25 November 2019

Bağış ( Kısa öykü) / M. Hakkı Yazıcı



Bağış

Çopur Cemal, hastalandığında sabahlara kadar dua etmişti.
“Allam bir iyileşeyim, sağlığıma kavuşayım, valla da billa da başka bir şey istemiyom.”
Hasta olunca insanın gözü hiçbir şeyi görmüyor. Malmış, mülkmüş; bunların hepsinin boş şeyler olduğunu anlıyor. Boşuna "kefenin cebi yok” dememişler.
Öyle ya, çok parası olsa da doktora, hastaneye, ilaçlara gidecekse varlıklı olmanın ne anlamı vardı.
Aslında varlıklı birisi sayılmazdı; yirmi dönüm tarlası, yüz elli ağaçlık zeytinliği, üç ineği, bir eşeği, kümesinde de on beş tavukla, bir horozu vardı. Ama yoksul bir köyde bunlar az sayılmazdı. Arkasından konuşmuş gibi olmayalım, ancak elinin biraz sıkı olmasıyla ün yapmıştı..
Yine sancılarının arttığı bir gece yakarıp durdu.
“Yarabbim, iyileşeyim yeter ki, yemin billah dünya malında hiç gözüm olmecek.”
Ağrıları öyle geçecek gibi değildi. Gözüne uyku girmiyordu.
Sabaha doğru kesenin ağzını iyice açtı.
Düşündü,..düşündü:
“Yetti dayanameyom gari! İyileşirsem benim eşeği satıp, parasını yarım kalan cami inşaatı için bağışlecem,” diye mırıldandı.
Eşeği Çopur Cemal’in en değerli varlığıydı. Bu, onun için çok büyük fedakarlıktı. Hoş eşeğin satışından gelecek para cami inşaatının nesine yetecekti, ama söz ağzından çıkmıştı.
Bir hafta sonra Cemal Abi, artık tanrının yardımıyla mı, yoksa doktorların becerisiyle mi bilinmez aniden iyileşiverdi.
Eskisi gibi oluverdi kısa zamanda. Yanaklarına kan geldi. Kahvede okey oynarken kazandığında, her zaman olduğu gibi, o şen kahkahalarını yine patlatıyordu.
Sözünü unutmamıştı. Çok gönlü olmasa da bir sabah eşeğini ahırdan çıkardı, kümesten aldığı bir tavuğu da koltuğunun altına alıp kasabanın pazarının yolunu tuttu.
Pazarda başladı dolaşmaya. Eşeğin de, tavuğun da satılık olduğunu bağıra bağıra ilan etti.  Ama şartı vardı. İkisini birden alana satacaktı.
Soranlar oldu.
Eşeği on beş liradan, tavuğu ise beş yüz liradan satacaktı.
Soranlar, sorduklarına pişman oluyorlardı. Kimisi de gülüyordu haliyle.
Bir köylü dayanamadı:
“Ya akideş, böle fiyat mı olumuş? Tavuğu on beş liradan, eşeği beş yüz liradan satsen anlecem, ama sen tersini yapıyosun. Maytap mı geçiyon yosam?”
“Yok bilader maytap felan geçmiyom. Ticaret serbestisi yoğ mu? İstediğim fiyata satarım, işine gelirse… Fiyat böle. Emme ikisini birden alana. Beş yüz on beş kaymeyi ver, eşeği de, horozu da al git.”
Ha öyle, ha böyle; ikisinin fiyatını topladığın zaman normal bir fiyat çıkıyordu ortaya.
Köylü güldü. Laf olsun diye sormamıştı; ihtiyacı da, parası da vardı. Parayı ödedikten sonra tavuğu koltuğunun arasına alıp, eşeğin semerine atlayıp gitti.
Eşek, olanları anlamış gibi yolda uzaklaşırken kafasını döndürüp, “Yaptın gene bir hainlik!” der gibi bakıp, anırıyor; direniyor, yeni sahibinden yediği değneğin zoruyla yürüyordu.
Çopur Cemal, bir süre eşeğinin arkasından bakıp, hüzünlendi.
“Ula affet beni gari, Karakaçan! Emme belli mi olu, bir gün gine kavuşuruz.”
Ama biliyordu ki ertesi günü eşeğini alan köylüyü bulsa “Ya akideş, ben pişman oldum. Senin dün verdiğin paranın on mislini vercem, yani yüz elli kayme vercem eşeğimi bana geri ver,” dese de alamazdı.
Zaten böyle yapmazdı da, çünkü eşeğin parasını cami inşaatı için bağışlamaya söz vermişti.
Sabah köyün imamını bulup, on beş liralık bağışta bulundu.

No comments: