18 June 2025

Kısalık yeteneğin kız kardeşidir



Kısalık yeteneğin kız kardeşidir (Краткость- сестра таланта).

Bu söz, kısa öykünün en önemli ustalarından Anton Pavloviç Çehov'a aittir.

11 Nisan 1889'da Moskova'da kardeşi Aleksandr'a yazdığı mektupta kullanır bu ifadeyi.

(Çehov A.P. Tüm Eserleri. Cilt XIV. Moskova, 1949).

***

Anton Pavloviç Çehov çok sevilen bir yazar.

Çalışmalarına ömrünün çeyrek asırlık kısmını adamış ve bu süre zarfında yaklaşık 1000 farklı eser yazmayı başarmıştı.

Günümüzde hala geçerli olan birkaç bilinen imgeyi yaratan oydu ve daha sonra efsane haline gelen kardeşlerinden birine yazdığı bir mektupta yer alan bir cümleyi yazan oydu.

"Kısalık, yeteneğin kız kardeşidir."

Sıradan yazıda karmaşık hiçbir şey yoktur. Ancak bir eseri akılda kalıcı ve özlü hale getirmek çok, ama çok zor olabilir. Bunun için metnin temel fikrini iyi aktarmanız gerekir.

Anlamsal bileşeni kaybetmeden tüm gereksiz unsurları kaldırmanın tek yolu budur. Kısa bir metin bile, yetenekli bir kişinin katkısı varsa, okuyucuya gerekli duygusal rengi ve ana fikri gayet iyi aktarabilir.

İşi gevezeliğe vuran bir yazar, okuyucusunun zamanına değer vermez ve ona ana mesajı iletmek için çabalamaz. Sonuçta, metnin ana fikri, gereksiz sözcüklerin kalabalığı içinde kaybolur.

Bu kural konuşmalar sırasında ve özellikle monologlar sırasında da geçerlidir. Kişi düşüncesini ne kadar hızlı ve basit bir şekilde ifade ederse, dinleyici bu düşünceyi o kadar iyi anlayacaktır.

Uzun cümleler ise sizi sadece şaşırtabilir, hatta sıkabilir.

Çehov, kısalığın önemini ilk kavrayan kişi değildi. Antik Sparta zamanlarında bile, askeri liderler kısa ama çok duygusal konuşmalar yapmaya çalışırlardı. Ve Spartalıların askeri maceralarının tarihinin de gösterdiği gibi, bu boşuna değildi.

Bu nedenle, sınırlı anlam içeren uzun ve büyük cümlelerden kaçınmakta fayda var.

 

***
Kısalık, özlü olma hakkında alıntılar, aforizmalar:

Bir hatibin en büyük başarısı sadece söylenmesi gerekeni söylemek değil, aynı zamanda gerekmeyeni söylememektir. - Cicero 

Dilin en büyük erdemi açıklıktır. -Stendhal

Ve en parlak konuşma bile uzarsa sıkıcı hale gelir. - Blaise Pascal 

Kısalık zekânın ruhudur. - William Shakespeare 

Çok konuşmak ve çok şey söylemek aynı şey değildir. - Sofokles 

Gerçek belagat, söylenmesi gereken her şeyi söyleyebilme yeteneğidir, ama daha fazlasını değil. — François de La Rochefoucauld 

Gerçek bilge, çok şeyi kısa ve net bir şekilde söyleyebilen kişidir. — Aristophanes 

Ne kadar çok saçma konuşursan, diğerleri seni o kadar az dinlemek ister. — Dmitry Eyt

***

Konuyla ilgili bazı anektodlar:


Ernest Hemingway bir zamanlar, herhangi bir okuyucuyu etkileyecek sadece altı kelimeden oluşan bir hikaye yazabileceğine dair bir bahse girmişti.
Bahsi kazandı:


"Satılık: bebek ayakkabıları. Hiç giyilmedi."


***
Frederick Brown, yazılmış en kısa korku hikayesini yazdı:

"Dünyadaki son adam bir odada oturuyordu. Kapı çalındı..."


***
O. Henry, geleneksel bir hikayenin tüm bileşenlerine sahip olan en kısa hikaye için düzenlenen bir yarışmayı kazandı - bir olay örgüsü, bir doruk noktası ve bir çözüm:

"Sürücü bir sigara yaktı ve ne kadar benzin kaldığını görmek için benzin deposuna eğildi. Ölen adam yirmi üç yaşındaydı."


***
İngilizler de en kısa hikaye için bir yarışma düzenlediler. Ancak yarışmanın kurallarına göre, kraliçeden, Tanrı'dan, seksten ve gizemden bahsetmek zorundaydı.
Birincilik, şu hikayenin yazarına verildi:


"Aman Tanrım," diye haykırdı kraliçe, "Hamileyim ve kimden olduğunu bilmiyorum!"


***
En kısa otobiyografi yarışmasının kazananı,
"Eskiden pürüzsüz bir yüzüm ve kırışık bir eteğim vardı, ama şimdi tam tersi" diyen yaşlı bir Fransız kadın oldu.

09 June 2025

Belalı bir komşumuz var / Öykü

 


Belalı bir komşumuz var

 

Kaynak:https://oggito.com/icerikler/belali-bir-komsumuz-var/69249 

 

Gecenin bir yarısında, uykunun kıyılarındayken üst katta bir kavga, bir gürültü,.. Bizim tavanda, üst katın zemininde parçalanan, fırlatılan eşyalar; kırılan bardaklar, tabaklar, vazoların şangırtıları…

Gel de uyu!

Belalı bir komşumuz var.

Birkaç ay olmuştu taşınalı, ancak daha henüz yüz yüze karşılaşmamıştık.

Aman aman, çok lazım değildi tanışmak zaten. Belli ki herif serserinin önde gideni.

Bir yüzünü görebilsem, merdiven sahanlığında falan bir karşılaşsak lafın gelişi okkalı bir tokat atacağım suratına.

Yani o kadar kızgınım. Rahatım, huzurum kalmadı.

Yine aynı asap bozucu tiyatro oynanıyordu yukarıda.

Her gece, ama her gece aynı saatlerde oynanan bir oyun gibi. Zira komşu evin kralı her gece aynı saatlerde meyhaneden, mutad olarak sarhoş geliyor. Sonra gelsin, bağırtı, küfür, dayak. Kurbanlar, evin hanımı, çocuklar ve hatta kral hazretlerinin anacığı.

Finalde ağlamalar, sızlamalar, hızını almış kralın mırıltıları, anasının bedduaları…

Sonra oyunun başka aktörleri dahil oluyor; kapıya dayanan komşular, mahallenin her şeyden sorumlu kabadayısı ve en sonunda işgüzar komşulardan biri tarafından çağrılan karakol polisleri.

Ben de merakla, ama meraklı kalabalığının arasına karışmadan kapı aralığından bakıyorum. Ve ilk defa bu belalı komşumun yüzünü görüyorum.

Aman allahım, bu o herif. Yine o herif!

Mahallenin kabadayısı, üst kattaki evin kralının yakasına yapışmış, gürlüyor:

“Ulan, ben sana geçen sefer bu son olsun, bir daha böyle şey yapma demedim mi? Kırayım mı ulan kafanı, patlatayım mı şaşı gözlerini?”

“Abi, içkiliyim, anlamıyor musun? Farkında mıyım ben yaptıklarımın…”

Evin kralı, biraz ayılıp, kendine geldikten sonra, eve doluşmuş kalabalığa bakıp isyan ediyor:

“Ne işiniz var ulan evimde? Kimden izin aldınız da girdiniz içeri; ben, sizin evinizin mahrem hallerine karışıyor muyum?”

Yan komşu kadın, oturduğu sandalyenin kenarlarından taşan koca poposunu ve göbeğini hoplata hoplata konuşuyor:

“Sen, böyle yaparsan tabii ki elalem senin evinin işlerine karışır, bak bizim eve karışan var mı?”

Teyit almak istercesine bakışlarını kenarda ayakta dikilen kılkuyruk kocasına dikiyor. Adam kendisinin de olaya dahil edilmesinden utanmış, kıpkırmızı olan yüzüyle başını öne eğiyor.

Neyse olay yavaş yavaş hızını kaybediyor. Komşular teker teker evlerine dönüyor.

Bir ara belalı komşumuz şaşkın bakışlarla kapı aralığında dikilen beni fark etti. Göz göze geldik.

Tanımıştı beni.

Bu herifle üç gün içinde, üç ayrı yerde, üç farklı konuda yollarımız kesişmişti.

Çok sıkılmıştım; neydi, bu herifle kaderimi birleştiren bir şey mi vardı? Yeter artık!

O da şaşırmıştı bu duruma.

Gözlerimi kaçırdım.

***

Geçen Cuma mahkemede yine çok yoğun bir gündü.

Diğer günler torbaya girmiş gibi sorunlu işler hep haftanın son işgününde yığılır zaten.

Memleket çıldırmıştı, ben de çıldırmanın eşiğindeydim.

Davaların sonu yoktu. Biri bitiyor, biri başlıyor. Bazen dosyaları birbirine karıştırıyorum.

Mübaşirler de bir alem. Onlar da ayakta uyuyorlar. Elime aldığım dosyadaki taraflar yerine bir başkasını alıyorlar içeri.

Neyse çabucak toparlıyorum durumu. Sorun çıkmıyor.

Çarşıda küçük bir lokantası olan adamın biri ücretine zam isteyen bulaşıkçısına hakaret etmiş, dövmüş ve işten atmıştı.

Lokantacı da, bulaşıkçı da mahkeme salonunda hazırdı.

Adam mahkemede saygılıydı, ama bıçkın, serseri biri olduğu her halinden belliydi.

İfadesinde “Hakim bey, bu bulaşıkçı arkadaş müessesemizin değerli personelinden. Can kardeşimiz. Malum işler güçler sıkıntılı bu aralar. Ekonomik durumlar kötü. Keyfimiz kaçık. Oluyor bazen böyle ufak tefek tartışmalar,” diyor.

Lokantacı anladığım kadarıyla, bulaşıkçıyı koridorda ikna etmişti; maaşına zam yapmış, özür dilemişti.

Bulaşıkçı da şikayetini geri almıştı. Bu yüzden mahkeme kısa sürdü.

***

Ertesi gün, cumartesi sabahı maçım vardı.

Erkenden yatıp, uykumu almam lazımdı. Ama ne mümkün. Yukarı kattaki komşularda yine hırgür.

Neyse, bir ara dalıp uyumuşum.

Sabah erken kalkıp stada gittim.

Bilmeyenlere hemen söyleyeyim, ben, aynı zamanda Mahalli Lig’de hakemlik yapıyorum. Yani ligde görev yapan ve her maçta küfür yiyen, eleştiri oklarına maruz kalan zavallı hakemlerden biriyim.

Peki, hakimden hakem olur mu diyeceksiniz. Mevzuatta mani bir durum yok. Ben oldum işte.

Hakemler hafta içinde meslek değiştirirler benim gibi. Aslında her biri farklı bir iş yapar. Örneğin kimi gazeteci, muhasebeci, eczacı, kimi kabzımal, kimi ise doktordur. Hakemliği ise hobi olarak hafta sonları yaparlar.

Hakemlerin bazılarının bunu ek iş olarak yaptığını çok kimse bilmez. Futbolcuların profesyonel olarak mücadele ettiği yeşil sahalarda siyah formalı hakemler, amatör bir ruhla maçları yönetirler. Alınan komik paralar için bu iş yapılmaz aslında. Mesela Süper Lig’de beraber koşturduğu futbolcular milyon dolarlar kazanırken, hakemler komik rakamlara razı olurlar.

Benim durumum da aynı; parasından pulundan değil, futbolu çok sevdiğimden ek iş olarak hafta sonları bu zor işi yapmaya çalışıyorum.

Bizim arkadaşlar iyi bir hakem olduğumu söylüyorlar. Bakarsınız daha üst liglerde de maç yönetmek nasip olur.

Belki de esas mesleğimin faydası var. Hukukçu gözüyle futbol yönetmek avantajlı olmalı. Hukuk kurallarını iyi bildiğim için hakemlikte zorlanmıyorum. Sarı kart ya da kırmızı kart gösterirken adil olmaya çalışıyorsunuz, hukukun üstünlüğünü göz önüne alıyorsunuz. Böylece yapılan hataları daha iyi analiz edip sağlıklı karar veriyorsunuz.

Haftanın iş yorgunluğunu üstümden atamadan maça çıkmıştım.

Daha maç yeni başlamıştı.

Futbolcular topun peşinden, ben de onların peşinden koşturup duruyordum.

Kırmızı formalı takımın defans oyuncularından biri hemen dikkatimi çekti.

Sanki herif, top oynamaya değil, adam dövmeye gelmişti.

Top geçer, adam geçmez dedikleri türden bir müdafaa oyuncusu.

Çok geçmedi rakip takım hücum oyuncularından biri buna bacak arası atıp geçince, madara olduğuna kızıp, arkasından hırsla koşup, yetişti, kayarak çift daldı.

Zavallı rakip takımın oyuncusu yere yuvarlanmıştı. Acı içinde kıvranıyordu. Maazallah önemli bir sakatlık olabilirdi.

Hemen düdük çalıp, oyunu durdurup, elimi cebime attım.

Sarı mı, yoksa kırmızı mı göstersem diye tereddüt ederken, herif üstüne el kol işareti yapıp, bağırıp çağırmaz mı! Söylediklerinin arasında “ananı..” lafını seçebildim ancak.

Yeterliydi, kırmızı kartı çaktım.

Oyundan çıkarken yüzüme dik dik bakıp, söylendi. Bir de “Ben ne yaptım şimdi, hakem bey?” diye itiraz etmez mi!

Aaa, bu kazma, bizim mahkemede önceki gün karşıma çıkan lokantacı değil miymiş meğer!

Bulaşıkçısını döven, rakip takımın oyuncusunu da sakatlardı. Şaşılacak bir durum yok.

Herif yine yolumun üzerine çıkmıştı.

***

Üç gün içinde bu belalı komşuyla yaşadıklarımın şaşkınlığıyla merdivenlerden inip dışarı çıktım.

Bu saatten sonra uyku tutar mı?

Tutmaz.

Bir iki şişe bira alacağım açık bir bakkal ya da büfe bulabilmek ümidiyle iki sokak yukarı, minibüs yoluna kadar yürüdüm.

Topal bakkalın dükkanı açıktı. İki şişe bira, biraz fındık, fıstık alıp döndüm.

Bahçeye girer girmez, ağaçlardan birinin altına tünemiş üst kattaki evin kralını fark ediyorum. Sesleniyor:

“Gel komşu, biraz dertleşelim.”

“Yahu git kardeşim, uykumun içine ettiğin yeter. Bi de kafamı mı ütülettireceğim sana?”

Aldırmayıp, eve gidiyorum.