01 April 2013

Sihirli Şapka ( Masal ) / M. Hakkı Yazıcı



                                                                                                          


Sihirli Şapka 


Bir varmış, bir yokmuş diye başlayalım; masal niyetine okunsun.

Bir zamanlar uzak köylerden birinde bir yaşlı adam varmış. Adı ermişe çıkmış; derdi olan ona koşar, akıl fikir sorarmış.

Gürültüyü, kalabalığı pek sevmezmiş; derin düşüncelere dalmasına engel olduğunu düşünürmüş. Bu yüzden de köyün biraz dışında, ormanın kıyısında bir kulübede yaşamayı seçmiş. Dünyalar kadar sevdiği karıcığını da yitirdikten sonra kendisini iyice insanlardan uzak, kulübesinde düşünmeye vermiş.

Yaşlı adamın bir tanecik kızı varmış. Evlenmiş, aynı köyde yaşarmış Bir de çok sevdiği torunu varmış. Torunu her sabah dedesinin yanına gelir, ona hikayeler anlattırır, birlikte hoşça vakit geçirirlermiş.

Dünya hali yaşlı adamı üzermiş, elinden bir şey gelmeyince de iyice içine kapanır olmuş.  Sadece ziyaretine gelen derdi olanları misafir eder, onların derdine çare bulmaya çalışırmış. Bazen akıl, bazen bitkilerden yaptığı basit bir ilaçmış bütün verdiği.

Biraz yaş, deneyim, bilgi; biraz da akıl olunca ister istemez bütün gün çalışmaktan gözünü açamayan cahil köylülerin gözünde bir alim, her şeyi bilen bir ermiş oluvermiş.

Köylülere göre yaşlı adamın kerameti aklında, yılların getirdiği deneyiminde, elinden eksik etmediği kitaplarından edindiği bilgisindeymiş.

Ama yaşlı adam aynı düşüncede değilmiş. Aklının çok genç yaşlarından beri başından eksik etmediği, sadece uyurken ve yıkanırken çıkardığı fötr şapkasından geldiğine inanırmış.

Şapkasını ona dedesi vermiş. O da şehirden namlı bir şapkacıdan almış. Dedesi de çok akıllı bir adammış, ölmeden önce onu yanına çağırmış, “Bak demiş, sana tarla, hayvan falan bırakamıyorum; bu şapkayı al, senin olsun. Sana akıl, fikir verir,” demiş. O da öyle inanmış.

Şapkayı hiç mi hiç çıkarmazmış. Köylüler de onu öyle tanırlarmış.

Arada sırada, bayramda seyranda, düğünlerde şapkasıyla köye gelir kendisini gösterirmiş. Köydeki herkes kasket giyerken o, fötr şapka giyermiş.

Gençlerden ona özenip, şapka alıp giyenler olsa da fötr şapka onun bir simgesiymiş.

Büyükleri, babası onun bu tuhaf halini garipseyip, “Oğlum kapalı yerde şapka giyilir mi?” diye uyarsalar bile inat eder şapkasını çıkarmazmış.

Günün birinde olan olmuş, güzel bir bahar sabahı ormanın içinde dolaşırken şakacı bir rüzgar yaşlı adamın şapkasını uçuruvermiş.

Şapka havalanmış, havalanmış, uzaklaşıp, gökyüzünde görünmez olup, kaybolmuş.

Adamcağız telaş içinde şapkanın peşinden koştursa da şapkayı yakalayamamış. Gün boyu her yerde şapkayı aramış, ama nafile…Bulamamış.

Aramış, aramış,..bulamamış.

Çok üzülmüş. Telaşa kapılmış. Sanki rüzgar şapkayı uçuruverince aklı da başından gitmiş.

Torununu da yanına alıp ertesi günü, bir ertesi günü yine aramış. Günlerce telaş içinde şapkasını aramış, ama nafile…

Şapkasız kalınca kendisini çok çaresiz hissetmiş. İyice içine kapanıp, insanlardan kaçar olmuş.

Köylüler bir anlam verememiş. Dertleri çokmuş, ama onlara akıl, fikir verecek biri de yokmuş. Dertleri iyice artmış.

Duruma yaşlı adamın torunu da çok üzülüyormuş. Düşünüp taşınıp, şehre inip şapkanın benzerini bulup almayı kafasına koymuş.

Bir sabah torunu anacığından aldığı parayla ahırdan eşeğini alıp şehrin yolunu tutmuş. Dağların arasından geçip şehre varmış. Pek bilmezmiş şehri, ancak sora sora bir şapkacı dükkanını bulmuş. Model model şapkalar varmış dükkanda, ama dedesinin şapkasının benzeri yokmuş.

Hem yorgunluktan, hem de çaresizlikten delikanlı dükkanın ortasına çöküvermiş.

Çocuğun durumunu gören dükkan sahibi “Gel,” demiş, “bir de dükkanın deposuna bakalım, belki aradığın şeyi orada buluruz.”

Dükkanın deposu arkada, karanlık, tozlu, kocaman bir yermiş. Birlikte ta arka raflara kadar bakmışlar. Şans bu ya, sonunda tozlu bir kutunun içinde dedesinin şapkasının neredeyse tıpatıp aynısı bir şapkayı bulmuşlar. 
Delikanlı sevinçten çıldıracak gibi olmuş.

Meğer bu şapkanın içinden çıktığı eski koliler dükkan sahibinin aynı işi yapan babasının zamanından kalmış. Müşteri bulup, satılmadığı için yıllarca deponun diplerinde bir yerde dururmuş.

Dükkan sahibi para da almamış, şapkayı çocuğa armağan etmiş.

Yaşlı adamın torunu şapkayı itinayla bir torbaya yerleştirip, eşeğine atladığı gibi, hiç vakit kaybetmeden köyünün yolunu tutmuş.

Dedesinin kulübesine gitmiş, Sürpriz yapmak için ilkin şapkayı torbadan çıkarmamış. Yaşlı adam çok dertliymiş, ama konuşunca aklından bir şey eksilmediği anlaşılıyormuş. Yine bilgili, yine akıllıymış.

Çocuk bunu anlamış, dedesinin tuhaf bir inanca sahip olduğunu, şapkayı giyince kendisine güven geldiğini düşünmüş. Sonunda dayanamamış, torbadan şapkayı çıkarmış. Şapkayı ormanın içlerinde bir meşe ağacının yüksek dallarından birine takılmış olarak bulduğunu söylemiş.

Zavallı ihtiyarcık inanmış, çok sevinmiş. Derdinden bu şapkanın kendi şapkası olmadığını anlayamamış.
Şapkayı hemen başına geçirip akıllı sözler söylemeye, güzel şiirler okumaya başlamış. Dede, bizim bildiğimiz eski dede gibi olmuş.

Köyde her şey normale dönmüş. Herkes mutluymuş. Derdi olan yine yaşlı adama koşmuş.

Ama güzel günler de tükeniyor. Yaşlı adam bir gün ölmüş. Köyde günlerce ağlayıp, yasını tutmuşlar. Adam ölmeden önce de torununu yanına çağırmış şapkasını ona emanet etmiş.

Artık genç bir delikanlı olan torunu şapkayı başına geçirmiş. O da dedesi gibi bilgili ve akıllı imiş. Şapkaya ihtiyacı olmadığını da biliyormuş, ama dedesinin geleneğini bozmak istememiş şapkayı başından sadece, uyurken ve yıkanırken çıkarmış.

Köylüler gencecik yaşına rağmen dertleri olduğunda her şeyi ona danışır olmuşlar. Ünlenmiş, adı ermişe, dervişe çıkmış; namı köyü de aşıp civar köylere, kasabalara kadar yayılmış. Ta uzak diyarlardan, dağların arkasındaki illerden, memleketlerden akıl danışmaya, şifa bulmaya gelenleri olmaya başlamış.

Eeee, masalımız buraya kadar. Delikanlı köydeki elma ağacının dalından üç elma koparıp verdi; birini biz yedik, birini parçalayıp kuşlara attık, diğeriniyse bu masalı dinleyene armağan ediyoruz.

Moskova, 01 Nisan 2013