24 November 2019

Şemsiyeli dayı (Kısa öykü) / M. Hakkı Yazıcı



Şemsiyeli dayı

Numan dayıyı isminden çok hep şemsiyesiyle gezmesinden dolayı “şemsiyeli dayı” diye bilirler, çağırırlardı.
Kasabanın haylazları arkasından “Dayı, bugün yağmur yağmayacak, şemsiyeyi boşuna almışsın,” diye bağırır, gülerlerdi.
O ise yumurcakların bu takılmalarından, hep aynı cevapları vermekten bıkıp usanmış, eskiden olduğu gibi “Oğlum, bu şemsiye sadece yağışlı günlerde yağmurdan değil, güneşli günlerde de güneşten korur, siz ne anlarsınız,” diye laf yetiştirmekten çoktan vazgeçmişti.
Çok kızarsa şemsiyesini peşine takılan yumurcaklara doğru, ekseni etrafında döndürerek şöyle bir sallar, çocuklar da kaçışırdı. Sonra yoluna devam ederdi.
Bu senelerce böyle devam etti.
Numan dayı artık yaşlanmıştı. Eskiden ona bunu yapan yumurcakların çoğu büyümüşler, çoluk çocuğa karışmışlardı, ancak onların çocukları bu geleneği hala sürdürüyorlardı. Bıkmadan, “Dayı, bugün yağmur yağmayacak, şemsiyeyi boşuna almışsın,” diye bağırıyorlardı.
Numan dayı, kahvede otururken, şemsiyesini iki dizinin arasına sıkıştırırdı. Bazen dalıp, çenesini şemsiyesinin sapına dayayıp kestirirdi. Ayağa kalkarken de üzerine abanarak güç alırdı.
Sokakta yürürken, yokuş tırmanırken bir baston gibi kullanırdı.
Yani şemsiyesi çok işlevli, vazgeçilmez bir eşya idi onun için.
Bir sabah kasabanın dışına bağındaki üzümlerin durumunu görmek için yola koyuldu.
Eskiden hep gittiği yolu Hatice ninenin evinin yanından geçiyor diye çoktandır kullanmıyordu.
İki sene önce tam evinin önünden geçerken, zincirinden kurtulan Hatice ninenin azgın köpeği bahçenin çitlerinden yola atlayıp Şemsiyeli Dayının üzerine saldırmıştı.
Kaçmaya çalışmışsa da köpek arkasından yetişmiş, paçalarına dişlerini geçirmişti.
“Hoşt”, arkasından “Höt” diye bağırdıysa da, köpek aldırmamıştı.
Numan dayı, son çare olarak şemsiyesinin sapını köpeğin kafasına bütün gücüyle indirince canı yanan köpek, viyaklayarak bahçeye kaçmıştı.
“Of, kurtuldum itten” diyemeden Hatice nine, köpeğin bağırtısıyla evden fırlamış, yerden eline geçirdiği taşları ona doğru fırlatmaya başlamıştı.
Numan dayı, şemsiyesini açıp, bu defa bir kalkan gibi önünde tutarak taşlardan korumaya çalışmıştı kendini.
Başına isabet eden bir iki taşın dışında fazla hasar almadan kurtulmuş, ama bir daha da o yoldan geçmeye tövbe etmişti.
Bu yüzden de Numan dayı, artık yokuşu dik, daha uzun olan bu yoldan gider gelir olmuştu.
Bir tarafı bayır, bir tarafında çalılıkların olduğu daracık bir yoldu.
O sabah yağmur yağmış, yerdeki çamur yürümeyi oldukça zorlaştırmıştı. Kayıyordu.
Hafiften yağmur yeniden çiselemeye başlayınca şemsiyesini açtı. Yavaş yavaş, dikkatlice yürümesini sürdürdü. Kayıp, düşmek işten değildi.
Tam yokuşun en yüksek yerine ulaştığında korktuğu başına geldi; ayağı kayıp, yerden kesilince bayırdan aşağıya yuvarlanıp, düşmeye başladı.
Aklı başından gitti. Debelenip, bir yerlere tutunmaya çalışsa da beceremedi.
Çaresiz bir durumdaydı. Yolun sonuna mı gelmişti artık yoksa? Bir çırpıda kelime-i şehadet getirip, günahlarının affı için yalvardı.
Şemsiyesini iki eliyle sımsıkı tutuyordu.
Yirmi, otuz metre kadar düştü. Açık şemsiye bir paraşüt gibi havaya direniyor, şiddetli bir şekilde düşmekten onu koruyordu.
Gözlerini kapatmıştı. Süzüle süzüle düştü.
Birden kırılan kuru dal çatırtılarının arasında bir yere düştüğünü fark etti.
Korkudan kapattığı gözlerini açtığında bir ağacın tepesinde olduğunu gördü.
Sağını, solunu yokladı; bir iki sıyrık, çizikten başka ağrıyan, sızlayan bir yeri yoktu. Ucuz kurtulmuştu. Derin bir nefes aldı. Şemsiyesi hala elinde yukarıya doğru açılmış durumdaydı.
Tamam; kurtulmuştu, ama bu ağacın üstünden nasıl inecekti?
Kaç saat o halde ağacın tepesinde kaldığını hatırlamıyordu.
Neyse, civardan geçenler onu gördüler, yardımına geldiler.
Onu ağaçtan indirenler arasında çocukluklarında ona takılanlar vardı.
Numan dayı, onların kolları arasında inerken, “Bakın, gördünüz mü oğlum, bu şemsiye sadece yağmurdan korunmak için değil, böyle durumlarda da insanın işine yarıyor,” diye laf yetiştiriyordu.

No comments: