Bıcırık
Dedesi
köyden gelirken kuşunu da yanında getirmişti.
Küçük
bir kafeste, sarı bir kanarya: Bıcırık.
Bıcırık’tı
kuşun adı.
Kendisine
alıştırmıştı. Elleriyle en tazesinden marullarla beslerdi. Kafesinden çıkarır,
omuzuna koyardı. Kuş, bir kanat çırpışıyla omuzundan başına sıçrar, sonra öbür
omuzuna konardı.
Kaçmazdı.
Demek
ki hayatından memnundu.
Dedesi,
kuşunu karşısına alır, başlardı muhabbete.
Geveze
bir kuştu bu Bıcırık. Cik cik, cik cik de cikcik.
Dedesi
de sanki ona cevap verir gibi, cik cik, cik cik de cikcik diye onun taklidini
yapardı.
Onun
iddiasına göre kuşuyla konuşuyorlardı.
“Çok
müthiş bir kuş bu Bıcırık. Öyle öbür kuşlar gibi değil. Çok akıllıdır. Her şeyi
bilir, haber verir.”
Ne
zaman yağmur yağacak, o yıl mahsul ne kadar bereketli olacak ve hatta dünya
haberleri...Hikayeler, fıkralar, masallar...Her şeyi ondan öğrenmek mümkündü.
Haberleri
de güya öbür kuşlardan alıyor, dedesine anlatıyordu. Haliyle haber kaynağı da
dünyadaki kuş sayısı kadar çoktu.
Ona
anlattığı masalları da Bıcırık’tan öğrenmişti.
“İnanmıyorum
sana dede, bu kuş nerden bilsin masalları? Beni kandırıyorsun.”
Bazen
kafesi de yanlarına alır bahçeye çıkarlardı. Dedesi kafesin kapısını açar, Bıcırık’ı
avuçlarının
içine alır, omuzuna koyardı.
Yine
kaçmazdı kuş.
Belki
de başka bir yerde bu kadar taze ve lezzetli marullar bulamayacağını
bildiğinden...
Annesi,
koltuğunun altında yıkadığı çamaşırları asmaya götürürken önlerinden geçerken duyduklarına güler,
başını sallardı.
Efe
torunu koskoca Ahmet efendi, ufalmış, yarım akıllı bir ihtiyarcık olmuştu.
Bir gün dedesi
yatak döşeklik olunca, çok önemli olmasa da hastaneye yattı.
Bıcırık’ı
“Suyunu, yemini vermeyi unutma,” diye torununa emanet etti.
Bir sabah
kafesi de alıp, bahçeye çıktı. Kapısını açtı. Niyeti dedesi gibi avucuna alıp,
omuzuna koymaktı, ama kuş elinden kurtulup, uçtu, yakındaki ağacın dalına
kondu.
Oradan da
havalanıp evin çatısına uçtu.
Sarı
kanarya Bıcırık, dam üstünde saksağan olmuştu.
Sonra?
Sonrasını
kimse bilmiyor.
Sağa
koştu, sola baktı. Bıcırık yoktu. Bir telaş aldı, kümesteki tavukları yemleyen
anasının yanına koştu.
Birlikte
aradılar. Bütün ağaçların dallarına, bütün çalıların diplerine baktılar. Yoktu.
Kuş uçup, kaybolmuştu.
Sokaktan
yalanarak geçen bütün kedilere kuşkuyla bakmaya başladı.
Gece uyku
tutmadı. Dedesi hastaneden dönünce ne cevap vercekti?
Ertesi
gün kuş yine yoktu.
Salya
sümük ağlamaya başlayınce annesi, “Ağlama artık, babana söyleyelim İzmir’de bir
sarı kanarya bulup alsın,” dedi.
Babası,
İzmir’den Bıcırık’ın aynısı bir sarı kanarya bulup, getirmişti.
Kuşu
kafese koydular.
Başka bir
kuş bulmuşlardı, ama hala endişelerinden kurtulmuş değildi. Dedesi kuşla
konuşmaya kalkınca onun Bıcırık olmadığını hemen anlayacaktı.
Bir kaç
gün sonra dedesi hastaneden taburcu oldu.
Sevinmesi
gerekiyordu, ama korkuları buna engel oluyordu.
Dedesinin
kollarına girip, merdivenlerden çıkardılar, yatağına yatırdılar. Adamcağız
yatar yatmaz uyudu.
İkide bir
kapının aralığından bakıyordu. Dedesi uyuyordu.
Biraz
bahçede oyalandıktan sonra döndüğünde dedesinin yatağında doğrulmuş, kafesteki
kuşla karşılıklı ötüştüklerini gördü.
Cik
cik, cik cik de cikcik.
Eyvah,
şimdi onun Bıcırık olmadığını anlayacak diye telaşlandı.
Dedesi,
kapının aralığından baktığını farkedince yanına çağırdı.
“Gel,
gel! Bıcırık ben hastanedeyken yeni masallar öğrenmiş, bana anlattı. Akşam sana
da anlatırım,” dedi.
No comments:
Post a Comment