23 November 2019

Kahveci kral ( Öykü ) / M. Hakkı Yazıcı



Kahveci kral

“Abi valla sana benziyo.”
Böyle demişti Halim, kahveci Osman’a.
Hani bu yıl havaların kötü bir sürprizi olmuş, mahsul az olmuş, Halim de işsiz kalmıştı ya; epeyce aylak aylak dolaştıktan sonra kasabanın yakınında başlayan arkeolojik kazılarda bir iş bulmuştu.
İşinden memnundu. İyice havaya girmişti.
“Abiler, bizim kasabanın talihi değişcek gari, turist kayneycek buraları,” diyordu.
Kasabaya bir anda kazılar için gelen arkeologlar doluşmuştu.
Arkeolog kimdir, nedir? Köylüler bilmediklerinden birbirlerine soruyorlardı.
Halim, öğrenmişti; ezbere söylüyordu cevabını: “Arkeolog, yazın kavurucu sıcağında, tozun toprağın içinde çalışan, fakat bulduğu en ufak bir eserle bulunduğu ortamı unutan, heyecanlanan ve yüzünde bir tebessüm oluşan kişidir.”
Devamla:
“Maalesef memlekette iş bulamıyorlar. Burada adam yok gibi dışarıdan adam getirtiliyor,” diyordu.
Halim’lerin başındaki arkeolog da Alman’dı. Diğer arkeologlar onun çok ünlü bir adam olduğunu söylüyorlardı. Sert ve disiplinli bir adamdı. Yok, efendim sıcaklık kırk dereceye vurmuşmuş, güneş bedenlerini kavurmuşmuş; aldırdığı yoktu. Bu yüzden de Halim’in onu çok sevmesi mümkün değildi.
Kazılar, Tenekeci İsmail’in tarlasında yapılıyordu.
Herkes kasabada tarihi kalıntılar bulunmasına sevinirken o mutsuzdu.
“Kiminin toprağında petrol çıkar, kiminin toprağı bereketlidir yılda iki ürün verir; bizimkinden de şansımıza tarih çıktı. Gari ne işimize yarıyacağsa!” diye söylene söylene dolaşıyordu.
“İyi de emmi, fena mı oldu? Köyün gençlerine iş çıktı,” diyenlere de küfürü basıyordu.
***
Bir sabah bir kral heykeli bulmuşlardı. Halim, çaktırmadan cep telefonuyla bir iki fotoğrafını çekmişti.
Dikkatli bakınca kralın kahveci Osman Abiye tıpatıp benzediğini farketmişti.
Öğle molasında bir koşu gidip, soluğu kahvede aldı.
Heyecanla haberi iletti, ama Osman’ın tepesini attırmıştı.
“Get lan olum, senle mi uğraşcem şincik! Millet çay bekleyo, sen gelmiş benle maytap geçiyon.”
“Abi, sen şişeyi yarıladığın zaman hep alemin kralı benim lan demez miydin?”
“Lan oğlum, o işin gırgırı.”
***
Havadis kasabada tez yayıldı.
Kahveye dalan ocağa doğru selam sarkıtıp, “Selamünaleyküm haşmetmeap,” diyordu.
Arka masalardan biri kimdi bilmiyorum, “Kahveciler kralı!” diye bağırdı.
Bir diğeri:
“Kral bizim kahveci, akideşler. Bizim kralımız.”
Osman, sonunda “Ulan olum, şakanın bokunu çıkardınız artıkın, yete gari!” diye kızıp, elindeki çay tepsisini tezgaha doğru fırlattı.
Ocakta kaynayan semaver suyunu tüketmişti, nerdeyse patlayacaktı. Kirli bardaklar tezgahın içinde birikmişti.
Kimsenin zaten çay beklediği yoktu. Köylülere eğlenecek bir konu çıkmıştı.
Adem dayı, şakayı iyice ileri götürüp, çekilen kral heykeli fotoğrafını Arif’in fotoğrafhanesinde büyüttürüp, bastırmış, bir güzel çerçevelettirip, kahveye getirmişti.
“Kahvecilerin kralı Osman akideş, al sana hedayesi de benden. Duvara asıver gari didenin resmini.”
***
Birkaç gün sonra Osman, olaya biraz alışsa da suratından düşen hala bin parçaydı.
Bir sabah erken saatlerde yoldan geçen kasabalılar onu ortaokulun bahçesinde bir ağacın gölgesine oturmuş, tarih hocası Engin Beyle hararetli hararetli bir şeyler konuşurken gördüler.
“Hocam biz Orta Asya’dan göçmedik mi?”
“Evet, Osman abi.”
Koltuğunun altında gazeteye sarılı kralın resmini gösterip:
“Peki, bu kral kaç yaşında?”
“Bilemem abi.”
“Dini bütün bir adama benziyor.”
“Belki de.”
“Müslüman bir adam besbelli… Yüzünden anlaşılıyor.”
“O mümkün değil Osman Abi. Bu adam İsa Peygamber bile daha doğmamışken, ondan kim bilir kaç yüz yıl önce yaşamış. Kesin bilgi değil, ama bu kralın yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce yaşadığını duydum. Yani adam İsa Peygamberden en az dört yüz yıl, Hazreti Muhammet’ten de dokuz yüz yetmiş yıl önce doğmuş.”
“Hadi ya! Nası oluyo da, böle oluyo? Anlayamadım akideş…”
Bir düşüncedir aldı kahveci Osman’ı.
***
Ertesi haftanın haberi daha büyük bir bombaydı. Kralın mezarına da ulaşmışlar, yanı başında da kralla birlikte gömülen içi altın paralar, mücevherler, takılarla dolu bir küp bulmuşlardı.
“Akideş,” diye takıldı, Mustafa emmi “Bu senin kral diden çok da zenginmiş herhal.”
“Fesupanallah,” diye söylendi kahveci Osman.
Uykusuz geçen birkaç geceden sonra Osman bir sabah erkenden karısı Gülşen yengeyi de koluna takıp, soluğu dava vekili Hasan Beyin yazıhanesinde aldı.
“Hasan abi, bene usturuplu bir istida yazıveriveğ gari sana zahmet. Kazıda mezarı ortaya çıkan kral benim öz dedemdir. Bulunan define de mirasımdır.”

No comments: