Fotoğraf: Murat Uzsoy
“Anneciğim, günaydın! Bugün hava ne kadar güzel ve güneşli
değil mi? Hayırlı sabahlar olsun.”
“Kimsin sen, neredesin? Bana anne diyorsun. Benim kızım yok
ki. İki oğlum var. Onlar da burada değiller.”
“Anneciğim, senin bir kızın vardı. O da benim. Senin
oturduğun sıranın biraz ilerisinde, karşı sırada oturuyorum. Başımda çiçekli
bir şapka var. Yüzüm denize dönük. Hava güzel ve güneşli, ancak hafif bir lodos
var. Deniz biraz dalgalı; ama artık korkmuyorum. Alıştım. Bir kere bak, beni
göreceksin. Bir defa bakman yeterli, benden tarafa fazla bakma. Yanına da
gelmeyeceğim. Bununla yetinmek zorundayız. Bunun kuralı böyle. Hafif bir esinti
gibi girip çıkacağım hayatından, hep yaptığım gibi.”
Vapurla Kadıköy’den Karaköy’e geçiyordu. Fındıkzade’ye akraba ziyaretine gidecekti. Oturduğu
yerden biraz dikilerek ileriye, karşı sıralara baktı. Çiçekli şapkalı bir kadın
oturuyordu. Göz göze gelemediler. Kadın denize bakıyordu. Lodosun kabarttığı
dalgalara takılmıştı gözü.
Ruh yerinde durmuyor, başka bedenlerde kendine yer buluyordu
belki.
“Evet, vardı; bir
kızım vardı, ama onu yitirdim. Koruyamadım onu. Gözümün önünde dalgalı deniz
yuttu onu.”
“O anı hatırlıyor musun?”
“Hatırlamaz olur muyum? Hiç aklımdan çıkmadı ki!
Zor günlerdi. Mübadele zamanı… Gideceksiniz dediler; olmaz
dedik, dinleyen olmadı. Toprağımızdan, çiftimizden, çiftliğimizden,
hayvanlarımızdan, komşularımızdan ayrılıp, bilmediğimiz bir başka vatana
gidecektik.
Yeni evlenmiştik, düğünümüzü yapamamıştık; seneye yaza elimiz
bollanınca yaparız demiştik. Zoru becermiştik; bütün engelleri aşıp birbirimize
kavuşmuştuk babanla. Eee, kolay değil iki farklı dinden insanın evlenmesi.
Babam olmasa bu iş olmazdı; yüreği yumuşacıktı, anlamıştı birbirimizi
sevdiğimizi.
Çok geçmemiş sen doğmuştun. Baban Niko bizimle gelememişti. Olmaz dediler,
onun dini başkaymış.
Birkaç gün içinde Gülcemal’in güvertesinde buluvermiştik
kendimizi, annem babam ve kardeşlerimle. Dünyamız allak bullak olmuştu. Sen, daha
kundakta bebektin. Hepimizin yüzünden düşen beş parçaydı. Kötüydük kısacası.
Birden deniz kabarmıştı. Koskoca Gülcemal vapuru, bir dalganın
üzerinde şaha kalkmıştı. Elimden
düşüvermiştin. Kayıvermiştin güvertede. Her şey birden olmuştu. Düşüvermiştin o
azgın denize. Koşmuştum. Hepimiz koşmuştuk. Atlayamamıştım denize. Çekip, alıp,
kurtaramamıştım seni yutan dalgaların koynundan.
Suçluydum. Becerememiştim. Elimden bir şey gelmemişti. Hiç
affetmedim kendimi bu yüzden. Her gece rüyama girdi o an. Yıllar geçti kendimi
kurtaramadım bu suçluluk duygusundan. Hep düşüncelerime girdin. Başka çocuklarım
oldu, ama seni hiç unutamadım.”
“Anneciğim, sen suçlu değildin. Yazgımız böyleydi. Yeter
artık kendini üzüp, paraladığın.”
27
Mart 2015, Moskova