23 June 2005

Göynük




GÖYNÜK: Bir doğa resitali ve zaman tünelinde yolculuk...


“Hocam benim arabaya bir daha aşık oldum; TEM’den bir topukladım, tam üç saat oniki dakikada Ankara’ya ulaştım.”
“İyi halt yedin!”
“Öyle deme hocam! Uçakta yer yoktu, ihaleye yetişmem lazımdı. Yoksa yapmam bilirsin.”

Hep acelemiz var; bir yerlere, bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz. Hayatın anlamını rakı masalarında sorguluyoruz.

Acelemizin olmadığı bir hafta sonunda, Ankara’ya o acelecilerin gitmediği yollardan gittik. Paralı yoldan Bilecik çıkışından ayrılıp, Geyve, Taraklı üzerinden Göynük’e gittik. Yol kenarında sıralanan pınarlardan kana kana su iç içtik.

Dönüşte de gene yoldan çıkıp aşçıların memleketi Mengen’e uğrayıp yemek yedik.

Zaman, yol boyunca pınarlardan içtiğimiz serin sular gibi avucumuzdan akıp gidiyor. Sıkı sıkıya tutmaya çalışsak da bileklerimizden, parmaklarımızın arasından akıyor sular. En iyisi doya doya yudumlamak, tadını çıkarmak. Hayatın da, serin suların da...


Vadinin İçine Gizlenmiş Bir Güzel Belde

Göynük, doğuda Kocaman, kuzeyde de Kapıorman dağları gibi Köroğlu Dağlarının uzantılarının engebelendirdiği vadinin ortasında yer alıyor.

Yamaçlarda ağaçlar, bahar çiçekleri...Vadi, sarıçam, ıhlamur, kayın ve palamut meşesi ağaçlarıyla süslenmiş. Bu doğa insanı çıldırtır, yoldan çıkarır. Biz çıktık; yoldan değil de TEM’den. Yalnız doğa mı? İnsan vadiye girdiğinde kendini zaman tünelinde gibi hissediyor. Tarihi yapıları gezip, daracık sokaklarda evlerin arasından yürürken sanki eski zamanda yolculuk ediyorsunuz.

Göynük, eski Türkçe bir kelime olup, ormanda açılmış yer anlamına geliyor. Kasabanın tam ortasından Kapıorman Dağından kaynaklanan akarsular ve Söğüt Gölünün fazla sularıyla beslenen Göynük Deresi akıyor. Biz gittiğimizde baharın yağmurlu bir günüydü ve Göynük Deresi en coşkulu türkülerini söyleyerek akıyordu. TEM’deki acelecilerden kaçalım derken Sakarya Nehrine kavuşmak için acele eden, güldür güldür akan dereyle karşılaştık. Derenin iki yanında vadi boyunca yukarılara kadar, Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden, Bağdadi sıvalı, yaklaşık yüz yüzelli yıllık, geleneksel eski Göynük evleri, Safranbolu evlerini kıskandırırcasına sıralanıyordu.


Zaman Tünelinde Yolculuk

Kasabaya girerken “Diyar-ı Akşemseddin’e hoşgeldiniz.” yazısı ile karşılaşıyorsunuz. Akşemseddin, Göynük için çok önemli.

Asıl adı Mehmed Şemseddin Bin Hamza olan Akşemseddin, Şam doğumludur (Doğumu 1389). Soyunun ikinci halife Hz. Ebubekir’e kadar uzandığı söylenir. Giysilerinin renginden, ak sakalı ve saçından dolayı kendisine Ak Şemseddin lakabı verilmiştir. Çocukluğunda ailesiyle birlikte Anadolu’ya gelir. Babasından ve başka din bilginlerinden ders alır, Osmancık’a müderris, bir zaman sonra Ankara’ya giderek Hacı bayram Veli’nin müridi olur.

Bir rivayete göre Sultan İkinci Murad bir gün Hacı Bayram Veli’yi ziyarete gelir. Yanında henüz dört yaşındaki oğlu şehzade Mehmed vardır. Veli’nin elini öperler. Sohbet sırasında Sultan Murad, “İstanbul’u almak nasip olur mu?” diye sorar. Hacı Bayram Veli, “Allah ömrünüzü ve devletinizi uzun etsin. Ama İstanbul’un alındığını ne sen göreceksin, ne de ben,”der. Daha sonra kenarda oynayan küçük Mehmed’i ve Akşemseddin’i göstererek, “Bu çocuk ve cu adam görürler,”der.

Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed’in babası Sultan İkinci Murad’ın emir ve isteği üzerine Hacı Bayram Veli tarafından Şehzade Mehmed (Fatih)’in eğitimi için görevlendirilir.Fatih Sultan Mehmed’i hocası olarak İstanbul’un fethine hazırlar. Hacı Bayram Veli ölünce onun yerine geçer. Göynük’e yerleşir ve Bayramilik tarikatının Melamilik kolunu oradan yönetir.Tıp alanında yaptığı buluşlarla da ün yapan Akşemseddin, hastalıklara neden olan mikropları ilk kez tespit edip, açıklayan kişi olarak bilinir.

Fatih Sultan Mehmed’in daveti üzerine Akşemseddin İstanbul kuşatmasına katılır. İstanbul’un alınmasının bir peygamber dileği olduğunu askerlere telkin ederek onları yüreklendirir.

İstanbul’un fethinden sonra yeniden Göynük’e döner. Yaşamının geri kalan kısmını orada geçirir. Göynük’e gidip görenler ulema sınıfından olan Akşemseddin’in İstanbul’un ilerideki hal-i perişanını daha o zamandan farkedip kaçtığını, o doğa harikasına sığındığını görüp takdir edeceklerdir.1459’da ölümünden sonra Akşemseddin’in türbesi Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır.


Tarihte Göynük

Güzellik başa bela... Tarih boyunca Göynük’ün ziyaretçisi hiç eksik olmamış. Bu kadar güzel bir doğaya sahip olunca beldenin de geleni geçeni, yerleşeni çok oluyor, haliyle. Tarih boyunca Frigler, Lidyalılar, Romalılar Bizanslılar, Selçuklular ve en sonunda da Osmanlıların yerleşkesi oluyor. Bunlar bilebildiklerimiz.

Bizden önce Göynük’ü gezenlerden ünlü Arap gezgini İbn Battuta, 1290’larda ziyaret ettiği burayı tamamen Ortodoksların yaşadığı bir yerleşke olarak anlatmıştır. Selçuklu araştırmalarının en önemli isimlerinden biri olan Prof. Osman Turan’ın aktardıklarına göre; 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türkler büyük kitleler halinde Anadolu’ya gelmeye başlamışlar, takip eden yüz yıl içinde o dönemde Anadolu’da yerleşik yerli ahalinin yaklaşık yüzde otuzbeşi müslümanlaşarak Türkleşmiştir. Göynük bu bakımdan önemli bir örnek oluşturmaktadır. Halkının 1350’li yıllarda tümüyle müslümanlaştığı, Bizans ile yapılan bir antlaşma gereği İstanbul’da oluşturulacak Osmanlı-Müslüman kolonisine iyi Rumca bildikleri için bu insanların yerleştirildikleri bilinmektedir.

Daha sonraları 1600’lü yıllarda yaşayan, rüyasında Peygamberi görüp, “Şefaat ya Resulallah” diyecek yerde şaşırıp “seyahat ya Resulallah” dediği için gezgin olduğunu söyleyen Evliya Çelebi, o zamanın Göynük’ünü, “8 mahallesi, 2000 kadar evi vardır, ahalisi tamamen Türktür. 20 Sıbyan mektebi varsa da medrese yoktur...Bolu Sancak Beyliği hakinde olup yüzelli akçelik kazadır. Kethuda yeri ve Kethuda Serdarı vardır....Ama kalesine Rum tarihlerinde ‘Aleksandros’ derler,” diye anlatıyor. Sanki Göynük o zamandan bu zamana hiç değişmeden gelmiş.


Önemli Tarihi Yapılar ve Göynük Evleri

Bir görüşte aşık olacağınız beldelerden Göynük. Sihirli dokusuyla geçmiş yüzyılların mirası... Akşemseddin’in Türbesi, Gazi Süleyman Paşa Camii ve Hamamı, Ömer Sekkin Türbesi, Zafer Kulesi ve tabiiki eski Göynük evleri görülmesi gerekli yerler.

Akşemseddin’in türbesi, Göynük’ün tam ortasında, derenin kenarında, Gazi Süleyman Paşa Camisi’nin avlusundadır. 1464 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmış, kefeki taşından altıgen planlı bir yapıdır.

Gazi Süleyman Paşa Camii, 1331-35 yılları arasında ahşap olarak Sultan Orhan’ın oğlu Gazi Süleyman Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bu cami ilk Osmanlı eserlerindendir.

14. Yüzyıla ait Gazi Süleyman Paşa Hamamı Gazi Süleyman Paşa Camiinin batısındadır. Dış duvarları tamamen kesme taştan yapılmıştır. Bu hamam bünümüzde de halen hamam olarak kullanılmaktadır.

15. yüzyıl yapısı olan Akşemseddin’in arkadaşı ve Hacı Bayram Veli’nin müridi Ömer Sekkin’in türbesi de Göynük’ün diğer önemli tarihsel yapılarındandır.

Vadinin iki yanında, dere kenarından başlayarak tepelere kadar yüz-yüzelli yıllık eski evler sıralanıyor. Sırtları yamaca dayalı iki üç katlı evler, konaklar, ahşap dolgu sistemi ile yapılmış, Türk mimarisinin en güzel örneklerinden. Evler, 1967 yılından ODTÜ’nün desteği ile başlatılan çalışmalar sonunda 1983 yılında burası SİT alanı ilan edilerek korumaya alınmış. Bu evlerin en güzelleri, Hikmet Yerlikaya Evi, Müderrisoğlu Konağı, Pulcular Evi ve Yahya Evi.

Daracık, parke taşı döşeli sokaklardan yukarı doğru tırmandığınızda vadiyi ve Göynük evlerini yukarıdan gören Zafer Kulesi’nin olduğu tepeye ulaşıyorsunuz. Bu arada yolda raslaştığınız nur yüzlü kasaba insanlarının “merhaba”larından, “hoşgeldin”lerinden sepetinize bolca doldurun sonra mutlaka lazım olacaktır. Kasabanın simgelerinden olan Zafer Kulesi, 1922 yılında Sakarya Zaferi’nin anısına Kaymakam Hurşit Bey tarafından yaptırılmış. Bu kuleden Göynük’e ve vadiye tepeden, kuşbakışı baktığınızda büyülü panoramik görüntüyle şaşkına dönüyorsunuz. Ahşap saat kulesi 2001 yılında yanmış, yerine bir benzeri yapılmış. Ama asla kendisi değil. Saat kulesinde şimdilik saat yok. Adı da Zafer Kulesi. Hediyelik eşyaların üzerinde Akşemseddin’in Türbesiyle birlikte Zafer Kulesi’nin resimleri yer alıyor.

***

Vakti olanlar Göynük’ün çevresindeki göllere de gidebilirler. Sülüklü Göl, orman içindeki Sünnet Gölü, Çubuk Gölü birer doğa harikası.

Mişli mışlı anlatılara göre Fatih Sultan Mehmet, aslen Mengen’li bir paşasını saray mutfağından sorumlu bir göreve atamış. Mengenli paşa da mutfak işleri için kendi hemşehrilerini getirtmiş. Bulaşıkçılar dahil, ahçı yamakları, ahçılardan oluşan tüm saray mutfağı kadrosunu nerdeyse tamamı Mengenlilerden oluşmuş. Bu Mengen’li ahçıların tarihinin başlangıcı oluyor.Usta çırak ilişkisi ile ahçılığı öğrenen Mengen’liler, tüm yurda ve hatta yurtdışına yayılarak ünlerini yayıyorlar.

Biz, dönüşte de Mengen’e uğradık Müdür2 lokantasında kendimize güzel bir ziyafet çektik. Kuzu kavurma, ... ve kaymaklı ekmek kadayıfı harikaydı. Müdür2 lokantasının dediğine göre Mengen’li ahçıların hemen hemen tamamı gurbette imiş. Büyük otellerde, restoranlarda çalışıyorlarmış. Olsun biz gene de yediklerimizden çok memnun kaldık. Bir daha ki sefere de belki karşıdaki Konak Lokantası’nda yeriz.

Dergi, Haziran başında çıktığı için size erken bilgi veremedik, şansınızı kaybettiniz. Her sene Mayıs ayının son haftasının Pazar günü “Akşemseddin’i Anma ve Sempozyumu” yapılıyor. 10 Ekim’de de “Göynük Bayramı” var. Bu arada her yıl Ağustos ayının ilk hafta sonunda da “Mengen Aşçılık ve Turizm Festivali”nin olduğunu da unutmayın. Gelip geçerken uğramanızı salık veririz.

Herkese uzun ve nitelikli ömürler...


(*) Bu yazı ilk kez Baraka Dergisi'nde yayımlanmıştır.


No comments: