Kahveci
kral
“Abi valla sana benziyo.”
Böyle demişti Halim, kahveci
Osman’a.
Hani bu yıl havaların kötü bir
sürprizi olmuş, mahsul az olmuş, Halim de işsiz kalmıştı ya; epeyce aylak aylak
dolaştıktan sonra kasabanın yakınında başlayan arkeolojik kazılarda bir iş
bulmuştu.
İşinden memnundu. İyice havaya
girmişti.
“Abiler, bizim kasabanın
talihi değişcek gari, turist kayneycek buraları,” diyordu.
Kasabaya bir anda kazılar için
gelen arkeologlar doluşmuştu.
Arkeolog kimdir, nedir?
Köylüler bilmediklerinden birbirlerine soruyorlardı.
Halim, öğrenmişti; ezbere
söylüyordu cevabını: “Arkeolog, yazın kavurucu sıcağında, tozun toprağın içinde
çalışan, fakat bulduğu en ufak bir eserle bulunduğu ortamı unutan, heyecanlanan
ve yüzünde bir tebessüm oluşan kişidir.”
Devamla:
“Maalesef memlekette iş
bulamıyorlar. Burada adam yok gibi dışarıdan adam getirtiliyor,” diyordu.
Halim’lerin başındaki arkeolog
da Alman’dı. Diğer arkeologlar onun çok ünlü bir adam olduğunu söylüyorlardı.
Sert ve disiplinli bir adamdı. Yok, efendim sıcaklık kırk dereceye vurmuşmuş,
güneş bedenlerini kavurmuşmuş; aldırdığı yoktu. Bu yüzden de Halim’in onu çok
sevmesi mümkün değildi.
Kazılar, Tenekeci İsmail’in
tarlasında yapılıyordu.
Herkes kasabada tarihi
kalıntılar bulunmasına sevinirken o mutsuzdu.
“Kiminin toprağında petrol
çıkar, kiminin toprağı bereketlidir yılda iki ürün verir; bizimkinden de şansımıza
tarih çıktı. Gari ne işimize yarıyacağsa!” diye söylene söylene dolaşıyordu.
“İyi de emmi, fena mı oldu?
Köyün gençlerine iş çıktı,” diyenlere de küfürü basıyordu.
***
Bir sabah bir kral heykeli
bulmuşlardı. Halim, çaktırmadan cep telefonuyla bir iki fotoğrafını çekmişti.
Dikkatli bakınca kralın
kahveci Osman Abiye tıpatıp benzediğini farketmişti.
Öğle molasında bir koşu gidip,
soluğu kahvede aldı.
Heyecanla haberi iletti, ama Osman’ın
tepesini attırmıştı.
“Get lan olum, senle mi
uğraşcem şincik! Millet çay bekleyo, sen gelmiş benle maytap geçiyon.”
“Abi, sen şişeyi yarıladığın
zaman hep alemin kralı benim lan demez miydin?”
“Lan oğlum, o işin gırgırı.”
***
Havadis kasabada tez yayıldı.
Kahveye dalan ocağa doğru
selam sarkıtıp, “Selamünaleyküm haşmetmeap,” diyordu.
Arka masalardan biri kimdi
bilmiyorum, “Kahveciler kralı!” diye bağırdı.
Bir diğeri:
“Kral bizim kahveci, akideşler.
Bizim kralımız.”
Osman, sonunda “Ulan olum,
şakanın bokunu çıkardınız artıkın, yete gari!” diye kızıp, elindeki çay tepsisini
tezgaha doğru fırlattı.
Ocakta kaynayan semaver suyunu
tüketmişti, nerdeyse patlayacaktı. Kirli bardaklar tezgahın içinde birikmişti.
Kimsenin zaten çay beklediği
yoktu. Köylülere eğlenecek bir konu çıkmıştı.
Adem dayı, şakayı iyice ileri
götürüp, çekilen kral heykeli fotoğrafını Arif’in fotoğrafhanesinde büyüttürüp,
bastırmış, bir güzel çerçevelettirip, kahveye getirmişti.
“Kahvecilerin kralı Osman
akideş, al sana hedayesi de benden. Duvara asıver gari didenin resmini.”
***
Birkaç gün sonra Osman, olaya
biraz alışsa da suratından düşen hala bin parçaydı.
Bir sabah erken saatlerde
yoldan geçen kasabalılar onu ortaokulun bahçesinde bir ağacın gölgesine
oturmuş, tarih hocası Engin Beyle hararetli hararetli bir şeyler konuşurken
gördüler.
“Hocam biz Orta Asya’dan
göçmedik mi?”
“Evet, Osman abi.”
Koltuğunun altında gazeteye
sarılı kralın resmini gösterip:
“Peki, bu kral kaç yaşında?”
“Bilemem abi.”
“Dini bütün bir adama
benziyor.”
“Belki de.”
“Müslüman bir adam besbelli…
Yüzünden anlaşılıyor.”
“O mümkün değil Osman Abi. Bu
adam İsa Peygamber bile daha doğmamışken, ondan kim bilir kaç yüz yıl önce
yaşamış. Kesin bilgi değil, ama bu kralın yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce
yaşadığını duydum. Yani adam İsa Peygamberden en az dört yüz yıl, Hazreti
Muhammet’ten de dokuz yüz yetmiş yıl önce doğmuş.”
“Hadi ya! Nası oluyo da, böle
oluyo? Anlayamadım akideş…”
Bir düşüncedir aldı kahveci
Osman’ı.
***
Ertesi haftanın haberi daha
büyük bir bombaydı. Kralın mezarına da ulaşmışlar, yanı başında da kralla birlikte
gömülen içi altın paralar, mücevherler, takılarla dolu bir küp bulmuşlardı.
“Akideş,” diye takıldı,
Mustafa emmi “Bu senin kral diden çok da zenginmiş herhal.”
“Fesupanallah,” diye söylendi
kahveci Osman.
Uykusuz geçen birkaç geceden
sonra Osman bir sabah erkenden karısı Gülşen yengeyi de koluna takıp, soluğu
dava vekili Hasan Beyin yazıhanesinde aldı.
“Hasan abi, bene usturuplu bir
istida yazıveriveğ gari sana zahmet. Kazıda mezarı ortaya çıkan kral benim öz
dedemdir. Bulunan define de mirasımdır.”
No comments:
Post a Comment