01 April 2018

Denizi seven dalgasına katlanır (Kısa öykü ) / M. Hakkı Yazıcı



 Fotoğraf: Murat Uzsoy


M. Hakkı Yazıcı




Günlerce balığa çıkarsın, ağların boş dönersin. Çocukların gürültüsünden, karı dırdırından usanır; şöyle bir uzaklaşayım, sıkıntı atayım diye denize açılırsın, laf olsun diye olta atarsın koca bir orkinos takılır.

Gel de kısmete inanma.

Balıkçı Haluk’un oltasına iki metrelik bir orkinos takılmıştı.

***
Hep olduğu gibi Cemal’i almıştı yanına.

Gerekçesi de her zamanki gibiydi: Bir işe yaramazdı, üzerinde bir salaklık vardı; ama sesi pek çıkmaz, kafa ütülemezdi.

Cemal, sordu:

“Ağları atayım mı abi?”

“Yok oğlum, bu defa balık avlamaya değil, keyif yapmaya gidiyoruz. Şöyle biraz kafa dinleyelim.”

“Abi, o zaman rakıyı açayım mı?”

“Aç oğlum.”

Cemal, doğuştan deniz insanı değil; sonradan olma. Ne de olsa göç yemiş bir Kürt çocuğu. Denizi hayatında ilk kez ortaokulda iken görmüş. Bu yüzden ne kadar alışsa da denize karşı bir ürküntü var içinde.

“Abi, şu anda bir dert yok, ama sonradan fırtınaya, dalgaya falan yakalanmayız d’il mi?”

“Bak evladım, denizi seven dalgasına katlanır.”

Aslında hava güzel, deniz sakin…

Biraz rahatlıyorlar.

Kafayı bulunca Cemal, yine tatlı bir çocuk oluyor. Yine Ayşe’yi ne kadar çok sevdiğini anlatıyor da anlatıyor.

Tam iyice kafayı bulmuşlarken laf olsun diye attıkları oltaya bir şeyin takıldığını, teknesinin sürüklendiğini fark etti. Önce ne olduğunu anlayamadı. Sonra iri bir balık olduğunu anladı. Hem de tahayyül edemeyeceği kadar büyük.

Hızla önlerinden geçenin bir orkinos irisi olduğunu anladığında iş işten geçmişti.

Haluk’un ilk anda gördüğü tek şey kocaman bir gözdü.

Balık, laf olsun diye oltasına yem olarak taktığı kolyoza tav olup, zokayı yutmuştu.

“Git oğlum, bugün hiç seninle uğraşmaya niyetim yok, dinlenme günümdeyim,” diye söylendi.

Ama orkinos umduğu kadar becerikli değildi. Oltadan kurtulmak için önce çırpındıysa da olmadı.

Haluk, ne kadar üşengeçse, orkinos da o kadar beceriksiz çıkmıştı.

Beceriksizdi, ancak güçlüydü. Koca gövdesinden aldığı bir gücü vardı. Tekneyi sürüklemeye başladı.

Bir sağa, sonra bir sola... Arkasından kocaman bir yuvarlak çizip; bir aşağı, bir yukarı…

Dön baba, dön.

Orkinos sardalye kadar küçük, Haluk’un teknesi de petrol tankeri kadar büyük değildi.

Koca balık bütün gücünü sarf etmemesine rağmen küçük tekneyi kolayca açıklara sürükledi. Motoru bozdu, kamışın takıldığı yeri kırdı, kemerleri kopardı, makinenin düşük devir vitesini bozdu.

Haluk, bütün bunları gördükçe dinlenme gününde olduğunu unutup, hınçlandı.

Yaklaşık dört mil gezinip durdular.

Ne kadar sürdü bu mücadele?

Saate bakılacak durum yoktu, ama çok uzun sürmüştü.

Hava iyice kararmıştı.

Bir ara hareketsiz kaldılar.

Haluk el feneriyle balığın durumunu kontrol etti.

Kımıldamıyordu. O canlı renginden eser kalmamış, soluklaşmıştı.

Haluk, Cemal’e “Oğlum, suya gir de şuna bir yakından bak, gebermiş mi?” dedi.

Cemal, iyice halsizleşmişti; yorgunluğu açlıkla birleşince iyice bitap hale düşmüştü. Buna rağmen itiraz etmeden, gücünü toplayıp, yavaş hareketlerle suya indi.

Su soğuktu.

Fenerin ışığı balığı aydınlatıyordu.

Ölmediyse bile balık da bitap düşmüş olmalıydı. Kıpırtı yoktu.

Cemal, balığı kucaklayıp, tekneye doğru çekmeye çalıştı. Ama o iri canavarı kucaklamak bile mümkün değildi. Kuyruğundan asılarak suyun üstüne çekti.

Haluk da oltaya bütün gücüyle asıldı.

Bu arada gelip geçerken ışığı görüp gece dalışından şüphelenen birileri ihbar etmiş olmalı ki uzaktan bir Sahil Güvenlik botu gelip, yanaştı.

“Bir sen eksiktin ay ışığı,” diye söylendi Haluk.

