01 October 2012

Sabahat Abla / M. Hakkı Yazıcı


Sabahat Abla

Ben, Sabahat Abla, bir de kedisi Minnoş,
Püfür püfür esen balkondayız hepimiz
Çayı demledik, tepside kurabiyeler
Muhabbeti, eski hatıraları da koyunca yanına
Tastamam oldu keyfimiz.

Bak dedi, Sabahat Abla,
Şu parmağımın ucunda gördüğün yıldız var ya
Çok koşturdu peşimde zamanında
Ağustos böcekleri güldü bahçeden
Aldırmadı Sabahat Abla,
Anlatırken romatizma ağrılarını unutuyor
Kimse inanmaz belki, ama öyle dedi
Vermedi babam işi gücü yoktur diye
Niye inanmayacağım ki Sabahat Abla, inanırım
Derken ışığı yanan komşu evlerden bir bağırtı
Kız Aysel, geberesice yat artık, uyu!
Yarın sabah erkenden pazara gidivecez.
Komşu teyze kızına sesleniyor.
Kızına sesleniyor, ama ses benim yüreğimi deliyor
Sabahat Abla, ben gitsem artık gari?
Yarın sabah erken pazara gitcem
Nereye gidiyorsun, daha erken yavrum,
Daha eniştelerini anlatcem sene.

Sen artık yaşlandım demeyecek misin hiç,
Sabahat Abla!?..
Recep, Şaban, Ramazan;
Üç de ondan evveli
Koca yüzü mü gördü ablan,
Dediğinin üzerinden yirmi yıl geçti.
Sayısını ben bile unuttum, helvasını yediğimiz kocalarının.
İyi ki romatizmaların azmış, yine çarpıntın varmış,
Yoksa yağmur, çamur demez girmezdin eve.

Hayat seni yoramadı, ama sen hayatı yordun be, Sabahat Abla.
Torunlar bilsin neler yaşadığımızı diye
Buzdolabının atası, eski tel dolabını; çamaşır makinesinin atası tokacı
Sergilediğin, artık denizi göremeyen balkonunda
Uzaklara dalma sakın çayını yudumlarken

Aslında iyi yaşadın,
Güneşi, denizi bile eskittin; sen eskimedin.
Kızmazsan, “Laubali olma, evladım!” demezsen
Sana “Helal olsun be, Sabahat Abla!” diyebilir miyim?


01 Ekim 2012, Moskova

No comments: