Bağış
Çopur
Cemal, hastalandığında sabahlara kadar dua etmişti.
“Allam
bir iyileşeyim, sağlığıma kavuşayım, valla da billa da başka bir şey istemiyom.”
Hasta
olunca insanın gözü hiçbir şeyi görmüyor. Malmış, mülkmüş; bunların hepsinin
boş şeyler olduğunu anlıyor. Boşuna "kefenin cebi yok” dememişler.
Öyle ya,
çok parası olsa da doktora, hastaneye, ilaçlara gidecekse varlıklı olmanın ne
anlamı vardı.
Aslında varlıklı birisi sayılmazdı; yirmi dönüm tarlası, yüz elli ağaçlık zeytinliği,
üç ineği, bir eşeği, kümesinde de on beş tavukla, bir horozu vardı. Ama yoksul
bir köyde bunlar az sayılmazdı. Arkasından konuşmuş gibi olmayalım, ancak elinin
biraz sıkı olmasıyla ün yapmıştı..
Yine
sancılarının arttığı bir gece yakarıp durdu.
“Yarabbim,
iyileşeyim yeter ki, yemin billah dünya malında hiç gözüm olmecek.”
Ağrıları
öyle geçecek gibi değildi. Gözüne uyku girmiyordu.
Sabaha
doğru kesenin ağzını iyice açtı.
Düşündü,..düşündü:
“Yetti
dayanameyom gari! İyileşirsem benim eşeği satıp, parasını yarım kalan cami
inşaatı için bağışlecem,” diye mırıldandı.
Eşeği Çopur
Cemal’in en değerli varlığıydı. Bu, onun için çok büyük fedakarlıktı. Hoş
eşeğin satışından gelecek para cami inşaatının nesine yetecekti, ama söz
ağzından çıkmıştı.
Bir hafta
sonra Cemal Abi, artık tanrının yardımıyla mı, yoksa doktorların becerisiyle mi
bilinmez aniden iyileşiverdi.
Eskisi
gibi oluverdi kısa zamanda. Yanaklarına kan geldi. Kahvede okey oynarken kazandığında,
her zaman olduğu gibi, o şen kahkahalarını yine patlatıyordu.
Sözünü
unutmamıştı. Çok gönlü olmasa da bir sabah eşeğini ahırdan çıkardı, kümesten
aldığı bir tavuğu da koltuğunun altına alıp kasabanın pazarının yolunu tuttu.
Pazarda başladı
dolaşmaya. Eşeğin de, tavuğun da satılık olduğunu bağıra bağıra ilan etti. Ama şartı vardı. İkisini birden alana
satacaktı.
Soranlar
oldu.
Eşeği
on beş liradan, tavuğu ise beş yüz liradan satacaktı.
Soranlar,
sorduklarına pişman oluyorlardı. Kimisi de gülüyordu haliyle.
Bir köylü
dayanamadı:
“Ya
akideş, böle fiyat mı olumuş? Tavuğu on beş liradan, eşeği beş yüz liradan satsen
anlecem, ama sen tersini yapıyosun. Maytap mı geçiyon yosam?”
“Yok
bilader maytap felan geçmiyom. Ticaret serbestisi yoğ mu? İstediğim fiyata
satarım, işine gelirse… Fiyat böle. Emme ikisini birden alana. Beş yüz on beş
kaymeyi ver, eşeği de, horozu da al git.”
Ha öyle,
ha böyle; ikisinin fiyatını topladığın zaman normal bir fiyat çıkıyordu ortaya.
Köylü
güldü. Laf olsun diye sormamıştı; ihtiyacı da, parası da vardı. Parayı
ödedikten sonra tavuğu koltuğunun arasına alıp, eşeğin semerine atlayıp gitti.
Eşek,
olanları anlamış gibi yolda uzaklaşırken kafasını döndürüp, “Yaptın gene bir
hainlik!” der gibi bakıp, anırıyor; direniyor, yeni sahibinden yediği değneğin
zoruyla yürüyordu.
Çopur
Cemal, bir süre eşeğinin arkasından bakıp, hüzünlendi.
“Ula
affet beni gari, Karakaçan! Emme belli mi olu, bir gün gine kavuşuruz.”
Ama
biliyordu ki ertesi günü eşeğini alan köylüyü bulsa “Ya akideş, ben pişman
oldum. Senin dün verdiğin paranın on mislini vercem, yani yüz elli kayme vercem
eşeğimi bana geri ver,” dese de alamazdı.
Zaten
böyle yapmazdı da, çünkü eşeğin parasını cami inşaatı için bağışlamaya söz
vermişti.
Sabah köyün
imamını bulup, on beş liralık bağışta bulundu.