23 June 2005

Ömer Bey'in Kedisi ( Öykü ) / M. Hakkı Yazıcı





Ömer Bey’in Kedisi


Eve gelişi pek istem dahilinde olmamıştı. Ömer Bey’in küçük kızı bir gün küçük bir kese kağıdının içinde getirmişti, onu. Kese kağıdının içine baktıklarında minicik tekir kedi yavrusunu görünce çok şaşırmışlardı. Gözlerini bile açamıyor. İnsanın içini kıyan miyavlamasıyla kendisine pek de güzel acındırıyordu. 

Kedilere sempatisi olmayanlara bile sevdirecek bir sevimlilik vardı üzerinde. Kızının okul arkadaşının sevgili kedisi idi. Yaz tatiline gidecek arkadaşı ve ailesi yokken emanet edilecek birilerine ihtiyaç vardı. “Çok değil, canım. Sadece onbeş gün için.” Onbeş gün bir ay oldu. Emanet tekir yavrusunu geriye alacak olanlar hala yoktu. Bir süre daha geçtikten sonra kızının arkadaşının yaz tatiline gitmedikleri, subay olan babasının uzak bir Anadolu şehrine tayin olduğu öğrenildi. Bir emrivaki ile karşı karşıya olunduğu anlaşıldı. Yapacak bir şey yoktu. O zamana kadar kedileri sevmeyen Ömer Bey bu duruma alışmak zorundaydı. Kızı, karısı ve hatta oğlu bu yavru kedinin sokağa bırakılamayacağı konusunda fikir birliği içinde idiler. Zavallı minik yavrunun sokaktaki tehlikelere rağmen kapı dışarı edilmesi büyük hainlikti. Ve hatta vatan hainliği ile eşdeğerdi. Ömer Bey bu ilişkiyi tam kuramadı. Ama hayatı boyunca kendisini bir vatansever olarak niteleyen birisi olarak büyük bir baskı altındaydı. Çaresiz boyun eğdi. O günden itibaren aileye kabul edilen tekir, ailenin en itibarlı ferdi oluverdi. Ömer Bey’i yumuşatmak için ona rahmetli büyükannesinin ismi verildi.: Nazlı. En yumuşak koltuklarda uyukladı. Karısının çeyizi güzelim Bünyan halılarına pislemesine ses çıkarılmadı. Pastörize günlük sütle beslendi.

***
Bir gün, sokaktaki kötülüklerden korunmak amacıyla eve kabul edilen Nazlı’nın başına beklenmedik, talihsiz bir olay geldi. O gün, yavru kedinin şanssız bir günüydü . Aslında güzel, insanın içini ısıtan bir bahar günüydü. Günlerden pazardı.Yağmurlu, soğuk günlerin arkasından güneşli bu bahar gününün sabahında biraz hava alsın diye Ömer Bey, balkon kapısını açarak Nazlı’nın minderini bir köşeye yerleştirdi. Yavru tekiri de yumuşak minderin üzerine yatırdı. Kendisi de demlediği taze çayını yudumlayarak sabah gazetelerini okumaya başladı. Herşey çok güzeldi. Ağaçlar çiçeklerini açmış, ötüşen kuşlar sessizliği bozuyordu. Nazlı da günün güzelliğine kapılmış keyifli keyifli balkonda geziniyordu. Ömer Bey gazetelerine dalmıştı. Tekirin balkonun kenarından sarktığını farkedemedi. Tecrübesiz yavru başının ağır çekebileceğini ve tepetaklak bahçeye yuvarlanacağını hiç beklemiyordu. Ömer Bey, olayı bahçeden Nazlı’nın feryatlarını duyduğunda farketti. Elindeki gazeteleri fırlatıp bahçeye baktığında otların arasında sırtüstü düşmüş, feryadı figan miyavlayan Nazlı’yı ve başına üşüşmüş tüm mahlukatı gördü. Başta mahallenin bütün veletleri, haylaz sokak kedileri, köpekleri, sabahları çok erken öttüğü için mahallelinin yaka silktiği çil horoz ve hatta böcekler zavallı tekir yavrunun başına üşüşmüş bir tarafını çekiştiriyorlardı. Hepsi de sokak mahlukatı bu edepsizler, asil bir ev kedisi olan Nazlı’ya kıskançlıklarını kusuyorlardı, adeta. Ömer Bey, merdivenlerden nasıl inip, bahçeden, otların ve bütün bu mahlukatın arasından kediciğini kapıp eve getirdiğini hatırlamıyordu. Zavallıcık çok korkmuştu. Evdekiler, karısı, kızı, oğlu uyanmışlardı. Yavruyu okşayarak teskin ettiler.

Bu, Nazlı’nın hayatında bir dönüm noktası oldu. Bir daha değil dışarı çıkmak, balkona bile zorla çıkar oldu. Nice mart ayları,”mırtav” ayları, baharlar geçti. Ama Nazlı’yı dışarı çıkarmak mümkün olmadı.

***
Zaman içinde Ömer Bey Nazlı’ya, Nazlı Ömer Bey’e iyice bağlanmışlardı. Bağlanmak ne kelime aralarında adeta bir aşk vardı. Sanki başlangıçtaki Ömer Bey değildi, o. Nazlı aşağı, Nazlı yukarı. “Kızım” diye hitap ediyordu, sevgili kediciğine. Kediydi, mediydi ama kızı alınganlık göstermeye, “Baba, sen bunu bizden daha çok seviyorsun” diye sitem etmeye başlamıştı.

***
Ömer Bey’in hayatında her şey iyi gitmiyordu. Hele iş hayatı günden güne çekilmez bir hal almaya başlamıştı. İnsanlar iyice tuhaf olmuşlardı. Yalan, riya, birbirinin arkasından kuyusunu kazmak normal şeylerdi. Yıllarca emek verdiği işi artık ona çalışma sevinci vermiyordu. Yavaş yavaş kabuğuna çekilmeye başlamıştı. Sabahları işe giderken ayakları sanki geri geri gidiyordu. Akşamları da hiç bir yere takılmadan koşa koşa eve geliyor, günün sıkıntısını kediciğiyle ahbaplık ederek atmaya çalışıyordu. Eve girmeden, daha merdivenlerde iken Nazlı,onun geldiğini farkediyor, kapıya koşarak yanına geliyor, sevinçle bacaklarına sürtünüp, keyifle kırın sesi çıkarıyordu. Aslında bu, onun “Sen benim malımsın” mesajıydı. Ömer Bey’in bacağına sürtünerek, kokusunu geçirmekte, onu da kedileştirmekteydi.

***
Mesaiye erken gittiği günlerden birindeydi. İşe dalmıştı. Aslında çok fazla bir işi yoktu. Yine de elindeki işleri bitirmeye çalışıyordu.

Öğlene doğru genel müdür Rıza Bey’in sekreteri kendisini çağırdığını telefonla bildirdi. Hangi işle ilgili olduğunu anlayamamıştı. Yanına dosya almalı mıydı, ya kafadan cevaplayamayacağı bir konuyu sorarsa? Genel müdürün kapısını tıklatıp, içeri girdi. Rıza Bey güleryüzle karşıladı, yanında yardımcısı Selim Bey vardı. Oturması için masasının önündeki koltuğu gösterdi. Aslında o anda olan biteni anlamalıydı. Bu olağan bir davranışı değildi, adamın. Selim Bey de gülümsüyordu. Bu da normal bir şey değildi. Hiç sevmezlerdi birbirlerini. Adamın şirketi zarara sokan bir işini farketmiş ve zamanında uyarmıştı. Kendisine teşekkür etmişti falan ama fena halde bozulmuştu. O günden sonra hep soğuk davranmış, terfisini, normal ücret artışlarını hep engellemişti.

Konu havadan sudan memleket meselelerine, ekonomiye, kötü gidişe, şirketin içine düştüğü zorluklara geçti. Konuşmanın sonuna doğru Rıza Bey, ağzından baklayı çıkardı.:

“Zorunlu bir tenkisat yapmamız gerekiyor...”

