Rüyamda
yeni bir düşman
M. Hakkı Yazıcı
mhyazici@gmail.com
Çok çelişik bir dünyada yaşıyoruz.
İtiraz edenler olabilir, ama bana göre öyle…
Yok, hayır!
Dünya, evren, her şey kendi olağan seyrinde; aslında çelişki
içinde olan benim.
Buna alışamayan ben ve benim gibileri…
Evet, küresel ısınma, çevre sorunları var, ama öte yanda insanlar,
çevreyi kirletmeye; savaşın, ne kadar kötü bir şey olduğunu söyleye söyleye
birbirlerini boğazlamaya devam ediyorlar.
Pek hoşlanmadığım, kurtulmak istediğim, ama kurtulamadığım
bir ruh hali içindeyim.
Bazen hayat, “Evet’ ile “Hayır” arasına sıkışıyor.
Buna iyice ifrit oluyorum.
Bu ikisinden birinin galebe çalmasıyla ya tümden yok
olacağımız, ya da feraha çıkacağımızın söylendiği bir ikileme hapsedilmek
isteniyoruz.
Bu tercihte siyah ve beyaz var; grilere yer yok.
Gökkuşağının diğer renklerine hiç mi hiç yer yok.
Birileri çıkıyor, demokrasiye ne gerek var; ben her şeyin
icabına bakarım, diyor.
Dayatılan bu. Yersen diyorlar.
Alışmak bazılarını rahatlıyor genellikle. Tam tembel işi
yani… Kötü bir hal, asıl olması gereken anlayıp da, teslim olmak yerine
direnmek.
Bunları zihnimde dolandırmak bazen uykumun kaçmasına, bazen
de düşünmekten yorgun düşüp uyuyup kalmama neden oluyor.
Dert çok.
Dünyanın bir ucunda insanlar can derdindeyken, öbür ucunda diğerleri
sefalar içinde yaşıyor.
İnsanların çoğunluğu bir ağaç gölgesi, yağmurdan kardan
buzdan korunacak bir dam altı ararken; bazıları havuzlu, saunalı, bilmem kaç odalı,
denize nazır villalarında caka satıyorlar.
Milyonlarca insanın basit bir özlemi var: Tepesine bomba
yağmayan bir vatan.
Bildiğimiz ademoğlunun yani Homo Sapiens’in Homo Deus’a
dönüşeceğinin; insanın ve makinenin birleşerek bir tür sayborgun ortaya
çıkacağının ileri sürüldüğü bu teknoloji çağında hala Ortaçağı yaşatmak niye?
***
Düşünmekten bitap düşüp, yine uyumuşum.
Ne kadar uyumuştum bilemiyorum, tadilat yapılan yukarıdaki
komşunun dairesinden gelen matkap darbesi gürültüsüyle uyandım.
Yine kötü rüyalar görmüştüm.
Meğer uykumda bağırıp çağırmışım.
Hala en son gördüğüm rüyanın etkisi altındaydım. Bu rüya
çok fena hırpalamıştı beni.
***
Hatırlamaya çalışıyorum.
Nedeni bir kere, kesin olarak hatırladığım kadarıyla yukarıdaki
matkap seslerinin yaratıcısı inşaat ustaları değildi. Onlar rüyama
girmemişlerdi.
Kimdi ya da neydi bu rüyama giren yeni düşmanım?
Rüyalarıma sık sık giren bana sınavlarda ne kadar
yırtınırsam yırtınayım kırık not veren, bunu da keyifle yapan “sıfırcı hoca”m mı
diye düşünüyorum, değildi.
Maaşıma zam yaptırmayıp, sürekli beni işten attırmakla
tehdit eden eski müdürüm değildi.
Kaşla göz arasında eksik tartarak hep beni kazıklayan
köşedeki manav da...
Her gün televizyonlarda burnumuza dayatılan siyasilerden
biri de...
Arkalara yürümediğim için dikiz aynasından bana kötü kötü
bakan halk otobüsü şoförü, ya da bozuk param olmadığı için kızan taksi şoförü
de…
İlginç, kabusumun kahramanı bir insan değildi.
Kuşkusuz belki yine bir insan ürünüydü, ama etten kemikten
bir insan değildi.
İnsan değildi de neydi?
Kaçırdığım, arkasından yetişmek için kan ter içinde koştuğum
belediye otobüsü değil rüyama giren.
Geç kaldığım zamanlar kestirmeden gitmek için bahçesine
daldığım komşumun paçama yapışan azgın köpeği de...
Veya reklamlarda tanıtılan nefret ettiğim bir ürün de...
Rüyama giren ruhumu didikleyen, beni hırpalayan yeni bir
düşmandı.
***
Yavaş yavaş hatırladım. Rüyama giren şey bir bilgisayar
programıydı.
İnternette gezinirken görüp, merak edip indirdiğim, sonra
silemediğim, kurtulamadığım bir bilgisayar programı.
Bilgisayarıma musallat olan davetsiz, hain bir virüs gibi…
Bu, yazma meraklıları için uydurulmuş bir programdı. Bu
bilgisayar programına sahip olan bir heveslinin Tolstoy’un, Dostoyevski’nin
romanları kalınlığında ve o kalitede bir roman yazabilmesi işten bile değildi.
Tanıtımı böyleydi.
Saçmalık.
“Öykü atölyeleri”ne, “yaratıcı yazarlık kursları”na bile
dudak büken benim gibi birisi için böyle bir saçmalığa itibar etmek kesinlikle
olamazdı. Ben, bir yazarın okulunun kendi okuma serüveni olduğuna imanla inananlardanım.
Ama gaflete düştüm işte, merak ettim.
Efendim, güya öykü fikrini giriyorsun, kahramanları, ortamı
tasvir ediyorsun program o güne kadar yazılmış bütün edebi ürünlerin içinden
bir tarama yapıp, imgeler yaratarak, kurgulayarak sana kendiliğinden romanı yazıp,
sunuyor.
Yazarın yeteneği, üslubu? Hiçbir şeye ihtiyaç yokmuş.
Program bunu kendisi yapıyormuş. Hem de çok yetenekli bile olsan, senin
yapabileceğinden daha iyisini…
Hay merak edip, indirmez olaydım.
Şöyle bir bakıp, sonra günlük işime devam edeyim dedim, ama
mümkün değil.
Bilgisayarımın içindeki bu programı unutup, bir şeyler
yazmak istiyorum. Program hemen devreye girip kendi kafasına göre benim
yazdıklarımı düzeltip, bir şeyler yazıyor.
Yazılanı beğensem bile beni geriyor. İstemiyorum. İyi
olmasa da, kimse beğenmeyecek olsa bile kendim yazmak istiyorum.
Ancak olmuyor, programı devreden çıkarmaya çalışıyorum. Olmuyor,
beceremiyorum.
Denetim masasından programı iptal edip, tarihe gömmek
istiyorum.
Sildim, programdan kurtuldum sanıyorum, olmuyor; yine
ortaya çıkıp yazdıklarıma müdahale ediyor.
Tam becerdim zannederken yine ortaya çıkıyor.
Her şeyi bilirim, ben her şeyi yaparım iddiasındaki; her
şeye müdahale eden, başkalarının yaşam hakkını elinden almaya hevesli
insanlardan illallah demişken bir de bu program çıkmıştı başıma.
Deliye dönüyorum.
Gece yarısı, geç oldu demeden bu işlerden anlayan bir
arkadaşımı arıyorum. Uykulu sesiyle bana anlatıyor. Denetim masasını aç,
program ayarlarına gir, şunu yap, bunu yap, falan diye.
Oldu zannediyorum. Bakıyorum olmamış.
Sonunda dayanamayıp eski usule dönmeye karar veriyorum.
Boş bir defter, kurşun kalem ve silgimi alıp masaya
oturuyorum.
Öyle ya Tolstoy, “Anna Karenina”yı, “Savaş ve Barış”ı
bilgisayarla mı yazmıştı?
Tam böyle düşünüp, işe girişirken gaipten bir ses “Sen, Tolstoy’un
aynı zamanda eski sekreteri olan karısı Sofia olmasaydı bu tuğla kalınlığındaki
romanları yazabilir miydi sanıyorsun?” deyip keyfimi kaçırıyor.
Defteri, kalemi bir tarafa fırlatıp atıyorum.
***
Tam o anda yukarıdan matkap sesleri geliyor. Uyanıyorum.
Üzerimdeki yorganı çekiştirerek, gözümü açıyorum.
Şükürler olsun gözümü açmış, o kötü kabustan kurtulmuştum.