Şoför muavini
Şoför muavinliği basit bir iş gibi
görünüyor, ama değil, ayrıca yorucu.
Süleyman, tam şöyle en arka taraftaki
boş koltuğa oturup, bir nefes alıp, dinlenmeye niyetlenirken hooop ihtiyaç
molası.
Sesini, nefesini
ayarlayıp otobüsün mikrofonundan anons yapıyor:
“Değerli yolcularımız,
aracımız yirmi dakikalık ihtiyaç molası verecektir. Hareket saatinde yerlerinizi
almanız önemli rica olunur.”
Hata yapmadan anons
yaptığı için gururlanıyor.
Mikrofonun ekosunu da
iyi ayarlamıştı bu sefer.
Eskilerde olduğu gibi “Çaylar
şirketten, müessesemizin ikramıdır,”
demeyi de çok isterdi, ama artık malum ekonomik nedenlerle olamıyor.
Otobüs park ediyor.
Yolcular tuvalet sırasında önlerde
olabilmek için koşturuyorlar.
Bir kısmı da hemen cebindeki sigara paketine, çakmağına
davranıyor.
Bazılarının ayakları
uyuşmuş, sarsak adımlarla yürüyüp kendilerine gelmeye çalışıyorlar.
Bir delikanlı, ön koltuklarda
oturan gözüne kestirdiği bir kıza yanaşıp, cesaretini toplayıp, “Siz de mi
İzmir’e gidiyorsunuz?” diye soruyor.
Kız:
“Sömestr tatili için
eve gidiyorum,” diye cevap veriyor.
Oğlan:
“Anladım,” diyor.
Neyi anladığı belli
değil. “İzmir’e mi gidiyorsunuz?” diye sormuştu, kız, “Eve gidiyorum,” demişti.
Yani kızın ailesi İzmir’de mi yaşıyordu? Bunu mu anlamak lazım?
Neyse, maksat hasıl
olmuş, kızla oğlan aralarındaki barikatı yıkıp konuşmaya başlamışlardı.
Süleyman, elindeki tazyikli su fışkırtan
hortumu otobüsün ön camına tutuyor.
Cam yolda çarpıp yapışan, uçuşan sinek,
böcek ölüleriyle dolu.
Sonra içeriye içme suyu takviyesi
yapıyor.
İhtiyar bir adam yanaşıp, “Balıkesir’e
daha çok var mı delikanlı?” diye soruyor. “Bak ha, sakın unutma, beni orada
indireceksiniz.”
“Tamam abi, zaten yolcumuz var, garaja
gireceğiz,” diyor.
Birden 16 numarada oturan “Bana
Akhisar’da haber ver evladım,” diyen yaşlı
kadın aklına geliyor.
“Unutmamam lazım,.. unutmamam lazım,”
diye içinden tekrarlıyor.
Mola bitiminde kaptan şoför otobüse
binip kontağı çeviriyor.
Direksiyonda kaptanların kralı,
yılların tecrübeli şoförü Kazım abi var. İlk defa onunla göreve çıkıyor. İkinci
şoför de tecrübeli. Onun adı da Zülküf.
İyi, tecrübeli otobüs şoförünün ayağı
ikide bir gaza, frene, sonra debriyaja gitmez. Yol iyi, araç da bakımlı ise
otobüs asfaltta yağ gibi kayar, gider. Bunlar öyle şoförler işte.
Süleyman, ön koltuktan başlayarak
arkaya doğru yolcuları sayıyor, sonra Kazım kaptana doğru “Tamam abi,” diye
sesleniyor.
Niyeti su, çay, kahve servisi
yaptıktan sonra en arkaya geçip dinlenmek, ama oraya şimdi de ikinci şoför
Zülküf uzanmış.
İşini bitirdikten sonra en arkanın
önündeki boş koltuklardan birine oturuyor.
Zülküf kaptan, gözlerini aralayıp,
“Seninle daha önce birlikte sefer yapmış mıydık delikanlı?” diye soruyor.
“Bir defa yaptık diye hatırlıyorum
abi.”
“Çok oldu mu işe başlayalı?”
“Altı ayı geçti.”
“Daha yenisin. Şoförlüğün var mı?”
“Küçük araç ehliyetim var. Babamın bir
kamyoneti var. Dükkana mal taşımak için kullanıyor. Ara sıra ona yardım olsun
diye ben kullanıyorum.”
“Anladım.”
“Aslında ben coğrafya öğretmeniyim
atamam iki senedir çıkmayınca, dayanamadım; bu işi buldum, çalışıyorum. Parası
biraz az, ama çaresi yok.”
“Vay, coğrafyacısın öyle mi? O zaman
sen İzmir’in hangi eylem ve boylamda olduğunu bilirsin.”
“Ee, yani…”
“İstanbul-İzmir arasında hangi
şehirlerden, kasabalardan geçtiğimizi de…”
Güldü.
“Bak, sen genç bir delikanlısın bilmeyebilirsin,
eskiden Yugoslavya ve Çekoslovakya diye devletler vardı bilir misin?”
“Bilirim. Okuduk bunları. Ama bu daha
çok tarih öğretmenliğinin konuları arasında.”
Meğer Zülküf abi, Boşnak’mış. Yani
Yugoslavya göçmeni.
Zülküf kaptan, eliyle yaklaşmasını
işaret ediyor. Elini ağzına siper ederek Süleyman’ın kulağına “Bak, çaktırma,
Kazım abinin karısı kaçmış. Adamcağız çok dertli. Dikkatli ol. Onu kızdıracak,
üzecek bir harekette bulunma,” diyor.
“Tamam abi.”
16. Koltuktaki teyze uyuyor.
“Unutmamam lazım,” diye içinden
yeniden tekrarlıyor.
Yolculardan biri ortalarda oturan
birini işaret ediyor. O tarafa doğru gidiyor. Adam horluyor. Hem de ne horlama!
Motorun gürültüsünü bile bastıracak neredeyse.
Şikayetçi yolcu, dürtüp uyandır gibisinden
işaret ediyor.
Çekiniyor. Tereddüt ediyor. Ama
yapması lazım.
Zülküf kaptandan destek alabilir miyim
diye arka tarafa bakıyor. O ise gözlerini yeniden kapatmış, uyuyor.
Horlayan yolcu kendi yaşlarında bir
genç. Efendiden birine benziyor. Ama ne olur, ne olmaz…
Hafifçe omuzuna dokunuyor. Genç
delikanlı, gözlerini aralayıp, şaşkın şaşkın bakınıyor. Durumu anlayıp, mahçubiyetle
gülümsüyor.
Süleyman:
“Boksör müsünüz?” diye soruyor.
Delikanlı:
“Yooo!” diyor.
“Peki, ya judocu veya karateci falan
mısınız?” diye soruyor.
Çocuk sorulara anlam veremiyor:
“Hayır efendim, nereden çıktı?”
“İyi de, o zaman ne cesaretle
horluyorsun, kardeşim?”
Genç delikanlı, karşısında gülen
Süleyman’a bakıp, espiriyi tam anlamasa bile o da gülüyor.
En arka koltuktaki ikinci şoför
uyanmış ön tarafa kaptan şoförün yanına giderken “Bize birer kahve yap ta
içelim,” diyor.
Kahveleri verdikten sonra arka
taraftaki ikinci şoförden boşalan yere geçiyor.
Çok yorulmuştu.
Bu yorgunluğa dayanmak mümkün mü?
Hemencecik dalıp gitmişti.
Gözlerini açıp camdan dışarı baktığında
Akhisar’ı çoktan geçtiklerini, Manisa’ya vardıklarını anlıyor.
16. koltukta oturan yaşlı kadın aklına
geliyor. Eyvah ki, eyvah!
Kadın hala uyuyor.
Yerinden fırlayıp kaptan şoförün
yanına gidiyor. Durumu anlatıyor.