Bu kadarı yeterdi. Gerisini dinlemedi. Arada bir iki laf duyuyor, genel müdürün ayakta el kol hareketleri ile yaptığı mimikleri görüyordu. Selim Bey, hiç konuşmuyor, kafasını kaldırmadan yere bakıyordu. Bir ara istemeden göz göze geldiler. “Sonunda yuvanı yaptım” der gibi bir yüz ifadesi vardı. Neden sonra konuşmanın bittiğini farketti. Sessizce odadan çıktı.

Masasına döndüğünde yüzü sararmış, ağzı kurumuştu. Gözleri de dolmuştu. Kimse farketmesin diye gözlerini masasına dikmiş bir şeylerle meşgulmüş gibi davranıyordu. Çekmecelerini açtı. Özel eşyalarını toplamaya başladı. Değiştirdiği kaçıncı işti. Hiçbir işinden kendi isteğiyle ayrılmamıştı. Bu sefer iş ciddi idi. Artık belki de çalışacak yeni bir iş bulamayacaktı. Hiç eksik olmayan ekonomik kriz iyice derinleşmiş, bütün ülkeyi kasıp kavurmaya başlamıştı.

Neyseki emekliliği hak kazanacak duruma gelmişti. Ama çalışabilecek gücü varken neden emekli olsundu.

***
Ömer Bey bir “konjonktür” kurbanıydı. Artık onun için zorunlu emeklilik günleri başlamıştı. Bütün gün dışarı çıkmadan evde oturuyor, Nazlı’la yarenlik ediyordu.

***
Kapı çalınmıştı. En üst katta oturan Perihan Hanımdı. Rahmetli eşini daha çok tanıyordu. Apartman boşluğunda, merdivenlerde karşılaşıp, selamlaşmanın ötesinde bir tanışıklıkları yoktu.

“Ömer Bey sizin kediyle bizim Tırmık’ı başgöz etsek. Sevaptır.”

Kan beynine sıçramıştı.

“Sağolun hanımefendi. Bizim kızımızla ilgili öyle bir planımız yok.” dedi kibarca, sakinliğini kaybetmemeye çalışarak.

Kapıyı kapattı. Çok kızmıştı.

Nazlı kapının arkasında sanki görüşmenin sonucunu bekler gibi tedirgin bakıyordu.

“Korkma kızım, ben seni ite köpeğe yedirtmem.”

Daha sonra Perihan Hanımla birkaç kez daha karşılaştılar. Kadıncağız belki fikrini değiştirmiştir diye konuyu bir daha açmaya yeltendi.

“Yok hanımefendi, bu konuyu bir daha görüşmek istemiyoruz.” diye geçiştirdi.

***
Bu hayvanlar aleminde en fazla kendisi gibi olan hayvan kediydi, herhalde. Neruda ne güzel de anlatmıştı şiirinde, kedilerin bu özelliğini :

“...İnsan balık olmak ister ya da kuş,/yılan, keşke kanatlarım olsaydı der,/köpeğe sorarsanız, o bir aslandır./Mühendisin tek özlemi şair olmaktır,/sinek kırlangıca özenir,/kanatlanıp uçmayı düşler şair./Oysa kedi/yalnızca kedi olmak ister/ve her kedi,/bıyıklarından kuyruğuna,/altıncı duyusundan fare avcılığına,/altın gözlerine gece karanlığında/salt kedidir...”

Ömer Bey de sadece kendisi olmak istiyordu. Ne Rıza Bey, ne de Selim Bey olmak istemiyordu. Sadece ve sadece Ömer Bey olmak istiyordu. Gerçi bu yaştan sonra artık bir başkası olabilecek durumu da yoktu ya.

***
Gene balkonda oturup gazeteleri karıştırdığı bir sabahtı. Galiba aylardan “mırtav ayı” idi. Dalmıştı. Kucağında keyif yapan Nazlı’nın gerildiğini farketti. Korkuyla miyavlamıştı. Nedenini anlamak için etrafına bakındı. Balkonun yanıbaşında, dallarını bahçeyi sararcasına yaymış gürbüz kiraz ağacına tırmanarak yerleşen komşunun kedisi Tırmık’ın bakışlarını Nazlı’ya dikmiş hareketlenmeye hazırlandığını gördü. Çapkın bakışlarında Tarkan’ın şarkısındaki “Yakalarsam...Mucuk, mucuk.” ifadeleri vardı. Hain kedi sapık emellerini gerçekleştirebilmek niyetiyle kurduğu planları uygulamak için ağaca çıkıp, sinsi sinsi sokularak balkonun dibine kadar gelmişti. Neredeyse bir sıçrayışta balkona giriverecekti. Nazlı iyice gerilmiş, kamburunu çıkarmıştı. Ömer Bey, hırsla ayağa kalktı. Tırmık’a atacak bir şeyler arandı. Ayağındaki terliği kaptığı gibi bütün gücüyle fırlattı. Terlık kaçamadan Tırmık’ın sırtına isabet etti. Yüzsüz, zampara kedi acıyla miyavlayarak kendini ağaçtan aşağı bırakıp, kaçtı. Öfkesi geçmeyen Ömer Bey bir ayağında terliğin öteki teki, diğer ayağı çıplak Tırmık’ı kovalamak için sokak kapısından fırlayıp, merdivenlerden topallaya topallay bahçeye indi. Kedi yediği darbeyle sersemlemiş bir halde bahçede dolanıyordu. Eline geçirdiği taşları fırlatarak koşturmaya başladı. Sokağın başına kadar kovaladı, Tırmık’ı. Nefes nefese eve dönerken üst katın balkonundan Perihan Hanım kızgınlıkla bağırdı.

“Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?!!”

“Lütfen kedinize sahip olun. Kızımızın etrafında dolaşmasın.”

Bu sefer Perihan Hanım sinirlenmişti. Balkondaki çiçekleri suladığı bir kova suyu aşağıya Ömer Bey’in üstüne boca ediverdi. Sırılsıklam olmuştu. Neyse önemli değildi. Nazlı’nın namusunu korumuştu., ya.

***
Nazlı’nın aileye katılmasının üzerinden çokca zaman geçmişti. Ve hatta Ömer Bey emekliye ayrılalı da epey olmuştu. Ömer Bey, iyice küskünleşmiş, zorunlu olmadıkça dışarı çıkmamaya başlamıştı. Sabah erkenden kalkıyor, çayını demledikten sonra koltuğuna oturuyor, kapıcının getirdiği gazeteleri okuyordu. Hava güzelse balkonda oturmayı tercih ediyordu. Yıldığı dünya ile bağlantısı adeta balkondan görülen sokak kadardı. Genellikle Nazlı da yattığı yerden kalkıp Ömer Bey’in kucağına zıplayıp, yatıyor, onun başını okşaması için kafasını avucuna uzatıyor, sevildiğinde gözlerini kısarak mırıldıyordu.

Bu hemen hemen her gün böyle oluyordu. Nazlı ile Ömer Bey arasında kıskanılacak bir sevgi ve dostluk ilişkisi oluşmuştu. Birbirleri dışındaki dünyada bilinmeyen tehlikeler, kötülükler vardı, sanki.

Ömer Bey’in bu hali karısını ve kızını ve oğlunu da üzmeye başlamıştı. Karısı kızgın bir anında :

“Sen de, kedin de birbirinize benzemeye başladınız.” demişti. Hele bir keresinde saçlarını tararken banyo lavabosuna dökülen saçlarını gösterip “Kedin gibi tüy döküyorsun” deyip kızmıştı.

Düşündükçe karısına hak veriyor, kendisi de gün geçtikçe daha da belirginleşen bu benzerlik ilişkisini hayretle farkediyordu..

