gövdene
Sığınayım ulu gölgene
Rüzgarda hışırdayan yapraklarının serinliği
Ferahlatsın içimi.
Sonra usul usul anlat bana
Neler oldu?
Nedir bu işler?

Çok sorum var sana
Tek tek sorayım,
Usul usul anlat bana.

Tanrı sevdiği insanları
Zeytin ağacı olan yerlerde yaşatırmış,
Daha çok sevdiklerinin ise
Zeytin ağacı olurmuş...
Doğru mu?

Peki, öyleyse, yani doğruysa
Böyle bereketli topraklarda
Onca yoksulluk, onca dert niye?

İnsanlar?
Ya insanlar?...
Nedir bu insanın insana ettiği?

Bilirsin Epikür dedem, demiş ki
Tanrı varsa bu evrende,
Bunca kötülük niye?

***
Sorma, dedi zeytin ağacı,
Bugün çok efkarlıyım…Çok
Haberler kötü.
Gökyüzünde kara bulutlar
Kömür karası, kara bir gün
Felaket hanelere düştü.
Hepimizin içi karardı.

Bir Fatma kız var, muhtemel tanımazsın
Yorulunca gölgeme sığınır senin gibi
Yarenlik eder bana
Fatma’nın dikili bir zeytin ağacı bile yoktu,
Ama olsun zeytin kasabasında yaşıyordu
Kadir’i ve yavrusu Bünyamin’iyle
Mutlu yaşarlardı bu zeytin kasabasında

Canı çıkasıya didinir evinin rızkı için

Kendisi zeytinde.
Kocası madende.

O getirdi
Kara kömür ocağından kara haberi
Üçyüz can kalmış toprağın dibinde
Kara deliğin kara labirentlerinde

 “Kocam bir cebe sığınmış olsa bari,” dedi Fatma
Kartı yukarıda maden girişinde
Kendisi, lambasıyla aşağıda
Kocası Kadir ve can arkadaşı
Soğanını, ekmeğini paylaştığı Soma’lı Kader  
Son yolculuklarında yine beraber.

*** 

Kadir’in kaderi böyle mi olmalıydı?
Hiç umut yok mu zeytin ağacı?

***
Yoktu!
Tek tek söndü umutlar,
Madenci lambalarının ışığı gibi.

Fatma, kara deliğin dibine çöktü
Yemedi, içmedi, dört gün bekledi.
Ancak Kadir’i dönmedi

Şimdi Fatma’cık nasıl tutunacak yaşama
Şimdi nasıl sevecek yavrusunu,
Yetim Bünyamin’ini
Eskisi gibi
Kömür karası gözlerinden ötürü
Kömür gözlüm diye!

İşte böyle, geldi
Kömür karası kara günler
Gökyüzünde kara bulutlar

Yüz karası, kömür karası,
Böyle mi kazanılmalı ekmek parası?


M. Hakkı Yazıcı
Moskova, 16 Mayıs 2014