03 January 2009

Öykü : Bir çift kırk numara ayakkabı;



Bir çift kırk numara ayakkabı;
bir çift de, aynısından, kırk iki numarasından


Ankara’da Ulus Şehir Çarşısı’nda Güneş Ayakkabı Mağazası diyeceğim; neresi diyeceksiniz?

Ben henüz çocukluktan çıkmış, erkekliğimi yeni yeni fark ettiğim sıralarda diyeceğim; ne zaman diyeceksiniz?

Neyse, bunların hiçbirinin anlatacağımla ilgisi yok.

Başımdan geçen bir olayı anlatacağım anlatmasına da bu defa, olur mu böyle şey diyeceksiniz. Aslında bana da tuhaf geliyor, ama gerçek: Ben oniki onüç yaşlarında iken çırak olarak çalıştığım ayakkabıcıda başıma geldi bu olay.

Her ne kadar mağazanın erkek ayakkabıları bölümünde çalışıyor, kadın ayakkabıları bölümünde çalışan arkadaşım Nafiz’i için için kıskanıyor olsam da işimden memnundum. Çırak olarak dediysem de bunun ötesine geçmeye yeltenmediğim de yok değildi.

Ankara’nın insanı canından usandıran sıcak yaz günlerinden biriydi. Bir Çarşamba günüydü diyeceğim, nerden hatırlıyorsun bunca zaman sonra, diye yine kuşkuyla soracaksınız. İyi hatırlıyorum; zira bizim mağazanın duvarının hemen arkasındaki Karpiç Gazinosu’nda Çarşamba günleri yapılan kadınlar matinesinde sahne alan şarkıcıların hançerelerinden çıkan nağmelerle dükkan şenlenmişti.

Benim nerdeyse ondan daha fazla satış yapmamı bir türlü kabullenemeyen öğretmen emeklisi tezgahtar Osman Abi, sırf bana eziyet olsun mağazanın bizim bölümümüzdeki ayakkabı kutularını tek tek açtırıp ayakkabıları sildirdiği, yerleri bir kez daha paspaslattığı o öğlen sonrasında, işimi bitirip dükkanın önüne çıkmış, vitrine bakan, artık ezberlediğim, “Buyurun içeride daha fazla çeşidimiz var. Almanız şart değil bir bakın,” sözleriyle avlayıp içeri çektiğim bir müşterim oldu.

Giyinişinden, davranışlarından çevredeki devlet dairelerinden birinde memur olduğu izlenimi veren orta yaşlı, takım elbiseli bir adamdı. Teşhirdeki bütün ayakkabıları tek tek süzdü; sonra beğendiği birkaç ayakkabıyı denedi.

Beğendiği kırk numara, siyah, mokasen ayakkabıyı gösterip “Bunun kırk iki numarası da var mı?” diye sordu. Raflardaki kutulara uzanıp istediği ayakkabıları çıkarıp verdim.

“İki çifti de alıyorum,” dedi. Meraklanmış ifadeyle baktığımı fark edip, mahçup bir şekilde açıklamada bulundu:

“Benim bir ayağım kırk, diğer ayağım kırk iki numara,” dedi. “Pek rastlanan bir şey değil, ama öyle.”

Ayakkabıları paketlerken “Sizin için çok masraflı oluyordur. İhtiyacınız için aynı ayakkabıdan iki çift almak zorunda kalıyorsunuz,” dedim.

“Üzülmene gerek yok,” diyerek gülümsedi. “Benimkilerin tersine bir ayağı kırk, diğer ayağı kırk iki numara olan bir erkek kardeşim var. Benim zevkime güvenir, itiraz etmeden aldığım ayakkabıları giyer. Açığa çıkan ayakkabıları da o giyiyor,” dedi.

Uğurlarken “Ayağınızda paralansın,” dedim.

Şaşırmıştım, ama sonuçta iki çift ayakkabı satmıştım. Tabii ki en çok da patronum memnun oldu.

Benim o mağazada çalıştığım süre içinde aynı müşteri bir kez daha geldi. Ayakkabılardan çok memnun kalmış. “Geçen defa bir ayakkabı beğenmiş, aklım kalmıştı; onu da alacağım,” dedi: İki çift daha ayakkabı sattım.

31 Aralık 2008, Moskova

No comments: