Para pul olmuş meğer
M. Hakkı Yazıcı
“Ulan oğlum, bu kadar da mı salaksın
yani, sen artık!”
Çaycı Burhan, Sultanhamam’da
Tuhafiyeciler Çarşısı’ndaki çay ocağını oğluna emanet edip, fındığını toplamak
için memleketine gidip, dönmüştü.
Döndüğünde karşılaştığı manzarayı
görünce de emanet ettiğine edeceğine pişman olmuştu.
Yanında büyük ablasının kocası banka
emeklisi Ragıp eniştesi vardı.
“Enişte bu heriften adam olur mu?”
“Sakin ol evladım, delikanlı çocuğa bu
kadar yüklenmek doğru değil.”
Burhan, memlekete gitmeden önce toptancısından
aldığı çay markası kutularının neredeyse
tamamının olduğu gibi rafta durduğunu görünce deliye dönmüştü..
Bunlar para demekti.
Halbuki normal zamanda böyle miydi?
Çay markalarını çarşı komşusu
müşterilerine yüz, yüz elli adet, artık onların tiryakilik derecesine, gelen
misafirlerinin çokluğuna göre bazen iki yüz, üç yüz adet peşin verir, içilen çayların,
kahvelerin karşılığında markalarını geri toplardı.
Çay, kahve trafiği olağan bir şekilde
devam etmiş, karşılığında markalar toplanmış, ama yeni marka alma neredeyse
yarı yarıya düşmüştü.
İş başa düştü deyip, yeni demlenmiş çayları
iki tepsiye sıralayıp bir eline bir askıyı, diğer eline diğer askıyı aldı.
Koltuğunun altına sıkıştırdığı bir marka kutusuyla askıları sallaya sallaya müşterilerinin
dükkanlarını, ofislerini dolaşmaya başladı.
Askılarda çay kalmadı. Hepsini
dağıttı. Ancak hiç kimse yeni marka almadı.
“Sağol bizim kifayetli markamız var,”
dedi çoğu.
Çay ocağına döndükten sonra bir kenara
oturup hesap çıkarmaya çalıştı. Oğlu, bir köşeye sinmiş ona bakıyordu.
Aklı karışmıştı. Bu kadar çay
sattıysak, bu kadar marka dönmesi lazım… Ama öyle değil.
Eeee!!??
Deli olmak işten değil.
“Ragıp enişte, onca senelik bankacısın
bu durumu sen bile açıklayamazsın belki, d’il mi?”
Bu durumu Ragıp enişte bile belki çözemezdi,
ama kahve siparişi için gelen tuhafiye toptancısı, fermuarcı Müzeyyen abla
imdada yetişti.
“Abla, sen tiryakilerin sultanısın,
n’oldu rejime mi başladın, çayı azalttın mı, misafirin mi az geliyor? Niye yeni
marka almıyorsun?”
“Yok be çocuğum bende marka var.
Bitince tabii alırım. Geçende şu bizim düğmeci Rıza, benden bir ay önce aldığı
borcu ödemedi. Kapısına dayandım. Param yok, bana biraz müsade dedi. Evladım,
benim de paraya ihtiyacım var, imalatçıya ödemem var, dediysem de ağladı
sızladı. Hiç mi paran yok deyince çekmecelerindeki düğmeleri gösterip sana
düğme vereyim dedi. Yok, be yavrum ben düğmeci miyim ki, n’apim ben düğmeyi
dedim. Abla yemin ederim param yok, şu kadar çay markası var onu vereyim dedi.
Devede kulak. Dişimin kovuğuna sığmaz, ama ver ulan o zaman dedim. Senden
aldığı markaların hepsini bir torba içinde bana verdi. Hala onları
kullanıyorum.”
Tuhaf bir durum. Düğmeci Rıza da marka
almıyordu.
Astarcı Zühtü ve iplikçi Hüseyin de...
Tuhafiyeciler Çarşısı’nda anlaşılmaz,
tuhaf bir durum vardı.
Peki, ama bunların çay, kahve, oralet
siparişleri azalmıyordu da niye yeni marka almıyorlardı.
Üstelik son aldığı markaların kutuları
bile açılmamışken çay ocağındaki marka sayısı artmıştı.
Hem işini yapıyor, hem de düşünüyordu.
Demlenmiş yeni çayları tepsilere dizdi, Ragıp eniştesini de yanına alıp, iki
elinde askıları sallaya sallaya komşuları bir daha dolaşıp bir daha işin aslını
faslını anlamaya çıktı.
Telacı Süleyman’ı, kurdeleci Ayşe’yi,
çıtçıtçı Eşref’i, çengelli iğneci Niyazi’yi, ponponcu Mustafa’yı tek tek
dolaştı.
Meğer düğmeci Rıza, herkese, kimine üç
kuruş, kimine beş kuruş borçlanmıştı. Sadece o mu, diğer esnaf ta birbirine
borçlanmıştı.
Rıza, Müzeyyen ablaya borcunu Burhan’ın
çay markalarıyla ödedikten sonra şeytana uyup, toptancısına koşturup yirmi kutu
çay markası almıştı. Alacağını tahsile gelen komşularına çay markalarıyla ödeme
yapmaya başlamıştı.
Astarcı, telacı, kurdeleci, çıtçıtçı,
çengelli iğneci, ponponcu, düğmeci, fermuarcı, hepsi borcunu çay markası ile
ödemeye başlamıştı.
***
Ragıp enişte, hemen kabaca bir hesap
çıkardı.
Burhan’a, “Çayın bardağını kaça
veriyorsun?” diye sordu.
“En son beş lira oldu.”
“Plastik markaları kaça alıyorsun?”
“En son toptancıdan 100’lük kutusunu
30 liraya aldım.”
“Markanın tanesi 30 kuruşa yani.”
“Evet.”
“Mesela ortada satılacak mal filan
olmasa, çay, kahve falan da olmasa yani; 30 kuruşa aldığın bir adet plastik markayı
bir bardak çayın fiyatına, 5 liraya satsan 100 markalık bir kutudan 470 lira
cebine kalır. D’il mi? Artık kaç kutuluk marka kakalarsan o kadar karın olur.”
“Doğru be enişte! Vay alçak Rıza, vay…Vay
cinin önde geleni…”
Ragıp enişte, “Vay ya, evladım şu senin
komşu düğmeci Rıza, adeta ABD Dolarına rakip rezerv para yaratmış senin plastik
çay markalarıyla,” diyor kahkahalarına hakim olamayarak.
Çaycı Burhan, “Para, ne yazık ki,
yalnızca değerlerimizi değil, hayatlarımızı da bir hiçliğe indirebiliyor, bu
örnekte göründüğü gibi,” dedi.
“Enflasyonun müsebbibini bulduk.”
“Öyle enişte, para pul olmuş meğer.”