***
Ömer Beyin karısı ille de “Bu ev bize artık küçük geliyor, değiştirelim.” diye tutturmuştu. Kafasına takmıştı bir kere. Aradılar taradılar yukarı mahallede, yeni yapılmış bir binada, daha büyükçe bir ev buldular. Aslında kullanışlı, tesisatları daha düzgün, iyi bir evdi. “Bu evi de kiraya veririz, evlenince de kız oturur.” Diye Ömer Beyi ikna etti, karısı. Senelerce oturdukları alıştıkları evlerinden, mahallelerinden ayrılmak zor geliyordu, ama oturdukları ev çok sorun yaratmaya başlamıştı. Bir gün elektrik tesisatında problem oluyordu, ertesi gün banyo akıtmaya başlıyordu. Alt kattakiler, üst kattakiler, bütün apartman sakinleri birbirine giriyordu. Artık bıkmış, usanmışlardı.

Ömer Beyin tazminatından ve biriktirdikleri tasarruflarından oluşan, bankada vadeli hesapta duran paralarıyla beğendikleri evi aldılar.

Taşınmak gözlerinde büyümüştü. Eşyaları hamallar taşımıştı, ama toparlanması, temizlenmesi derken bütün ev ahalisinin canı çıkmıştı.

Zavallı kedicik bir kenara sinmiş endişeli gözlerle olan biteni izliyordu.

Bütün eşyalar taşındıktan sonra Nazlı’yı bir karton kolinin içine koydular. Kolay olmadı kutunun içine koymak. Çok direndi. Ömer Bey’in elini tırmaladı. Tırmıklanan, kanayan eline bakarken şaşkınlığı yüzünden izleniyordu. Şaşkınlığı ve kırgınlığı. Nasıl olurdu da sevgili kediciği (-pardon kızı), onun elini tırmalardı?! Karton kolinin içinde canı çıkarcasına miyavlıyordu. Apartmanın dışına çıktıklarında sindi. Yeni evlerine geldiklerinde kutunun kapağı açılır açılmaz fırladı, kanapelerden birinin altına, erişilmesi zor bir köşeye saklandı. Ömer Bey, ne kadar tatlı dil döktüyse de sakinleştiremedi.

Çaresiz:

“Pekala sen de o zaman orada yat.” dedi, Ömer Bey.

Taşınma telaşı sona ermişti ama ev ahalisi de bitmişti. Erkenden yattılar.

Sabah erkenden uyandı, Ömer Bey. Bir süre nerede olduğunu algılayamadı. Neden sonra taşındıklarını artık yeni evlerinde olduğunu hatırladı. İlk işi kalkıp Nazlı’yı aramak oldu. Evin köşe bucak her tarafını aradı ama bulamadı. Yoktu. Sanki kuş olup uçmuştu. Ya da kedi olduğunun bilincine varıp kaçmıştı. Bahçeye çıkıp arandı. Sokakta aradı. Yoktu. Aklına eski evlerine bakmak geldi. Öyle ya kediler sahiplerine değil, evlerine bağlıydılar. Kapıyı açıp içeri girdiğinde tahmininde yanılmadığını gördü. Nazlı oradaydı. Ömer Bey’i gördüğünde sevinçle koşturup, bacağına sürtünüp, mırlamaya başladı.

***
Öğlene doğru Ömer Beyin karısı ve kızı Ömer Beyin de, Nazlı’nın da ortadan kaybolduklarını farkettiler. Bir yerlere gitmişlerdir, gelirler diye bir iki saat aldırmadılar. Ancak hala ortalıkta görünmeyince merak edip, endişelenmeye başladılar. En sonunda dayanamayıp aramaya çıktılar. Taşındıkları eski evlerine geldiklerinde Ömer Beyi de, Nazlı’yı da bıraktıkları eski çek yata uzanmış birlikte uyurken buldular.

Ömer Bey uyandığında aldığı kararı açıkladı. Yeni taşındıkları eve gelmeyecekti. Nazlı ile birlikte eski evlerinde yaşacaklardı.

“Kusura bakmayın ben kızımdan ayrılamam” dedi. Kızım dediği kediciğiydi. Öz kızından bile daha çok sevdiği ve giderek daha fazla birbirlerine benzeyen kedisi Nazlı.


(*) Bu öykü ilk kez Mayıs-Haziran 2003’de Kül Öykü Dergisi’nin 2. sayısında yayımlanmıştır.

No comments: