Horozla Baykuş
Bir zamanlar kümesin kralı olan horoz çok ihtiyarlamış. Kocayınca sahibi olan köylünün de gözünden düşmüş.
Fiyakası bozulmuş.
Sadece köylünün değil,
tavukların da gözünden düşmüş; meydan genç horozlara kalmış.
Her şey bir tarafa, yaşlı
horoz, en çok çoluk çocuğun; piliçlerin ve hatta civcivlerin maskarası olmasına,
onunla dalga geçip alay etmelerine içerler, kızarmış.
Eeee, kolay değil
tabii…Bir zamanların anlı da şanlı horozunun bu hallere düşmesi; bunu içine
sindirmesi zor bir şey kuşkusuz.
Köylü, “ Bu horozun eti
bile kartlaşmıştır, ama kesip yemek en iyisi,” dediğinde horozu çok seven kızı
razı gelmemiş, “Babacım, bu horoz çok kart, pişirmek uzun zaman alır.
Odunumuzu, kömürümüzü boşa harcamayalım,” demiş.
Köylü, kızının horozu
çok sevdiğini bildiğinden, dayanamadığı için böyle konuştuğunu anlamış, “Madem
kestirmiyorsunuz, pazara götürüp satayım bari,” demiş.
Sonra da eklemiş, “Hoş,
kimsenin bu kart horozu alacağını da sanmıyorum; ama bir şansımızı deneyelim,”
demiş.
Sabah atını arabaya
koşmuş, horozu ayaklarından bağlayıp bir sepetin içine koymuş; kızını da yanına
alıp kasabanın pazarının yolunu tutmuş.
Köylünün kızı, horoz
kadar tasalıymış. Ya horozu birisi satın alır; kesip, yerse diye…
Ne yapsa da horozu
kurtarsa?
Hava güzel ve
güneşliymiş. Köylü keyiflenmiş bir türkü söylemeye başlamış.
Arabanın önünde oturan babasının
dikkatinin başka şeylere kaydığını fark edince kız, gizlice horozun ayaklarını çözüp,
salmaya karar vermiş.
Ormanın içinden geçerken
sepetteki horozu çıkarmış, ayaklarını bağlayan ipi çözmüş; şaşkın ve ürkek
bakışlarla etrafına bakan yaşlı horozun kulağına, “Horozcuk, aklın varsa, fark
ettirmeden kaç, ormanın içlerine gizlen. Sen akıllı, deneyimlisin başının
çaresine bakarsın,” demiş.
Horozun başka çaresi
yokmuş, ama endişeliymiş de. Ormanda yaşamak kümeste yaşamak gibi değilmiş. O,
vahşi bir hayvan değilmiş ki, alt tarafı şimdiye kadar sahibinin verdiklerini
yeyip, hayatını sürdüren, bununla yetinen bir kümes hayvanıymış.
Yapacak başka bir şey yok
deyip, arabanın arkasından yere atlayıvermiş; önce yolun kenarındaki çalıların
arasına saklanmış, sonra da ormanın derinliklerine doğru koşmuş.
Köylü neden sonra
horozun kaçtığını anlamış, ama “ Nasıl olsa bu kart horozu alan olmazdı,” diye
düşünüp, fazla dert etmemiş.
***
Horoz, uzun süre ormanın
içine doğru yürümüş. İyice içerlere doğru yürüdükçe de içini bir korku bürümeye
başlamış. Eee, doğru tabii, orman bin türlü tehlikeli vahşi hayvanla doluymuş.
Hava kararmaya yüz
tutunca geceyi geçireceği güvenli bir kovuk aramaya başlamış.
Birden yanından geçtiği
ağaçlardan birinin dallarında birinden birinin seslendiğini duymuş.
Yukarıya
bakmış. Bakmış, ama pek bir şey görememiş.
Malum tavuklar geceleri
iyi göremez. Yukarıya doğru seslenmiş:
“Kimsin sen?”
Yine ağacın dalları
arasından aynı sesi duymuş:
“Asıl sen kimsin? Pek
buralarda yaşayan hayvanlara benzemiyorsun.”
Ne diye cevap versin zavallı
horozcuk. “Evet, buralara yabancıyım,” deyivermiş.
Baykuş:
“Kanatların var. Kuş
olmalısın,” demiş.
“Ehhh, öyleyim.”
“O zaman uç da yanıma
geliver.”
“Yapamam. Kanatlarımı
çırparım, ama uçamam.”
“Tuhaf! Senin gibi kuşa
da ilk defa rastlaıyorum,” demiş baykuş.
“İyi de sen kimsin?”
“Ben bir baykuşum.”
“Yani, galiba sen de bir
kuşsun.”
“Tabii yani, adımdan da
belli olmuyor mu? Bay ve de kuş…Kuşların beyi de diyebilirsin. Senin gibi de
değilim uçarım, hem de iyi uçarım.”
Horoz, bir eksiklik
duyuvermiş, sesini çıkarmamış.
Baykuş, “Uçamayan bir
hayvan kuş olur muymuş? İlk kez şahit oluyorum. Garip…” diye devam etmiş.
Horoz, “ Olur tabii,”
demiş, “ Uçmaya uçmaya uçma melekelerimizi yitirmişiz. Hem sadece biz tavuklar
değil, örneğin bizim gibi kümes hayvanı olan hindiler de öyle. Bir de
devekuşları var. Hoş onların daha çok kuş mu, yoksa deve mi olduklarını
anlayabilmiş değilim ya.”
“İlginç, bilmiyordum,”
demiş Baykuş.
Baykuşla horozun birbirlerini
tanımamalarında şaşılacak bir şey yok tabii ki. Biri gündüzleri erkenden
uyanıp, hava kararınca uykuya çekilirken, baykuş gündüz uyuyup, geceleri
avlanmaya çıkar. Biri gündüz iyi görebilirken, diğeri geceleri iyi görebilir.
Baykuş:
“Madem uçup, yanıma
gelemiyorsun, ne yapacaksın? Buraların acemisisin, bin türlü vahşi, tehlikeli
hayvan var. Nasıl uyuyacaksın?”
Horozun içini iyice
korku sarmış. Ancak yapacağı da bir şey
yokmuş. Alçak bir ağaç dalına sıçrayıp, büzüşmüş.
Baykuş:
“Korkma, ben nasılsa
uyanığım. Sana göz kulak olup, korurum. Rahat uyu,” demiş.
Baykuş, bunu demese de zaten
horozun uyanık kalacak hali yokmuş. Bütün gün yaşadıklarından sonra çok yorgunmuş,
gözleri kapanıp, uykuya dalmış.
***
***
Huyudur ya, ertesi gün horoz
erkenden uyanıp ötmeye başlamış.
"Üü üürü üüüü!"
"Üü üürü üüüü!"
Bütün orman ahalisine
sabah olduğunu haber vermiş.
Baykuş, zaten uyanıkmış.
“O zaman iyi sabahlar
olsun, günaydın,” demiş, “ Bakıyorum iyi bir uyku çekip, keyfin yerine geldi.”
Horoz, o geceyi sağ
salim atlatmış olduğuna sevinmiş, biraz duruma alışmaya başlamış olmanın
keyfiyle, “Sana desteğin için teşekkür ederim. Bak, seninle dostluğumuzu
geliştirelim. Aslında birbirimizi tamamlıyoruz. Sen bana geceleri, ben de sana
gündüzleri göz kulak olayım,” diye teklifte bulunmuş.
Baykuş, bu ortaklık
teklifine pek akıl erdirememiş, ancak olmaz da dememiş, zira horozdan
hoşlanmışmış.
O zamandan başlayarak
iyi arkadaş olmuşlar; ancak çok muhabbet edebildikleri olmazmış, çünkü biri
uyurken öbürü hep uyanık oluyormuş. Konuşup, yarenlik edebilme zamanını çok fazla
bulamıyorlarmış.
(*) 04 Şubat 2014, Moskova
No comments:
Post a Comment