Harmandalı
Ben, hayatımda Adem Emmiden
daha iyi harmandalı oynayanını görmedim dersem abartmış olmam.
Bütün bilenler, hatırlayanlar,
onun çocukluğundan beri çok güzel zeybek oynadığını söylerdi.
O ne endam, o ne duruş.
Kollarını iki yana açtığında adeta havada süzülen bir kartala benzerdi.
Düğünlerin, şenliklerin
gözdesi...
İyice havaya girince, “Bakıverin
bakem bene! Biliyonuz mu ben Saçlı Efe’nin uzaktan akrabasıyım,” derdi.
Gerçi kahvedekilerin neredeyse
yarısı Saçlı Efe’nin uzaktan akrabası olduğunu söylerdi, ama önemi yok: Bu
tılsımlı bir sözdü.
Son zamanlarda sızlanmaya,
yakınmaya başlamıştı. Eklemlerinde ağrılar başlamıştı. Dizilerinde kireçlenme
vardı. Bir çöktü mü zor kalkıyordu. O
yüzden de kendisine biraz dikkat etmesi gerekiyordu.
Ancak bazen “Bu seferlik beni mazur görün akideşler,”
demek istese de, harmandalı oynaması için yapılan ısrarları nazlanıp, geri
çevirmeye niyetlense de, dayanamaz yine oynardı. Ve hatta davet gelmeden çıkar
oynardı. Hem de daha zurnanın ilk deliğinin, sazın ilk telinin sesini duyar
duymaz.
Bütün sıkıntılarına rağmen
yine de kendinde güç bulabiliyordu demek ki. Bir gün eşeğinin çektiği
arabasının üstünde değirmenden yüklediği buğday çuvallarından biri tam tahta
köprüyü geçerken kayıp suya düşecek gibi oldu. Adem Emmi, bunu fark edip bir
hamle yapıp, çuvalı yakalayıverdi.
Gören, eklem ağrılarından,
dizlerinin kireçlenmesinden yakınan ihtiyar bu mu, der, şaşırır.
Herkesin bir kusuru vardır,
Adem Emminin de garip bir tiki oluşmuştu.
Zaman içinde keyifle icra
ettiği bu oyun başına dert olmaya başlamıştı. Zamanlı zamansız, yerli yersiz,
kendini tutamayıp oynamaya başlamıştı. Bir yerlerden zeybek havası duymasın,
hemen iki kolunu açıp başlıyordu oynamaya.
Bir keresinde mahkemeden şahitliğine
başvurmak için çağrılmıştı.
Tıraş oldu; takım elbisesini
giydi, kravatını takıp gitti.
Çok sıcak bir yaz günüydü; mahkeme
heyeti, avukatlar, izleyiciler; herkes sıcaktan bunalmıştı. Mahkemenin katibesi
hakimin dosyaya baktığı aralarda kağıtları yelpaze niyetine sallayıp,
serinliyordu.
Havalansın diye mahkeme
salonunun pencereleri açılmıştı.
Adem Emmi, boğazını sıkan
kravatını gevşetmek istese de mahkemenin ciddiyetini bozmamak için, iki de bir
eli gitse de yapmıyordu.
Hakim:
“İsminiz Adem’di, değil mi
beyefendi?” diye sordu.
Avukat, gözünün ucuyla Adem
emmiye ayağa kalkmasını işaret etti. O da kalktı.
Oraya kadar her şey iyiydi.
Hakim, devamla:
“Siz, bağ komşunuz Necmi’nin,
sınır ihtilafı nedeniyle kızıp, bir başka komşunuz Nail’in üzümlerine kurutmak
için zehirli ilaç sıktığına şahit olmuşsunuz doğru mu?”
Adem Emmi, kravatının da
etkisiyle ter içinde kalan yüzünü elinin tersiyle silip tam hakimin sorduğu soruya
bütün ciddiyetiyle cevap verecekken, aksilik bu ya, sokaktaki kasetçilerin
birinden bir zeybek havası pencerelerden içeriye sızdı.
“Harmandalı efem geliyor…”
Eyvahlar olsun! Adem emmi,
kendisini tutamayıp, başladı oynamaya.
Bütün o yaşını başını almış,
mahkemenin ciddiyetine uygun olsun diye takım elbisesini giymiş, kravatını
takmış, ağırbaşlı görünüşüne karşın Adem Emmi, kollarını iki yana açmış,
oynuyordu.
“Efeme de mor cepkenler
yaraşır, yaraşır,... Efem ne giyerse yakışır.”
Sanırsınız bir kartal olmuştu
havada.
Mahkeme salonundaki herkes
donakalmıştı. Onun bu huyunu bilenler gülmeye başlamışlardı.
Sıcaktan bunalmış şişman zabıt
katibesi, bu aradan memnun, sandalyesinde arkasına kaykılmış bir yandan yüzünü
yelpazeliyor, bir yandan da kahkahalarla gülüyordu.
Davalı avukatı keyifle
sırıtırken, davacı avukatı, telaşla Adem Emminin ceketinden çekiştirip, onu
oturtmaya çalışıyordu.
O türkü bitip de tam Adem Emmi,
kan ter içinde yerine oturuyorken, dışarıdan başka bir zeybek havası başlamasın
mı, yine kendisini tutamayıp oynamaya başladı.
“Haydülen de haydülen,…
Karadağların sandalı da sandalı,…”
Hakimin yüzü kıpkırmızı
olmuştu. Küplere binmişti. Devletin yüce mahkemesine karşı yapılan saygısızlık
onu çileden çıkarmıştı.
Dışarıda zeybek havası çalmaya
devam ediyordu.
“Haydülen de, haydülen,…Şu
dağlarda geyik kalmadı,..”
Adem Emmi, hala kendisini
kontrol edebilmiş değildi. Oynamayı sürdürüyordu.
Ağzını aç da, bir kelam ediver
adam, değil mi? Onu da yapamıyordu.
Hiç kimse de pencereyi kapatıp,
onu bu durumdan kurtarmayı akıl edememişti.
Hakim, sonunda, “Sen oyna
bakalım. Bağ komşularının içine düştüğü bu durum hoşuna gitmiş anlaşılan. Seni mahkemeye hakaretten içeri attırayım da
aklın başına gelsin,” dedi.
Hakim, “Yaz kızım,” deyince
sandalyesinde arkasına kaykılmış yelpazelenen mahkeme katibesi, kendine gelip
doğruldu.
“Ali oğlu Adem,… mahkemeye
saygısızlık fiilinden tutuklanmasına karar verilmiştir.”
Mübaşirler, içeri giren
jandarmalar Adem Emminin kollarına girmiş, mahkeme salonunun dışına sürüklerken
o, hala dışarıdan gelen zeybek havasına uyup, oynamaya devam ediyordu.
“Oynülen de kör arabım sen
oyna,…Senden başka yiğit kalmadı.”
Koridora çıkıp da türküler
duyulmaz olunca kendine geldi. Nefes nefese kalmıştı. Dövünüp, derdini
anlatmaya çalıştıysa da çok geçti. Onu nezarete attılar.
Kasabanın ileri gelenleri
araya girip, hakime durum anlatılıncaya kadar boşu boşuna nezarethanede kaldı.
No comments:
Post a Comment