Kazım Kaptan, “Hay aptal oğlum, hay
aptal oğlum!” diye söyleniyor.
İkinci şoför:
“Dönelim bari,” diyor.
Kaptan şoför, anlamsız anlamsız ona
bakıyor.
“Yahu, herkes uyuyor zaten, kimse
anlamaz.”
Sessizlik oluyor.
Süleyman, “Abi, evet, herkes uyuyor,”
diyor.
Kazım Kaptan, yolu kontrol ederek
manevra yapıp, geri dönüyor.
Akhisar’a geri geliyorlar.
Süleyman, yaşlı kadının yanına gidip, sessizce
uyandırıyor.
“Teyze Akhisar’a geldik,” diyor. “Bagajınız
var mıydı? Hangi tarafta?”
Kadın, “Ah yavrum, teşekkür ederim,”
diyor. Ayağının dibindeki çantasına uzanıp bir ilaç kutusu çıkarıp, “Doktor
günde üç tane içeceksin dedi. Birini otobüse binmeden önce içmiştim. Kızım
diğerini otobüs Akhisar’a varınca içeceksin, sakın unutma anneciğim demişti. Hadi
bana bir bardak su getir de ilacımı içeyim.”
Kadının inmeyeceğini öğrenince
şaşkınlaşmış suratıyla gidip, şoförlere durumu anlatıyor.
Önce kızıyorlar, ancak sonra olayın
komikliğinden dayanamayıp hep birlikte kahkahalarını salıveriyorlar.
Süleyman, gidip bir şişe su götürüyor
kadına.
Birer kahve daha yapıyor kaptanlara.
Manisa’ya kadar durup durup, yeniden
hatırlayıp gülüyorlar.
Zülküf kaptan, “Peki, orta sırada
oturan delikanlıyı uyandırıp, ne söylemiştin ona?” diye soruyor.
Süleyman, orta sırada oturan delikanlıya
baktı. Yine uyuyordu, ama bu defa horlamadan.
Onunla ne konuştuklarını söyledi
kaptanlara, sonra yakın zamanda başından geçen başka bir olayı anlatmaya
başladı:
“Abi, belki siz de duymuşsunuzdur; bir
defasında başka kaptan abilerle, Yılmaz abi ve Mükremin kaptanla görevdeydik.
Yine böyle horlayan bir yolcu vardı otobüste. Gittim, nezaketle adamı
uyandırdım. Adam gözlerini açtı, kötü kötü baktı. Çeneme bir yumruk çaktı. Bir
de öbür eliyle suratıma tokadı yapıştırdı. Şaşırmıştım. Görevim icabı adamı
kibar bir şekilde uyandırmıştım. Arkadan Yılmaz abi, olayı gördü koşturarak
yanımıza geldi. Herif ona da iki yumruk çakıp, devre dışı bıraktı. Mükremin
kaptan da olayı fark etmişti. Otobüsü sağa çekip, durdurdu, yanımıza geldi. O
da iki üç yumrukla heriften nasibini aldı. Bütün yolcular uyanmış, dehşetle
bizi izliyorlardı. Adam azgın bir boğa gibiydi. Başa çıkılabilecek gibi
değildi. Tırstık, vazgeçtik herifle uğraşmaktan. Adam, bizim halimize gülüp,
pis pis sırıttı; ‘Benim adım Cengiz, boksörüm; bu vesileyle tanışmış olduk,’
dedi. Koltuğuna oturup, yayıldı, sanki hiçbir şey olmamış gibi yeniden uyumaya
başladı. Biz de çaresiz, adama bulaşmamaya karar verip yola devam ettik.”
Kazım kaptanla, ikinci şoför Zülküf kaptan
yine gülme krizine yakalandılar.
Maceralı, ama aslında eğlenceli bir
başka yolculuğun nerdeyse sonuna gelmişlerdi.
Gün yavaş yavaş ağarıyordu. Aşağılarda
güzel İzmir’in ışıkları gözükmeye başlamıştı.