10 December 2012

Öykünün Hikayesi

M.Hakkı Yazıcı

Öykü mü demek gerekir yoksa hikaye mi? Çokca tartışılan bir konu bu. İkisinin anlamdaş olduğunu söyleyenler de var. Öykü, hikayenin öz Türkçe karşılığı mı? Öykünün de bir hikayesi mi var? Bir başka edebiyat ürünü romanın da bir hikayesinin olduğu gibi...

Konuyu sulandırdığım için bana kızanlar olacaktır. Olsun. Ama gerçek niyetim benim de bu konuda kafamın açılması. Belki kızıp karşı çıkanlardan konuya açıklık getirip benim bu çabama yardımcı olacak değerli fikirler çıkacaktır.

Öykü sözcüğünü Nurullah Ataç’ın dilimize kazandırdığı söylenir. Demek oluyor ki öykü sözcüğü aşağı yukarı benim yaşıtım. O zaman çağdaş Türk öykücülüğünün önemli temsilcilerinden olan Ömer Seyfettin’in ömrü bu sözcüğü bilebilmeye yetmedi.

Öykünün bir düz yazı ürünü olmasına karşın şiirle akrabalığının daha fazla olduğu savı yaygındır ki doğrudur.

İmgeler her şeyi kurtarıyor mu? Bir temanın içinde erimediği zaman şiirde de imgelerin tek başına bir işe yaramadığı, ardarda sıralanan imgelerle şiirin bir imge mezarlığı haline geldiği çok bellidir. Yapılan şey imge kolajı oluyor. Rahmetli Öztürk Serengil sağ olsaydı “kolay”a “kolaj” derdi, herhalde. Aynı şey, yenilerde, özellikle genç öykücüler arasında moda haline gelen salt imgeler üzerine oturtulmuş öykü anlayışı için de geçerlidir. Güçlü bir teması, bir hikayesi olmayan öykü, yalnızlığa mahkum olup, okurunu bulamayacaktır. Anlaşılamayan, yaygın okunup sevilmeyen öykülerin ne amaçla yazıldığı meçhuldür. Acaba bu öyküleri yazanlar kendi yazdıklarından bir şey anlıyorlar mı? Kendi sanat anlayışlarına sahip çok sınırlı sayıda eş dost ahbap çevresi için mi yazılmaktadırlar? Bu konuda yapılacak tartışmanın bizi ta eskilere “sanat, sanat için mi, toplum için mi yapılır?” tartışmalarına götürmesi tehlikesi vardır.

Benim öykü anlayışım 50 kuşağının ürünlerine daha yakın sanırım. Toplumcu gerçekçi edebiyatımızın bana okumayı, öyküyü sevdiren, hayranı olduğum Orhan Kemal üstadımı yadetmeden geçemeyeceğim. Haddim olmayarak Orhan Kemal’in “küçük adamı”nın serüveninin devamının yazılmasını diliyorum. Basit yalın şeyler yazıyorum, kendi halimde. Yazdıklarım küçük insanların yaşam macerası. Onları overlokçular, kaportacı çırakları, manikürcü kızlar da okusunlar istiyorum. Çünkü benim de bir parçası olduğum sevgili halkımın aynı zamanda evrensel de olan hikayelerini yazmak gibi bir hayalim var.

19 Şubat 2003 Çarşamba günü düzenlenen “14 Şubat Dünya Öykü Günü”nde öyküye ilişkin söylenenlerden kısa notlar :

Erdal Öz,”Öykünün gevezeliğe tahammülü yoktur... Öykü, anlatılamamalı. Kristal öykü böyle olur.”

Adnan Özyalçıner,”Öykü, savaşa karşıdır. Sevgiyi, kardeşliği anlatır.”

Necati Tosuner,”Dert anlatmak için öykü iyi bir yoldur...Öykünün romandan çok şiire yakın durduğuna inanırım...Öykü, enseye tokat atıp kaçar.Bir anı anlatır.”

Osman Şahin,”Cortazar, roman puan farkıyla kazanır, öykü nakavtla kazanmak zorundadır, der.”

“Sözcükler, öykünün canı, kanıdır. Yığma sözcüklerden kaçınmalı.”

Sema Ulu,”Şiir edebiyatın yıldızıdır. Öykü ise onu göğsünde barındıran gökyüzü.”

Mehmet Zaman Saçlıoğlu,”Sinema, öykü olmasaydı akan fotoğraflar oalrak kalırdı.”

Sadık Aslankara,”Öykü, başladığı ve bittiği o kısacık sürede yüreğimizi avucuna alabilmeli.”

Melike Tuğcu,”Ölüme meydan okumaktır yazmak.”

Gönül Kıvılcım,”Anın hikayesidir öykü. Roman bir günse, öykü bir andır.”

Şubat 2003, İstanbul

No comments: