Belalı
bir komşumuz var
Gecenin bir yarısında, uykunun kıyılarındayken üst katta
bir kavga, bir gürültü,.. Bizim tavanda, üst katın zemininde parçalanan,
fırlatılan eşyalar; kırılan bardaklar, tabaklar, vazoların şangırtıları…
Gel de uyu!
Belalı bir komşumuz var.
Birkaç ay olmuştu taşınalı, ancak daha henüz yüz yüze
karşılaşmamıştık.
Aman aman, çok lazım değildi tanışmak zaten. Belli ki herif
serserinin önde gideni.
Bir yüzünü görebilsem, merdiven sahanlığında falan bir
karşılaşsak lafın gelişi okkalı bir tokat atacağım suratına.
Yani o kadar kızgınım. Rahatım, huzurum kalmadı.
Yine aynı asap bozucu tiyatro oynanıyordu yukarıda.
Her gece, ama her gece aynı saatlerde oynanan bir oyun
gibi. Zira komşu evin kralı her gece aynı saatlerde meyhaneden, mutad olarak
sarhoş geliyor. Sonra gelsin, bağırtı, küfür, dayak. Kurbanlar, evin hanımı,
çocuklar ve hatta kral hazretlerinin anacığı.
Finalde ağlamalar, sızlamalar, hızını almış kralın
mırıltıları, anasının bedduaları…
Sonra oyunun başka aktörleri dahil oluyor; kapıya dayanan
komşular, mahallenin her şeyden sorumlu kabadayısı ve en sonunda işgüzar
komşulardan biri tarafından çağrılan karakol polisleri.
Ben de merakla, ama meraklı kalabalığının arasına
karışmadan kapı aralığından bakıyorum. Ve ilk defa bu belalı komşumun yüzünü
görüyorum.
Aman allahım, bu o herif. Yine o herif!
Mahallenin kabadayısı, üst kattaki evin kralının yakasına
yapışmış, gürlüyor:
“Ulan, ben sana geçen sefer bu son olsun, bir daha böyle
şey yapma demedim mi? Kırayım mı ulan kafanı, patlatayım mı şaşı gözlerini?”
“Abi, içkiliyim, anlamıyor musun? Farkında mıyım ben
yaptıklarımın…”
Evin kralı, biraz ayılıp, kendine geldikten sonra, eve
doluşmuş kalabalığa bakıp isyan ediyor:
“Ne işiniz var ulan evimde? Kimden izin aldınız da girdiniz
içeri; ben, sizin evinizin mahrem hallerine karışıyor muyum?”
Yan komşu kadın, oturduğu sandalyenin kenarlarından taşan
koca poposunu ve göbeğini hoplata hoplata konuşuyor:
“Sen, böyle yaparsan tabii ki elalem senin evinin işlerine
karışır, bak bizim eve karışan var mı?”
Teyit almak istercesine bakışlarını kenarda ayakta dikilen
kılkuyruk kocasına dikiyor. Adam kendisinin de olaya dahil edilmesinden utanmış,
kıpkırmızı olan yüzüyle başını öne eğiyor.
Neyse olay yavaş yavaş hızını kaybediyor. Komşular teker
teker evlerine dönüyor.
Bir ara belalı komşumuz şaşkın bakışlarla kapı aralığında
dikilen beni fark etti. Göz göze geldik.
Tanımıştı beni.
Bu herifle üç gün içinde, üç ayrı yerde, üç farklı konuda
yollarımız kesişmişti.
Çok sıkılmıştım; neydi, bu herifle kaderimi birleştiren bir
şey mi vardı? Yeter artık!
O da şaşırmıştı bu duruma.
Gözlerimi kaçırdım.
***
Geçen Cuma mahkemede yine çok yoğun bir gündü.
Diğer günler torbaya girmiş gibi sorunlu işler hep haftanın
son işgününde yığılır zaten.
Memleket çıldırmıştı, ben de çıldırmanın eşiğindeydim.
Davaların sonu yoktu. Biri bitiyor, biri başlıyor. Bazen
dosyaları birbirine karıştırıyorum.
Mübaşirler de bir alem. Onlar da ayakta uyuyorlar. Elime
aldığım dosyadaki taraflar yerine bir başkasını alıyorlar içeri.
Neyse çabucak toparlıyorum durumu. Sorun çıkmıyor.
Çarşıda küçük bir lokantası olan adamın biri ücretine zam
isteyen bulaşıkçısına hakaret etmiş, dövmüş ve işten atmıştı.
Lokantacı da, bulaşıkçı da mahkeme salonunda hazırdı.
Adam mahkemede saygılıydı, ama bıçkın, serseri biri olduğu
her halinden belliydi.
İfadesinde “Hakim bey, bu bulaşıkçı arkadaş müessesemizin değerli
personelinden. Can kardeşimiz. Malum işler güçler sıkıntılı bu aralar. Ekonomik
durumlar kötü. Keyfimiz kaçık. Oluyor bazen böyle ufak tefek tartışmalar,”
diyor.
Lokantacı anladığım kadarıyla, bulaşıkçıyı koridorda ikna
etmişti; maaşına zam yapmış, özür dilemişti.
Bulaşıkçı da şikayetini geri almıştı. Bu yüzden mahkeme
kısa sürdü.
***
Ertesi gün, cumartesi sabahı maçım vardı.
Erkenden yatıp, uykumu almam lazımdı. Ama ne mümkün. Yukarı
kattaki komşularda yine hırgür.
Neyse, bir ara dalıp uyumuşum.
Sabah erken kalkıp stada gittim.
Bilmeyenlere hemen söyleyeyim, ben, aynı zamanda Mahalli
Lig’de hakemlik yapıyorum. Yani ligde görev yapan ve her maçta küfür yiyen,
eleştiri oklarına maruz kalan zavallı hakemlerden biriyim.
Peki, hakimden hakem olur mu diyeceksiniz. Mevzuatta mani
bir durum yok. Ben oldum işte.
Hakemler hafta içinde meslek değiştirirler benim gibi.
Aslında her biri farklı bir iş yapar. Örneğin kimi gazeteci, muhasebeci,
eczacı, kimi kabzımal, kimi ise doktordur. Hakemliği ise hobi olarak hafta
sonları yaparlar.
Hakemlerin bazılarının bunu ek iş olarak yaptığını çok
kimse bilmez. Futbolcuların profesyonel olarak mücadele ettiği yeşil sahalarda
siyah formalı hakemler, amatör bir ruhla maçları yönetirler. Alınan komik
paralar için bu iş yapılmaz aslında. Mesela Süper Lig’de beraber koşturduğu
futbolcular milyon dolarlar kazanırken, hakemler komik rakamlara razı olurlar.
Benim durumum da aynı; parasından pulundan değil, futbolu
çok sevdiğimden ek iş olarak hafta sonları bu zor işi yapmaya çalışıyorum.
Bizim arkadaşlar iyi bir hakem olduğumu söylüyorlar.
Bakarsınız daha üst liglerde de maç yönetmek nasip olur.
Belki de esas mesleğimin faydası var. Hukukçu gözüyle futbol
yönetmek avantajlı olmalı. Hukuk kurallarını iyi bildiğim için hakemlikte
zorlanmıyorum. Sarı kart ya da kırmızı kart gösterirken adil olmaya
çalışıyorsunuz, hukukun üstünlüğünü göz önüne alıyorsunuz. Böylece yapılan
hataları daha iyi analiz edip sağlıklı karar veriyorsunuz.
Haftanın iş yorgunluğunu üstümden atamadan maça çıkmıştım.
Daha maç yeni başlamıştı.
Futbolcular topun peşinden, ben de onların peşinden
koşturup duruyordum.
Kırmızı formalı takımın defans oyuncularından biri hemen
dikkatimi çekti.
Sanki herif, top oynamaya değil, adam dövmeye gelmişti.
Top geçer, adam geçmez dedikleri türden bir müdafaa
oyuncusu.
Çok geçmedi rakip takım hücum oyuncularından biri buna
bacak arası atıp geçince, madara olduğuna kızıp, arkasından hırsla koşup,
yetişti, kayarak çift daldı.
Zavallı rakip takımın oyuncusu yere yuvarlanmıştı. Acı
içinde kıvranıyordu. Maazallah önemli bir sakatlık olabilirdi.
Hemen düdük çalıp, oyunu durdurup, elimi cebime attım.
Sarı mı, yoksa kırmızı mı göstersem diye tereddüt ederken,
herif üstüne el kol işareti yapıp, bağırıp çağırmaz mı! Söylediklerinin
arasında “ananı..” lafını seçebildim ancak.
Yeterliydi, kırmızı kartı çaktım.
Oyundan çıkarken yüzüme dik dik bakıp, söylendi. Bir de “Ben
ne yaptım şimdi, hakem bey?” diye itiraz etmez mi!
Aaa, bu kazma, bizim mahkemede önceki gün karşıma çıkan lokantacı
değil miymiş meğer!
Bulaşıkçısını döven, rakip takımın oyuncusunu da
sakatlardı. Şaşılacak bir durum yok.
Herif yine yolumun üzerine çıkmıştı.
***
Üç gün içinde bu belalı komşuyla yaşadıklarımın şaşkınlığıyla
merdivenlerden inip dışarı çıktım.
Bu saatten sonra uyku tutar mı?
Tutmaz.
Bir iki şişe bira alacağım açık bir bakkal ya da büfe
bulabilmek ümidiyle iki sokak yukarı, minibüs yoluna kadar yürüdüm.
Topal bakkalın dükkanı açıktı. İki şişe bira, biraz fındık,
fıstık alıp döndüm.
Bahçeye girer girmez, ağaçlardan birinin altına tünemiş üst
kattaki evin kralını fark ediyorum. Sesleniyor:
“Gel komşu, biraz dertleşelim.”
“Yahu git kardeşim, uykumun içine ettiğin yeter. Bi de
kafamı mı ütülettireceğim sana?”
Aldırmayıp, eve gidiyorum.

No comments:
Post a Comment