16 June 2005

Tomris Uyar: Edebiyat Anlayışından Ödün Vermeyen Bir Öykü Militanı / M. Hakkı Yazıcı



Tomris Uyar : Edebiyat Anlayışından Ödün Vermeyen Bir Öykü Militanı 

M. Hakkı Yazıcı

Dünya Kitap Dergisi

Kitapları ve anılarımızla yaşayacak elbette...Ama onun en az kitapları kadar anılması, örnek alınması gereken yanı edebiyat anlayışı ve kişiliğidir.

Tomris Uyar’ın öyküleri, çevirileriyle örtüşen önemli olan yanı, sağlam, onurlu, tamı tamına kendi olabilen, ödünsüz bir edebiyatçı duruşuydu. 
Ödeşmesi sadece edebiyatla oldu. 

Düşündüklerinden, edebiyat anlayışından hiç ödün vermedi.Tomris Uyar, yazıları, gündökümleri ve çevirilerinin öykü anlayışıyla, edebiyat anlayışıyla koşutluk göstermesine özen gösteren yazarlardandı.

***

Daha bir buçuk ay öncesine kadar bir grup arkadaşla birlikte Bilgi-Atölye’de başlattığımız beraberliğimizi her Pazar günü Beşiktaş-Fulya’daki mütevazi bir apartman katındaki evinde bir araya gelerek sürdürüyorduk. Bilgi-Atölye’de geçen yılın sonunda biten çalışmalarımıza ameliyatının neden olduğu zorunlu aradan sonra Mayıs ayında yeniden başlamıştık. 

Rahatsızlığına rağmen yaşam coşkusundan, edebiyat sevgisinden hiçbir şey yitirmemişti. Edebiyat onun için en kuvvetli ilaçtan daha etkiliydi. Hayata yine gülerek, matrak geçerek bakıyordu. Ne yaşamında, ne de öykülerinde hiç şikayet etmezdi. Şikayet yazıldığı anda edebiyat iç dökmeye dönüşüyor, derdi.Hastalığını yeni yazdığı bir öyküyü dostlarına okur gibi anlatıyordu. O ünlü ironik tavrıyla, vücut dilini kullanarak, özenli Türkçesiyle ameliyatını, bedeninin tepkilerini anlatıyordu. Çalışmak için masaya oturup edebiyatın sihirli dünyasına geçtiğimizde enerjisinin nasıl yükseldiğini, gözlerinin pırıl pırıl olduğunu hayretle gözlemliyorduk. Çalışma masasının üzerindeki emektar Omega marka portatif daktilosunun tuşlarının üzerinde “Ne olacak, ben de yazarım sizin yazdıklarınızı”, dercesine bir ifadeyle dolaşan kedisi Siyami’ye sevgiyle bakıyordu.

Rahatsızlığı artınca yeniden hastahaneye kaldırıldı. 

Hastahaneden telefon ederek iyileştiğini bir sonraki hafta yine evde bir araya gelip çalışabileceğimizi söylüyordu. Buna inancı da tamdı.

Onunla birlikte edebiyatın sihirli, zengin dünyasında yolculuğa çıkmıştık. O zaten Çetin Altan’ın dediği gibi “kendi yetiştiği özel fidelikle fidanlıktan; Türkiye’de ne limanı, ne de iskelesi bulunan, bir “yazı” okyanusuna fırlatmıştı kendini...O güzelim Türkçeyle, onca güzelim öykü ve çeviri”leriyle...Bizi de almıştı teknesine; edebiyatın en güzel ürünlerinin hoş esintisi ile yelkenlerimizi şişirip “kıyıdan açılmıştık.” Bize öykülerin dünyasından yaşadığımız hayata baktırdı. “Kuşa bin türlü bakmasını” öğrendik. Keşke bu yolculuk daha uzun sürseydi ve hatta hiç bitmeseydi. 2002 yılı adeta Tomris Uyar yılı olmuştu. Güzel Yazı Defteri ile Dünya Kitap Ödülü’nü almıştı. Peki ya 2003 yılı!?..Yazılmamış hiç bir konu yoktur, derdi. Önemli olan nasıl yazdığınızdır. “Hiçbir konusu olmayan bir kitap, hiçbir dış ögeden medet ummayan, yalnızca biçem gücüyle ayakta duran bir kitap” yazmaktı dileği... Öykü bir an sanatıdır..Bütün öyküler sona yakın bir yerde başlar, derdi. Ve aydınlanma anı: Bir gerçekle yüz yüze gelme.

***

Tomris Uyar, öykü dışında bir edebiyat türünü denemedi. Onun en belirgin yanı sadakattı. Bir kerecik olsun öyküye ihanet etmedi.Bir kerecik olsun öyküyü romanla aldatmadı.

Hiç şiir yazmadı, ama kendisine şiirler ithaf edildi. İkinci Yeni şairlerinin Turgut Uyar’ın, Cemal Süreya’nın, Edip Cansever’in kraliçeleri idi. Edip Cansever’in adadığı doğum günü şiirleri, öykülerinde yönlendirici kaynaklardan oldu. Bütün öykü yazarlarına sorulan “ne zaman roman yazacaksınız?” soruları artık onu bıktırmıyordu. Kendine has ironik tarzı ile yanıtlar veriyordu. Öykünün her ne kadar düz yazı türü olsa da şiirle akrabalığının daha fazla olduğuna inananlardandı. Sahi öykücülere neden roman yazmıyorsunuz, ya da ne zaman yazacaksınız sorusunu soranlar “şiir yazmayacak mısınız,” diye neden sormuyorlardı?Edebiyata ilk adım atışı çeviri ile olmuştu. Tomris Uyar'ın, Tagore'den ''Şekerden Bebek'' adlı ilk çevirisi 1962'de Varlık Dergisi’nde yayımlandı. Kuşkusuz Saint-Exupery’nin Küçük Prens’ini, Lewis Carroll’un Alice Harikalar Ülkesinde’sini onun çevirilerinden okuyarak büyüyen pek çok çocuk şimdi edebiyatın iyi okurları arasında yerini almıştır. Türkçe okurları Katherine Mansfield’i, Edgar Alan Poe’yu, Jorge Luis Borges’i, Juan Rolfe’u ve daha bir çok yabancı yazarı onun çevirileriyle sevdiler. Kendi ülkelerinin dilinde ve edebiyat anlayışında büyük yankılar yaratan girişimler gerçekleştirmiş edebiyatçılar dışında yabancı yazar çevirmedi. 

En son Pazar sohbetlerimizden birinde, kendisine yapılan bir teklifle ilgili olarak fikrimizi almak istedi. Cevabı kendisindeydi, ancak bizimle de paylaşmak istemişti. Madonna’nın yazdığı bir kitabın çevirisini önermişlerdi, hem de normal çeviri ücretlerinin çok üzerinde bir paraya. Kitabı bütün dünya ülkeleri ile eş zamanlı olarak Türkiye’de yayımlayacak yayınevi çevirinin muteber ve ünlü birisi tarafından yapılmasını istiyordu. Paraya mutlaka gereksinimi vardı. Ama reddetmişti. Bizim de aynı düşüncede oluşumuz onu mutlu etmişti.

Öyküleri ise çevirilerinden çok sonra gelmişti. Okuru ile buluşmakta hiç telaşlı değildi. Yaşamın ve yazmanın telaşa gelmeyeceğini söylüyordu. Şiirin telaşı kaldırabileceğini, öykününse kaldıramayacağını düşünüyordu. Çeviriyi seçmesinin nedeni İngilizceyi daha iyi öğrenmek değil, Türkçe’de dilinin kıvraklığını, esnekliğini sınamaktı. ''Kristin'' adlı ilk öyküsü 1965 yılında Türk Dili Dergisi’nde yayımlanmıştı. 1969 yılına kadar R.Tomris imzasını kullandı. İlk öyküleri “Papirüs” dergisi yangınında yandı. Onları unuttu. O dönemde insanı öykü yazmaya iten dergilerde; Memet Fuat’ın yönettiği “Yeni Dergi”de, Cemal Süreya ve Ülkü Tamer’le birlikte çıkardıkları “Papirüs”te, öyküleri yayımlandı. 1970’lerde ise ülkemiz çağdaş öykücülüğünün en önemli isimleri arasına yerini aldı. Arka arkaya güzelim öykü kitapları yayımlanmaya başladı; İpek ve Bakır (1971), Ödeşmeler(1973), Diz Boyu Papatyalar(1975) Yürekte Bukağı(1979), Yaz Düşleri/Düş Kışları(1981), Gece Gezen Kızlar(1983), Yaza Yolculuk(1989), Sekizinci Günah(1990), Otuzların Kadını(1995), Aramızdaki Şey(1997), Güzel Yazı Defteri(2002) ve günlükleri; Gündökümü(1981), Günlerin Tortusu(1985), Yazılı Günler(1989), Tanışma Anları(1995), Yüzleşmeler(2002).

***

“İnsan bir işe belli bir niyetle başlarsa o niyetten pek sapmadan ilerleyebiliyor.Beni yazmaya iten yazarlar başta hangileriyse bugün de aynı. Arada ufak değişikliklere raslarsam çok seviniyorum. Öykü idmanı için Çehov’u okuyorum hala, yazma keyfini kazanmak için Truman Capote’yi, Katherine Mansfield’i, Türk edebiyatıyla bağımı diri tutmak için Halit Ziya’yı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Reşat Nuri’yi, Sait Faik ile Sabahattin Ali’yi okuyorum,”diyordu.

“Yaşadığım ülkede ferahlatıcı yazılar yazılabileceğine inanmıyorum. Bayağılıklar, yolsuzluklar, kırımlar her an gözümün önündeyken. Oyalayıcı bir şey yazmaktansa kopkoyu bir karamsarlığı yeğlerim,” demişti.

Oktay Rifat’ın ölümünün ardından yazdıkları adeta kendi ayrılışını da anlatıyor:“Ülkemizdeki asi, hırçın, titiz, yalnız, has insanlar, aslında ortamdaki bayağılıktan ötürü ölüyorlar. Önce evlerine, sonra gitgide içlerine kapansalar da, sürülseler de, yakalarını bırakmayan o toplumsal bayağılıktan...İçki, sigara, kalp yetmezliği...Hepsi bahane.”

Biz sizi “uzun bir yolda yürürken” görmemiştik hiç! “Ölüm mü,bir gölün dibinde durgun uykudasın.”


(*) Bu yazı ilk kez 2003 yılında Dünya Kitap Dergisi'nde yayımlandı.



1 comment:

Anonymous said...

oturduğu koltuğun karşısındaki koltukta oturduğum ve saatlerce sohbet edişimiz canlandı gözümde...Çok kıymetliydi...Çok...