Desen : Mete Ertekin
Anı-Öykü: M. Hakkı Yazıcı
Bir süre önce yeni bir ev taşıma macerası yaşadım; “üç taşınma bir yangına bedeldir” sözünün
doğruluğuna bir kere daha inandım.
Günlerce
süren yerleşme telaşı sırasında, kitaplarımı kolilerden çıkarıp kütüphaneme
yerleştirirken bir kitap beni geçmişin hüzünlü anılarına götürdü: Erich
Segal’in “Aşk Hikayesi”(Love Story) isimli romanı. Toplanan, yakılan, kaybolan
yüzlerce eski kitabımdan arda kalmaktan utanarak, suçluluk duygusuyla bana
bakıyordu sanki.
Bülent
Habora’nın Habora Yayınları tarafından 1970 yılında basılmıştı. Fiyatı da
insanı gülümsetiyor: 10 Türk Lirası. Yazarı Erich Segal, Amerika’da Yale
Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat okutan bir öğretim üyesiydi.
Amerika’da ve dünyada basıldığında kısa sürede milyonlarca satarak seyrek
raslanılan bir rekor kırmıştı-ki daha o tarihlerde sinemaya aktarılmamış, o çok
sevilen şarkısı yapılmamıştı.
Kitabın
yayıncısı Bülent Habora, yayımladığı kitaplar nedeniyle toplatma, yargılanma ve
ceza alma rekorunu elinde bulunduruyordu o zamanlar; Castro’nun, Che’nin
kitaplarının yayıncısıydı- Seneler sonra Bülent Abiyle, 90’lı yıllarda
İzmir’de, 1379. Sokakta Sevgi Yolu’ndaki kitapçı tezgahlarından birinin
sahibiyken rastlaştık. Maceralı yayıncılık döneminden yorgun çıkmış, mütevazi
bir sokak kitapçılığını seçmişti; ama hala çok sevecen ve inançlıydı.
***
1970
yılında Koray’ın ODTÜ’de Fikir Kulübü adına kafeteryada kitap satma işini bana
yıktığı sıralardaydı. “Sen bu işi çok iyi yapıyorsun,” diyordu. O zamana kadar
ben ona yardım ediyordum, ama belli ki bu işten artık sıkılmıştı ve tümüyle
bana devredip başka işler yapmak istiyordu.
Kitapları
Kızılay’da, Kocabeyoğlu Pasajının altından, dağıtımcı Aydın Sami’den yüzde
yirmibeş toptan indirimiyle alıyor, yüzde yirmi indirimle satıyorduk. Kulübe
kala kala yüzde beş kalıyordu. Taksi ile taşısak içeri girerdik. O yüzden İzmir
Caddesi’nden Milli Müdafa Caddesi’ne, Genel Kurmay’ın bahçe duvarının yanından
kalkan, 2. Dünya Savaşı sırasında Amerikan askerlerini taşıyan, o nedenle bizim “et arabası” dediğimiz, savaştan yıllar sonra
da ODTÜ’ye hibe edilen servis otobüslerine kadar kitap kolilerini taşımak
gerekiyordu.
Bir
akşam Aydın Sami’den peynir ekmek gibi sattığımız Politzer’in “Felsefenin
Başlangıç İlkeleri”, Nikitin’in “Ekonomi Politik”i başta olmak üzere üç koli kitap almıştım.
O sırada yeni çıkmış Aşk Hikayesi isimli kitap dikkatimi çekti. Bu kadar çok
satan bir kitap iyi bir kitap olabilirdi; kendim okumak için aldım, kolilerden
birinin içine koydum.
Hava
kararmak üzereydi. Üç koliyi birden taşımak mümkün değildi; bir koliyi elli
metre taşıyıp bırakıyor, geri dönüp diğerlerini alıyor, yavaş yavaş yol
katediyordum. O sırada yolda babama rasladım. Davranışlarına akıl sır
erdiremediği oğlunun ne yaptığını yine anlayamadı; “Okula gidiyorum, akşam biraz
geç gelirim,”diye ayrıldım. O bir süre daha arkamdan baktı. Sonunda servis
otobüslerinin kalktığı durağa ulaştım. Okula varıp, kafeteryanın önünde
indiğimde ise hava iyice kararmıştı.
Hiç
hesaba katmadığım bir şey olmuş, geç kaldığım için kafeterya kapanmıştı; binada
kimse yoktu; üç koli kitapla kapıda kalakalmıştım. İçerdeki kitapları muhafaza
ettiğimiz çelik dolaba koymazsam ne yapacaktım? En iyisi yurtlara gidip,
kolileri bizim çocuklardan birinin odasına bırakmaktı. Aynı şekilde kolilerden
birini elli metre taşıyıp bırakıp, dönüp diğerlerini alarak yurtlara kadar
gittim. Bizimkilerden bir grup 1. Yurt ile 2. Yurt arasındaki ağaçların dibinde
oturmuş muhabbet ediyorlardı. Durumu anlattım; “Bir odaya koyalım yarın gelir
alırım,” dedim. Deniz, lafa karıştı,
“Sen bırak, yarın öğlene kadar kafeteryaya getiririm,”dedi-Deniz, o sıralar
yurtlarda bizimkilerin misafiri idi. Benim şaşırıp, tereddüt ettiğimi görünce
ne düşündüğümü anlayıp kızdı. Öyle ya koskoca Deniz kitap kolisi mi taşırdı? O
benim gibi sıradan bir militan değildi ki! Bu düşündüklerime kızdığını farkedip
çaresiz kabullendim.
Gece
eve döndüğümde sabaha kadar tedirgin yattım. Ya Deniz, kolileri açıp, içinde
“Aşk Hikayesi” kitabını görüp, bana “okuyacak başka şey bulamadın mı,”
derse?!..
Ertesi
gün öğlenden önce kafeteryaya gidip, kitap tezgahını hazırlarken Deniz,
kolileri taşıyarak getirdi. Hem de benim gibi teker teker, birini ileri
taşıyıp, geri dönüp diğerlerini alarak değil; üçünü birden sırtına vurmuş, güle
oynaya…Sırtında da o meşhur parkası vardı. “Al,” dedi, “kitapları
getirdim.” Sonra tezgahın üstündeki
kitaplardan birini, Che’nin “Gerilla Günlüğü”nü satın alıp gitti.
Akşam
eve gittiğimde Erich Segal’in kitabını bir oturuşta okudum. Sade, duru bir
anlatımla yazılmış bir “aşk hikayesi” idi. Oliver, “Aşk, hiçbir vakit çaresiz
olduğunu söylememektir,” diyordu, romanın sonunda. Çok ustalıkla yazılmış
diyalogları vardı.
***
Korktuğum
başıma gelmemişti; Deniz, kolinin içindeki Aşk Hikayesi kitabını farketmemişti.
Aslında yaşasaydı ve bir karşılaşmamızda ben bu olayı anlatsaydım belki de
“Yahu hocam, ver şu kitabı bir de ben okuyayım, merak ettim,” diyecekti.
(*) Bu anı-öykü, Mart 2013'te yayımlanan "Koca Bir Sevdaydı Yaşadığımız" isimli anı kitabında yer almıştır.