Cemal:

“Abi alkollüyüz, dert olmasın?”

“Akıllı ol oğlum, gelenler trafik polisi değil; biz de alkollü araç kullanmıyoruz.”

Gelen Sahil Güvenlik astsubayı güverteden “N’apıyorsunuz?  Gece dalışı falan mı?” diye seslendi.

Haluk, ne işine yarayacaksa gecenin karanlığında astsubayın kaç pırpırlı olduğunu seçmeye çalıştı.

“Yok, başçavuşum, öylesine açılmıştık, oltamıza şu mahlukat takıldı.”

Astsubay üstelemedi, “Neyse, tamam,” dedi.

Tam ayrılacakken:

“Bak, balık mavi yüzgeçliyse yasal işlem yapacağım. Yasak başladı. Kaç dakikaya alırsınız balığı tekneye?’’ diye sordu.

Ah, bir bilebilse!

Haluk, kendinden emin:

“Sarı yüzgeçli bu komutanım. Evet, sarı olmalı, suda yüzgeçleri sapsarı, sırtı masmavi; çok da yakışıklı görünüyor.”

Balık yine debelenmeye başladı. Hala canlıydı, kendine yaklaştırmıyordu.

Koşma, kovalama yine başladı.

Haluk, bu canavarların mücadeleci olduğunu biliyordu, ama bu kadar olacağını düşünmemişti. Telef etmişti ikisini de. Bunların daha irileri de vardı. Beş, altı metrelik, yaklaşık bir tonluk olanları...

“Allah daha irisinden korusun,” diye mırıldandı.

Cemal, yorulmuş, gücü tükenmiş bir halde:

“Abi, bırakalım şunu artık; bittim tükendim.”

“Oğlum, bırakalım tamam, bırakalım da nasıl? O bizi bırakmıyor ki!”

***
Orkinos, debelendi, debelendi; sonunda yine hareketsiz kaldı.

Söylene söylene orkinosu tekneye çekmeye çalıştılar.

Neredeyse bir saat uğraştılar; sonunda gücünü tüketen orkinosu çekiştire çekiştire teknenin güvertesine aldılar.

Haluk:

“Ulan, şu mahlukata bak, koca gövdesiyle bize teknede oturacak yer bırakmadı.”

Sahil Güvenlik botu yine yanaştı. Astsubay, bağırarak takip etmelerini söyledi.

İskeleye yanaştılar.

Balığın mavi yüzgeç olmadığı anlaşıldı.

Astsubay:
“Mavi yüzgeç çıksaydı yakmıştım sizi,” dedi. “Hiç acımam, hemen ceza tutanağı hazırlayıp, eline tutuştururdum.”

Haluk kafasını salladı.

Sanki suçlu kendisiydi ve durduk yere oltaya takılan şu aptal mahlukatın hiç kusuru yoktu.
Beklemedikleri anda başlarına gelen bu maceranın sonunda, o kadar uğraşıp, didindikten sonra bilanço zarardı. Ağrı sızı, hurdaya çıkan takım taklavat da cabası.

Cemal:

“Komutanım, tamam, diyelim ki mavi süzgeçli çıktı, cezayı da kestiniz; peki bu koca balığı ne yapacaktınız?”

En can alıcı, sıkıcı soru buydu.

Astsubay:

“Genellikle Çocuk Esirgeme Kurumu’na verilir. Çocukların karnı doysun, mutlu olsunlar diye.”

***
Balığı yakalamak bir dert, satmaksa ayrı bir dertti.

Haluk, bu sefer de balığı kime, nasıl satacağım diye düşünmeye başladı.

“Bu kadar büyük balığın hepsini de kendimiz yiyemeyiz ya.  Yemeğe kalksak bir senede bitiremeyiz. N’apıcaz?” diye söylendi.

Cemal:
“Fukara vatandaşlara dağıtalım abi,” dedi.

“Get, ulan oğlum, biz kendimiz fukarayız.”

Balığı iki buçuk metrelik askıya altı yedi kişi zor astı.

Havadis çabuk yayıldı. Duyan iskeleye koştu.

Orkinosla fotoğraf çektirmek isteyenler sıraya girdi.

Neyse iş kolay halloldu. Haluk hala balığı ne yapacağını düşünürken sahilde bir restoranın sahibi gelip balığın tamamına talip oldu.

Cebi biraz para görmüştü. Haluk, kahvede sırtına vurup, kutlayanlara, en alçak gönüllü halini takınarak:

“Abi, tabii balıkçının da usta olması lazım, ama bu iş biraz kısmet işi. Günlerce eli boş dönersin; bazen de böyle bir şey yakalarsın, işte...”

Kısmetsizliğini bilenler “Tanrı sana acıyıp bu orkinosu gönderdi,” deyip gülüştüler.

Haluk, anlattıklarının pek inandırıcı olmadığını fark edince:

“Olmayınca balık, neylesin Haluk! N’apacaksın?” deyip sırıttı.


Moskova, 08 Ağustos 2017

-Bu öykü daha önce başka bir isimle  http://gercekedebiyat.com/ sitesinde yayımlanmıştır.


No comments: