20 August 2023

Terzi Leonidas Efendi / Öykü




Terzi Leonidas Efendi

 

 

Haberi kendisinden önce gelmişti.

Mübadele zamanı gözlerinden akan yaşlarla kasabadan ayrılarak Yunanistan’a giden Leonidas Efendi, aradan geçen onca seneden sonra, sağlığı elverir, bir aksilik çıkmazsa karısı ve oğluyla ziyarete gelmek istiyordu.

Ara sıra gönderilen mektuplarla da olsa bağını hiç koparmadığı çocukluk arkadaşı Vasıf Bey’e yazdığı son mektubunu “Sevgili kardeşim, tanrı ölmeden önce eski memleketimi görme arzumu gerçekleştirmeme yardımcı olur umarım,” diye bitirmişti.

Leonidas Karayani...Terzi Leonidas Efendi...

Yıllarca bir kuş olsam da memleketime uçsam umudunu yüreğinde özlemle biriktirmişti.

Kasabanın yaşlıları bu gözütok, insan canlısı dostlarını, maharetli terzilerini unutmamışlardı. Ve hatta hikayelerini büyüklerinden dinleyen orta yaşlı kasaba insanları da...

Terzi kasabada herkes tarafından sevilirdi.

Onun gitmesiyle kasabanın ışıkları sönüvermişti sanki.

Bazen Vasıf Bey, Leonidas Efendi’nin mektuplarında yazdıklarını kasabanın kahvesinde oturur, tavla oynarken arkadaşlarına anlatırdı.

“Çok üzüldüm. Acıdım vallahi!  Hani bizde bir atasözü vardır: Terziye göç demişler, iğnem yanımda demiş. Ama onunki hiç de öyle kolay olmamış.”

Ailesi ile birlikte Ege’nin dünya güzeli kasabasından, memleketinden Yunanistan'a zoraki göçerken kalbi gibi iğnesi de kırılmış meğer.

Yeni hayatına uyum göstermekte çok zorlanmıştı. Uzun süre mesleğini icra edememişti.

Anadolu’dan göç edenlerin nerdeyse tamamı “yeni” yaşamlarına uzun yıllar alışamamışlardı. Kendilerini vatanlarındaymış gibi hissedememişlerdi.

Göçtükleri bu yeni ülkede, Yunanistan’da, kendilerini evlerindeymiş gibi hissetmek için bir arada yaşamışlardı. Yerleştikleri yerlere başlarına yeni (Nea) kelimesini ekleyerek geldikleri şehirlerin, kasabaların isimlerini koymuşlardı.

Leonidas Efendi ve ailesi, Atina’da İzmir’den gelenlerin yaşadığı Nea Zmirni semtinde oturuyordu.

Semt sakinlerinin toplaştıkları kahvehanelerde muhabbet dönüp dolaşıp eski memleket hikayelerine gelirdi hep.

***

Vasıf Bey, eski zamanları gençlere şöyle anlatıyordu:

"Bizim zamanımızda daha henüz öyle dükkanlar, hazır elbise mağazaları falan yoktu. Evde dikiş bilen birisi varsa, anamız, ninemiz, artık her kimse o dikerdi, yoksa terzilere diktirirdik.  

Zaten takım elbise dikimi usta terzi işiydi.

Terzinizin elindeki kumaşlardan seçebilir ya da dışarıdan kumaş tedarik edip terzinize götürebilirdiniz. Sonrasında mezura ile boy, basen, bel, göğüs, kol ve bacak boyu ölçünüz alınır, terziniz istediğiniz modele ve ölçülerinize göre bir kalıp çıkarır ve kumaşı biçer, keserdi.

Kumaş biçilip kalıba göre birleştirildikten sonra terziniz sizi provaya çağırırdı. Bu ilk provaya terzilik lisanında ‘çıplak prova’ denirdi. İkinci prova ise ‘telalı prova’ydı. Üçüncü ve genelde son olan provada artık elbise meydana çıkar, son rötuşlar yapılırdı. Elbiseniz hazır olduğunda teslim alır, güle güle giyerdiniz.”

Leonidas Efendi, ustasından öğrendiği mesleğini ilerletmiş, küçük dükkanını adeta bir moda evine dönüştürmüştü.

Terzilik mesleği altın bilezikti bir zamanlar. Usta terziler aynı anda birçok çırak yetiştirmelerine rağmen çırak seçerken mutlaka seçici davranırlarmış. Elinin yatkınlığı, gözlerinin sağlamlığı, dikkatli, sabırlı ve titiz olması bir çırak adayını tezgah başına geçiren önemli etkenlerdenmiş.

***

Leonidas Efendi, giderken dükkanını kıdemli kalfası Şerafettin’e devretmişti.

Adet böyleydi.

Şerafettin Bey, diğer çırakların arasından sıyrılmış, zamanla Leonidas Efendi kadar olmasa bile iyi bir terzi olmuştu.

On yaşında çırak olarak başladığı terzilik mesleğini bu küçük dükkanda devam ettirmiş, elinden iğne ve ipliği düşürmemişti.

Onun da haylazlık ettiği, ustasını kızdırdığı zamanlar olmuştu.

O sabırlı adamı çileden çıkarıp kızdırmak ayrı bir maharetti. Bir iki kere Leonidas Efendi kendine hakim olamayıp kulaklarını çekmişti. Zaten kocaman kulakları vardı. Arkadaşları arasında ustası çektiği için kulakları uzadı diye bir rivayet yayılmıştı. Adı kepçekulak Şerafettin’e çıkmıştı.

Hamarat bir çocuktu. Çıraklığında da, kalfalığında da ustasının eli ayağı olmuştu.

Sabahları dükkana ustasından önce gelir, temizliği yapar; ardından kömür ütüsünün külünü döker, temizler, yeni közleri hazırlardı.

Şerafettin Bey de yıllardır bıkmadan usanmadan aynı işi yapıyordu.  

Ancak siparişleri yetiştirmekte zorlandıkları günler geride kalmıştı. Müşterilerin isteği üzerine takım elbise ve özel pantolon dikmek yerine sökük ve paça tamiri ile ütü yaparak mesleğini sürdürmeye çalışıyordu. Artık allah ne verdiyse...Hazır giyim sektörü; pantolonlar, giysiler daha ucuz oluyordu. Nerdeyse işçilik parasına pantolonlar vardı konfeksiyon mağazalarında. İnsanlar genelde hazır giyimi tercih ediyordu. 

Sadık müşterileri olmasa Şerafettin Usta da ayakta duramazdı.

Ona rağmen her gün dükkanına giderek çok sevdiği mesleğini yapıyordu.

Ustasını aratmamak için elinden geleni yapmıştı.

Ustasının anısına saygıdan dükkanda hiçbir şeyi değiştirmedi. Sokaktaki tabelasını bile.

“Erkek terzisi Leonidas Karayani”

İşgüzar bir kaymakam Şerafettin Bey’i tabela konusunda uyarmıştı:

“Leonidas Efendi yok artık. Tabelayı değiştirmeniz uygun olur,” demişti.

Şerafettin Bey, başına dert almak istemedi. Yeni bir tabela yaptırmayı, “Altın Makas erkek terzihanesi” yazdırmayı düşündü. Bir arkadaşının Türkiye’de neredeyse her şehir ve kasabada “Altın Makas” isimli bir terzi dükkanı olduğunu söylemesi üzerine vazgeçti.

Leonidas isminin üzerine bir makas deseni yaptırıp, monte etti. Tabelada sadece makas resminin yanında “Erkek terzihanesi” yazıyordu.

***

Leonidas Efendi, kasabada yaşadığı yıllarda oranın sadece terzisi değildi.

Küsleri barıştıran. Çaresizlere derman olmaya çalışan bir kasaba bilgesiydi aynı zamanda.

Zamanının boş kısmını fakir fukara için bir kaç parça giysi dikmek için harcardı.

Okula başlayan bütün çocukların önlükleri onun elinden çıkardı.

Hali vakti yerinde olana parasına, olmayana duasına elbise dikmişti senelerce.

Parası olmayan dikiş bedeli yerine üzümünü, kavununu, incirini, zeytinini verirmiş.

İyi bir terziydi. Pek büyük sayılmayan dükkanında sabahlara kadar uğraşıp didinirdi.

En önemlisi dürüst bir esnaftı.

Konuşmalar arasında Leonidas Efendi’nin dürüstlüğüne sıra geldiğinde kasabalıların aklına eski bir olay gelir gülerlerdi:

Yakın kasabalardan birinde başka bir terzi varmış: Terzi Remzi.

Arkasından üç kağıtçı Remzi diye konuşurlarmış.

Müşterilerinden biri takım elbise diktirmek için İstanbul’dan, bir tüccardan pahalı bir İngiliz kumaşı almış, getirmiş.

Birinci prova, ikinci prova derken artık elbise bitme aşamasına gelmiş. Müşteri elbisesini almak için heyecanla terzinin dükkanına gitmiş. Beklerken kapıdan içeri sekiz dokuz yaşlarında bir oğlan çocuğu girmiş. Terzi Remzi’nin küçük oğlu... Müşteri bir bakmış çocuğun üzerindeki pantolon kendi getirdiği kumaştan arta kalan parçadan yapılmış.

Bereket versin sıska, çelimsiz bir oğlanmış.

Kızmış, bir tuhaf olmuş, ama anlamamış gibi davranıp, yüzlememiş.

Bir keresinde bu olay konuşulduğunda Vasıf Bey, içini çekerek, “Eee, herkes aynı değil. Bu tür şeyler yaşanınca dürüst insanların değeri daha çok anlaşılıyor. Öyle değil mi?” demişti.

O devirde terziler önemli adamlardı.

Kasabanın bütün ileri gelenleri; kaymakam, belediye başkanı, hakim, savcı, doktor bey, okul müdürü, hepsi Leonidas Efendi’nin müşterileriydi. Tüccarlar, eşraftan zenginler, damat adayları...

Kasabalılar onu hiç unutmamışlardı. Fırsatı geldikçe adını anarlardı.

Yerel inanışlara göre de terziliğin önemli bir yeri vardı.

Rüyalarda terzi dükkanı görülmesi kısmet ve rızka delalet ederdi. Herkes için iyiliğe ve adalete işaretti.

Güya rüyada terziden yeni elbise almak zenginler için daha çok mala, yoksullar için refaha, memurlar için bir üst makama terfiye, tüccarlar için bereketli kazançlara, çiftçi için bereketli topraklara, diğer insanlar için ucuzluğa, kalp temizliğine, hamile kadının sağlıklı evlat doğurmasına tabir edilirdi.

Hatice nine, balkonundan, karşı pencereye Avniye ablaya seslendi:

“Kız, duydun mu terzi Leonidas Efendi, geliyormuş.”

“Duydum abla, duydum. Hayırlara vesile olur inşallah.”

***

Haber çabuk yayılmıştı.

Leonidas’ın akranı kasabanın yaşlıları dolaplarında hala muhafaza ettikleri güvelerin iştahını kırmak için keskin ve kendine özgü bir kokulu naftalinlerle korunan takım elbiselerini askılarından indirdiler, torbalarından çıkardılar.

Senelerdir giyilmemiş naftalinli elbiseler, kasabanın ihtiyarlarının yaşlanınca ufalmış bedenlerine bir iki beden bol oluvermişti.

Zamana yenik düşüp, bu dünyadan göçenlerin bir kısmının da oğulları, torunları elbiseleri giydiler.

1960’lı yıllardan birinin güzel, güneşli bir günüydü kocaman siyah bir araba kasabanın yukarı çarşısındaki meydana girince etraftaki kahvelerde bekleşenler sevgili terzilerini karşılamak için ayaklandılar, dışarı fırladılar.

Otomobil meydandaki koca çınarın altına yanaşıp, parketti.

Arabadan önce Leonidas’ın oğlu ve gelini, arkadan hanımı ve Leonidas indi.

Kasabalılar arabanın etrafını sarıp, alkışlar ve ıslıklarla eski dostlarını selamladılar.

Birden naftalin kokan takım elbiseli bir kalabalığın arasında kalan Leonidas şaşırdı.

Yaşlılardan Hafize teyze:

“Abovvv, bizim terzi hiç değişmemiş. Buradan göçerkene neydiyse aynısı.”

Avniye teyze, uyardı:

“Kız, o, Leonidas Efendi değil, oğlu. Terzi şu arkadaki ihtiyar.”

“Aaa, o da kocalmış disene.”

Bu konuşma geçen zamanı özetliyordu:

Oğlu yaşında kasabadan göçen terzi Leonidas Efendi, seksenlik bir ihtiyar olarak dönmüş, memleketini ziyaret ediyordu.

Bastonuna yaslanarak etrafını saran kalabalığı dikkatli gözlerle taradı.

Elbiseleri hayret verecek derecede hatırlıyordu.

“Sen, Mahmut Bey’in oğlusun galiba?”

“Evet, nerden anladınız?”

“Elbiseden. Kumaşından.”

“Kendisi biraz rahatsız, çok istedi, ama gelemedi. Evde.”

“O zaman biz gideriz ona.”

***

Şerafettin Bey, dükkanından fırlayıp ustasını karşılamaya çıktı.

Üzerinde ustasının ona diktiği damatlık elbisesi vardı. Naftalin kokusu dolapta muhafaza edilen bu elbiseye de sinmişti, ama önemli değildi.

Leonidas Efendi’nin üzerinde de o günün anısına kalfasının ona diktiği takım elbise vardı.

Karşılaşmaları çok duygusal anlar yaşamalarına neden oldu. İkisi de ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı.

Şerafettin Bey, Leonidas Efendi’nin elini yakalayıp öptü. Ustası elini kaçırmadı. Usta çırak ilişkisinin bir geleneği idi bu.

Çırak ustasını hiç unutmamış, yokluğunda güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmamıştı.

Leonidas Efendi, yıllarını geçirdiği eski dükkanına girip, kesim masasının arkasındaki arkalıklı koltuğuna oturdu.

Getirilen kahvesini yudumlarken hiç konuşmadan her şeyi gözden geçirdi.

Kesim makası, iğnedenlik, yüksüğü, mezurası, dikiş makinası, hepsi yerli yerindeydi.

Gözleri buğulu, “Yahu neredeyse hiçbir şey değişmemiş sanki. Duvarlardaki resimler bile aynı,” dedi.

Çırağına bakıp, “Terzi, sadece elbise değil, gönül yapmayı da biliyor, kerata,” dedi.

O sırada Leonidas Efendi’nin duvardaki eski saatinin guguk kuşu onu onaylamak istermiş gibi başını çıkarıp günün yeni bir saatinin başladığını haber verdi.