15 November 2019

Kuş mevsimi (Kısa öykü) / M. Hakkı Yazıcı




Kuş mevsimi


Kış, geride kalmış; ağaçlar yapraklarını, çiçeklerini açmıştı.
Ağaç dalları, baharın sevincini yaşayan her cinsten kuşla dolmuştu. Adeta kış mevsiminin ardından “kuş mevsimi” yaşanıyordu.
Dedesi Bıcırık’ın kaçtığını anlamamıştı. Babasının İzmir’den satınalıp getirdiği sarı kanaryayı Bıcırık zannediyordu. Ama içinde yine de bir sıkıntı vardı; Bıcırık günün birinde geri dönerse “Bu benim Bıcırık’ım ise, şu kafesteki kuş neyin nesi?” der diye korkuyordu.
İşte o zaman yaptıkları ortaya çıkacaktı.
Ne cevap verecekti?
Dolaşırken gözü yine hep gökyüzünde idi.
Leylekler, eski fabrikanın yıkık bacasının kalan kısmının tepesine yuva yapmıştı. Dişi leyleğin yumurtalarından bir süre sonra yavruları çıktı.
Leyleklerin yavrularını ihtimamla beslemeleri seyredilecek şeydi. Uzaktan güzel gözüküyordu, ama onların dikkatli olmaları gereken tehlikeler de vardı.
Dedesiyle dolaştığı günlerden birinde gökyüzünde yükseklerde uçan bir kartal gördüler.
Kartal yuvadaki yavruları farketmiş, leyleklerin dikkatsiz anlarını yakalamak umuduyla havada dönüp duruyordu.
Eyvah ki, eyvah!
Ancak kartal galiba havasını alacaktı, çünkü leylekler durumu sezmiş, yuvanın etrafından hiç uzaklaşmıyorlardı.
Dedesi, kendisi şahit olmayıp babasından dinlediği eski bir olayı anlattı.
Bir zamanlar 1930’lu yıllarda kartallar ve leylekler korkunç bir savaşa girişmişlerdi. Her iki taraftan da çok sayıda kuş ölmüştü. Sonunda köylülerin leyleklere destek olması, gelen askeri bir birliğin kartallara ateş açması sonunda leylekler savaştan zaferle çıkmışlardı.
Dedesi, bunu ballandıra ballandıra anlatıyordu.
Sonunda kartal dolaşıp durmaktan sıkılıp, yoruldu; başka bir av bulmak ümidiyle gitti. Leylekler de rahat bir nefes aldılar.
Muhtemelen Bıcırık da yırtıcı bir kuş tarafından avlanmıştı. O ana kadar dönmediğine göre durum böyleydi.
Dedesi, bir gün civar bahçelerden birinde komşu kedilerinden birisini çatıdan düşmüş karga yavrusunu avlama hazırlığında iken görmüş, yerden aldığı taşı fırlatıp, kovalamıştı.
Kaçıp giden kedinin hevesi kursağında kalmıştı.
Yaralı yavru kargayı dedesi eve getirdi. Yaralarını merhemle iyileştirdi. Elleriyle besledi.
Bahçedeki kümesteki horozu ve tavukları, çatı aralığına yuva yapanları da sayarsak evdeki kuşların sayısı artmıştı.
Karga bir süre sonra iyileşti, büyüdü, irileşti. Aynı Bıcırık gibi dedesine alıştı. Bir evcil hayvan gibi onu takip ediyordu. Dedesi de omuzunda onunla dolaşıyordu.
Bazen karşısına alıp, aynı karga gibi “Gak” diye bağırıyordu.
Karga da ona adeta aynı dilden cevap veriyordu:
“Gak!”
Adını da “Gak” koydu.
“Bak, benimle nasıl konuşuyor,” kargaya dönüp “Gak!” diye bağırıyordu.
Karganın cevabı gecikmiyordu:
“Gak, gaakkk.”
Dedesi, bu karganın da diğer kuşların gelip ona anlattığı masalları, uzak diyarlarda olan olayları bildiğini, yaramazlık yapmazsa gece yatmadan önce ona anlatacağını söylüyordu.
“Bu kargalar dünyanın en akıllı yaratıklarından,” diyordu.
Oysa yine onun anlattığı La Fontain’in “Karga ile tilki” masalını dinledikten sonra kargalar gözünden düşmüştü; akıllı olduklarına dair inancı kalmamıştı.
“Yok dede, kargalar senin dediğin kadar akıllı değil,” dedi.
Annesinden öğrendiği tekerlemeyle dedesini kızdırıyordu.
“Karga, karga, gak dedi, çık şu dala bak dedi, çıktım baktım o dala, şu karga ne budala.”

No comments: