27 March 2015

Günaydın Anneciğim ( Kısa öykü ) / M. Hakkı Yazıcı


Fotoğraf: Murat Uzsoy




Günaydın Anneciğim




“Anneciğim, günaydın! Bugün hava ne kadar güzel ve güneşli değil mi? Hayırlı sabahlar olsun.”

“Kimsin sen, neredesin? Bana anne diyorsun. Benim kızım yok ki. İki oğlum var. Onlar da burada değiller.”

“Anneciğim, senin bir kızın vardı. O da benim. Senin oturduğun sıranın biraz ilerisinde, karşı sırada oturuyorum. Başımda çiçekli bir şapka var. Yüzüm denize dönük. Hava güzel ve güneşli, ancak hafif bir lodos var. Deniz biraz dalgalı; ama artık korkmuyorum. Alıştım. Bir kere bak, beni göreceksin. Bir defa bakman yeterli, benden tarafa fazla bakma. Yanına da gelmeyeceğim. Bununla yetinmek zorundayız. Bunun kuralı böyle. Hafif bir esinti gibi girip çıkacağım hayatından, hep yaptığım gibi.”

Vapurla Kadıköy’den Karaköy’e geçiyordu.  Fındıkzade’ye akraba ziyaretine gidecekti. Oturduğu yerden biraz dikilerek ileriye, karşı sıralara baktı. Çiçekli şapkalı bir kadın oturuyordu. Göz göze gelemediler. Kadın denize bakıyordu. Lodosun kabarttığı dalgalara takılmıştı gözü.

Ruh yerinde durmuyor, başka bedenlerde kendine yer buluyordu belki.

 “Evet, vardı; bir kızım vardı, ama onu yitirdim. Koruyamadım onu. Gözümün önünde dalgalı deniz yuttu onu.”

“O anı hatırlıyor musun?”

“Hatırlamaz olur muyum? Hiç aklımdan çıkmadı ki!

Zor günlerdi. Mübadele zamanı… Gideceksiniz dediler; olmaz dedik, dinleyen olmadı. Toprağımızdan, çiftimizden, çiftliğimizden, hayvanlarımızdan, komşularımızdan ayrılıp, bilmediğimiz bir başka vatana gidecektik.

Yeni evlenmiştik, düğünümüzü yapamamıştık; seneye yaza elimiz bollanınca yaparız demiştik. Zoru becermiştik; bütün engelleri aşıp birbirimize kavuşmuştuk babanla. Eee, kolay değil iki farklı dinden insanın evlenmesi. Babam olmasa bu iş olmazdı; yüreği yumuşacıktı, anlamıştı birbirimizi sevdiğimizi.

Çok geçmemiş sen doğmuştun.  Baban Niko bizimle gelememişti. Olmaz dediler, onun dini başkaymış.

Birkaç gün içinde Gülcemal’in güvertesinde buluvermiştik kendimizi, annem babam ve kardeşlerimle.  Dünyamız allak bullak olmuştu. Sen, daha kundakta bebektin. Hepimizin yüzünden düşen beş parçaydı. Kötüydük kısacası.

Birden deniz kabarmıştı. Koskoca Gülcemal vapuru, bir dalganın üzerinde şaha kalkmıştı.  Elimden düşüvermiştin. Kayıvermiştin güvertede. Her şey birden olmuştu. Düşüvermiştin o azgın denize. Koşmuştum. Hepimiz koşmuştuk. Atlayamamıştım denize. Çekip, alıp, kurtaramamıştım seni yutan dalgaların koynundan.

Suçluydum. Becerememiştim. Elimden bir şey gelmemişti. Hiç affetmedim kendimi bu yüzden. Her gece rüyama girdi o an. Yıllar geçti kendimi kurtaramadım bu suçluluk duygusundan. Hep düşüncelerime girdin. Başka çocuklarım oldu, ama seni hiç unutamadım.”

“Anneciğim, sen suçlu değildin. Yazgımız böyleydi. Yeter artık kendini üzüp, paraladığın.”


27 Mart 2015, Moskova

No comments: