23 October 2022

Para pul olmuş meğer

 



Para pul olmuş meğer

 

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@gmail.com

 

 

“Ulan oğlum, bu kadar da mı salaksın yani, sen artık!”

Çaycı Burhan, Sultanhamam’da Tuhafiyeciler Çarşısı’ndaki çay ocağını oğluna emanet edip, fındığını toplamak için memleketine gidip, dönmüştü.

Döndüğünde karşılaştığı manzarayı görünce de emanet ettiğine edeceğine pişman olmuştu.

Yanında büyük ablasının kocası banka emeklisi Ragıp eniştesi vardı.

“Enişte bu heriften adam olur mu?”

“Sakin ol evladım, delikanlı çocuğa bu kadar yüklenmek doğru değil.”

Burhan, memlekete gitmeden önce toptancısından aldığı çay markası kutularının  neredeyse tamamının olduğu gibi rafta durduğunu görünce deliye dönmüştü..

Bunlar para demekti.

Halbuki normal zamanda böyle miydi?

Çay markalarını çarşı komşusu müşterilerine yüz, yüz elli adet, artık onların tiryakilik derecesine, gelen misafirlerinin çokluğuna göre bazen iki yüz, üç yüz adet peşin verir, içilen çayların, kahvelerin karşılığında markalarını geri toplardı.

Çay, kahve trafiği olağan bir şekilde devam etmiş, karşılığında markalar toplanmış, ama yeni marka alma neredeyse yarı yarıya düşmüştü.

İş başa düştü deyip, yeni demlenmiş çayları iki tepsiye sıralayıp bir eline bir askıyı, diğer eline diğer askıyı aldı. Koltuğunun altına sıkıştırdığı bir marka kutusuyla askıları sallaya sallaya müşterilerinin dükkanlarını, ofislerini dolaşmaya başladı.

Askılarda çay kalmadı. Hepsini dağıttı. Ancak hiç kimse yeni marka almadı.

“Sağol bizim kifayetli markamız var,” dedi çoğu.

Çay ocağına döndükten sonra bir kenara oturup hesap çıkarmaya çalıştı. Oğlu, bir köşeye sinmiş ona bakıyordu.

Aklı karışmıştı. Bu kadar çay sattıysak, bu kadar marka dönmesi lazım… Ama öyle değil.

Eeee!!??

Deli olmak işten değil.

“Ragıp enişte, onca senelik bankacısın bu durumu sen bile açıklayamazsın belki, d’il mi?”

Bu durumu Ragıp enişte bile belki çözemezdi, ama kahve siparişi için gelen tuhafiye toptancısı, fermuarcı Müzeyyen abla imdada yetişti.

“Abla, sen tiryakilerin sultanısın, n’oldu rejime mi başladın, çayı azalttın mı, misafirin mi az geliyor? Niye yeni marka almıyorsun?”

“Yok be çocuğum bende marka var. Bitince tabii alırım. Geçende şu bizim düğmeci Rıza, benden bir ay önce aldığı borcu ödemedi. Kapısına dayandım. Param yok, bana biraz müsade dedi. Evladım, benim de paraya ihtiyacım var, imalatçıya ödemem var, dediysem de ağladı sızladı. Hiç mi paran yok deyince çekmecelerindeki düğmeleri gösterip sana düğme vereyim dedi. Yok, be yavrum ben düğmeci miyim ki, n’apim ben düğmeyi dedim. Abla yemin ederim param yok, şu kadar çay markası var onu vereyim dedi. Devede kulak. Dişimin kovuğuna sığmaz, ama ver ulan o zaman dedim. Senden aldığı markaların hepsini bir torba içinde bana verdi. Hala onları kullanıyorum.”

Tuhaf bir durum. Düğmeci Rıza da marka almıyordu.

Astarcı Zühtü ve iplikçi Hüseyin de...

Tuhafiyeciler Çarşısı’nda anlaşılmaz, tuhaf bir durum vardı.

Peki, ama bunların çay, kahve, oralet siparişleri azalmıyordu da niye yeni marka almıyorlardı.

Üstelik son aldığı markaların kutuları bile açılmamışken çay ocağındaki marka sayısı artmıştı.

Hem işini yapıyor, hem de düşünüyordu. Demlenmiş yeni çayları tepsilere dizdi, Ragıp eniştesini de yanına alıp, iki elinde askıları sallaya sallaya komşuları bir daha dolaşıp bir daha işin aslını faslını anlamaya çıktı.

Telacı Süleyman’ı, kurdeleci Ayşe’yi, çıtçıtçı Eşref’i, çengelli iğneci Niyazi’yi, ponponcu Mustafa’yı tek tek dolaştı.

Meğer düğmeci Rıza, herkese, kimine üç kuruş, kimine beş kuruş borçlanmıştı. Sadece o mu, diğer esnaf ta birbirine borçlanmıştı.

Rıza, Müzeyyen ablaya borcunu Burhan’ın çay markalarıyla ödedikten sonra şeytana uyup, toptancısına koşturup yirmi kutu çay markası almıştı. Alacağını tahsile gelen komşularına çay markalarıyla ödeme yapmaya başlamıştı.

Astarcı, telacı, kurdeleci, çıtçıtçı, çengelli iğneci, ponponcu, düğmeci, fermuarcı, hepsi borcunu çay markası ile ödemeye başlamıştı.

***

Ragıp enişte, hemen kabaca bir hesap çıkardı.

Burhan’a, “Çayın bardağını kaça veriyorsun?” diye sordu.

“En son beş lira oldu.”

“Plastik markaları kaça alıyorsun?”

“En son toptancıdan 100’lük kutusunu 30 liraya aldım.”

“Markanın tanesi 30 kuruşa yani.”

“Evet.”

“Mesela ortada satılacak mal filan olmasa, çay, kahve falan da olmasa yani; 30 kuruşa aldığın bir adet plastik markayı bir bardak çayın fiyatına, 5 liraya satsan 100 markalık bir kutudan 470 lira cebine kalır. D’il mi? Artık kaç kutuluk marka kakalarsan o kadar karın olur.”

“Doğru be enişte! Vay alçak Rıza, vay…Vay cinin önde geleni…”

Ragıp enişte, “Vay ya, evladım şu senin komşu düğmeci Rıza, adeta ABD Dolarına rakip rezerv para yaratmış senin plastik çay markalarıyla,” diyor kahkahalarına hakim olamayarak.

Çaycı Burhan, “Para, ne yazık ki, yalnızca değerlerimizi değil, hayatlarımızı da bir hiçliğe indirebiliyor, bu örnekte göründüğü gibi,” dedi.

 “Enflasyonun müsebbibini bulduk.”

“Öyle enişte, para pul olmuş meğer.”