Elma ağacının bereketi
Bir zamanlar ben de küçüktüm, ufacıktım. Top oynar acıkırdım.
Birazcık da yaramazdım.
Aç olduğumuzdan, yemek
istediğimizden değil, haşarılıktan, macera olsun diye arkadaşlarımla birlikte komşularımızın
bahçelerine girer, meyve aşırırdık.
Şimdi hatırlayınca ne
kadar ayıp, niye yaptık diyorum, ama çocukluk işte,.. yapardık.
Komşularımız kızardı,
kovalardı bizi. Ama biz ustaca kaçar kurtulurduk ellerinden. Bazı komşular
annemize, babamıza şikayet ederdi bizi, kulaklarını bir çekiverin, bir daha
yapmasınlar derlerdi.
Ama bir komşumuz vardı
ki hepimizin korkulu rüyasıydı. Onun bahçesinden meyve aşırmak öyle pek kolay
değildi. Sanki bizim bahçesine gelmemizi beklerdi. Daha çitlerden içeri girer
girmez, nerede pusuya yattıysa üstümüze atlayıverirdi. Bir kaçımızı yakalar,
bir güzel pataklardı.
Bununla da yetinmedi
azman bir köpek aldı. Daha biz çitlere yaklaşır yaklaşmaz köpek havlayarak
gelirdi.
Komşumuz çitleri de daha
sağlam bir hale getirdi.
Bizim için bu bahçenin
elmaları bir hayal olmuştu. Uzaktan geçerken bakar içimizi çekerdik.
Bencil bir komşumuzdu
bu.
Aslında elmaları kendisi
de yemezdi, toplamazdı; fazlasını komşularına, eşine dostuna dağıtmazdı.
Dallar, elmaların
ağırlığından eğilir, eğrilir, zor taşırdı bu kocaman sulu, tatlı meyveleri.
Elmalar olgunlaşır, yere düşer, çürürdü; ama bizim bahçesine girip, ağaçlara
tırmanıp elmaları almamızı istemezdi.
Elmalar da mutsuzdu
kuşkusuz. Çitlerin arkasında biz onlara, onlar bize bakardı.
Ama ne olduysa çitin öte
kenarında, bahçenin dışında minik bir elma fidanı peydah oldu.
Bahçenin
içindeki elma ağaçlarının yavrusu diye düşündük. Ona sevgiyle baktık. Dibini
eşeledik, tavuk kümeslerimizden gübre taşıdık, suladık.
Bu minik fidan birkaç
yıl içinde hızla büyüdü, serpildi. Meyve veren kocaman bir ağaç oldu.
Ağacın meyvelerinin de
bahçenin içindeki ağaçların meyvelerinden geri kalır yanı yoktu. Belli ki bir
akrabalık ilişkileri vardı. Aynı kocaman, sulu, tatlı elmalardı bunlar.
Ağaca tırmanıp, bu güzel
elmaları topluyor; aramızda pay edip, afiyetle yiyorduk. Yerken de bitecek, bu
lezzetten mahrum olacağız diye ödümüz kopardı. Ağzımızdaki bu tat eksilmesin
isterdik.
Bu arada bizi şaşırtan
bir şeyin farkına vardık.
Sanki biz elmaları
toplayıp, yememişiz gibi, her defasında ertesi gün gittiğimizde dalların yine
elmayla dolu olduğunu görüyorduk. Önce yanılmış olduğumuzu düşündük, ama olağan
olmayan bir durum vardı.
Sihirli bir elma
ağacıydı bu. Bahçenin içindeki elma ağaçlarının dileği tutmuş, çitin öte
tarafında onların bereketli bir evlatları bize en güzel meyvelerini sunuyordu.
Elmalar ye ye
bitmiyordu. Ağaç, sadece meyvelerini değil, serin gölgesini de bize sunuyordu.
Büyümüştük, yaramazlık
günlerimiz geride kalmıştı. Hepimiz elma yanaklı güzel, sağlıklı kızlar,
oğlanlar olmuştuk. Her gün arkadaşlarımızla kitaplarımızı koltuğumuzun altına
alır, ağacın altında toplaşırdık. Gölgesinde oturur, bir yandan elmalarımızı
dişler, bir yandan da kitaplarımızı okurduk.
Bencil komşumuza ne oldu
dersiniz? Onun yapabileceği bir şey yoktu. Bahçesinin kenarında, çitin öte
tarafında bizi kıskançlıkla seyrederdi.
Ayşe, bir gün
dayanamadı, bir tabak meyveyle yanına gitti, “ Elma ister misin amca?” dedi.
Elmamız herkese yetecek
kadar bol. Bir sepet bu masalı anlatan Masalcı Dedemize, bir sepet de bu masalı
okuyup, dinleyip ve paylaşacak olanlara…
29 Eylül 2013, Moskova