15 April 2018

Kocam kuş olup, uçtu gitti! ( Kısa öykü ) / M. Hakkı Yazıcı




Kocam kuş olup, uçtu gitti!
                                                                                                


Bir sabah kalktığımda benim herifi yatakta bulamadım.

Benden önce kalkmış, diye düşündüm. Hiç utanmadım desem yalan olur. Anneden, aileden gelen bir terbiye olsa gerek kocamdan sonra kalkmayı kendime ayıp sayarım.

Bütün gece kuru kuru öksürmüştü. Ne kendi doğru dürüst uyumuştu, ne de beni uyutmuştu.
Kaç kere söylemiştim, “Bırak artık, şu mereti içmeyi,” diye. Her seferinde sırıtır. Elindeki nerdeyse izmarit şekline gelmek üzere olan sigarasını gösterip “Yahu kadın şuncacık bir keyfim var, dokunma n’olur,“ der.

Tuvalete gitmiştir ya da sigara içmek için bahçeye çıkmıştır diye düşündüm.

Bir süre kalkmadan yattım. Evin içindeki sesleri dinledim, yattığım yerden.

Ses yoktu benim heriften.

Bakınmak için kalktım. Mutfakta, tuvalette, bahçede yoktu.

Fenalaşmış, bir yere yığılıp, bayılmıştır diye domates fidelerinin, çiçeklerin arasında dolaştım.

Yoktu!

Benim büyük kıza telefon ettim, “kız baban size falan gelmiş mi?”, diye.

Çocukların ısrarıyla jandarma karakoluna gidip, bildirimde bulundum.

Başçavuş genç bir çocuktu, ciddiye alıp, zabıt tuttu. Merak etmeyin, dedi, ben diğer karakollara, arama noktalarına gerekli duyuruyu yaparım, kendimiz de ararız, dedi.

Yoksa kocam değişime mi uğramıştı? Bana yalvara yalvara okuttuğu o kitaptaki gibi böcek falan olup, evin içinde mi dolaşıyordu?

Bazen kenara çekilir, sahaftan aldığı eski kitapları okurdu. Ses çıkarmazdım. Hatta işime gelirdi, hiç olmazsa ortalıkta dolaşıp maraza çıkarmazdı.

İyice deliriyordum galiba. Gözüm yerlerde, dolaşan böceklerdeydi.

Akşam oldu yoktu. Sabaha kadar uyku tutmadı. Kulağım kapıda, hep birden geliverecek diye. Sabahı zor ettim.

Benim herif sanki kuş olup uçup, gitmişti.

Kuş!?

Ben, oraya buraya koştururken evin önündeki büyük incir ağacının hep aynı dalında tünekleyip bana bakıyormuş gibi olan kuş?

Saçmalama dedim kendi kendime. Ancak illa olmaz diye de tutturamazdım. İnanırdım böyle şeylere.  Nenem anlatırdı buna benzer hikayeler. Eğlenceli bulurdum. Güler geçerdim.

Kusuru da vardı, ama iyi adamdı. Kocamı hiç sevdim mi? Ona aşık oldum mu? Hayır. Öyle işte, eski zaman evlenmeleri malum, seni istemeye gelirler, ailen razı olur. Sana yarım yamalak sorarlar. Nişan, düğün dernek falan derken kendini bir adamın koynunda bulursun.
Çok sevmezdim onu, ama üç çocuk yapıvermiştim, ona.

Geceleri, olmadık saatlerde üstüme abanırdı. Çok itirazım yoktu, ama bir de dört günlük sakallı suratını oralarıma, buralarıma sokmasa…

Geliyorum, geçiyorum kuş bana bakıyor. İllet oldum. Yerden bir taş alıp fırlattım. Bana mısın demedi, Biraz uçar gibi kanatlarını açtı. Sonra yine konduğu daldan bana bakmaya devam etti.

“Bak, kuş, n’olur, eğer sen kocamsan bana söyle, ben böylesine de razıyım.  Seni yemlerim, suyunu eksik etmem.”

Sevmezdim, diyorum, ama seviyor muymuşum meğer?

İki gün geçmişti, ama nasıl geçmişti bana sormalı.

Akşam oturmuş, evin önünde fasulye doğruyordum. Pek sever benimki, olur a gelir diye ümitlenmiştim.

Sanki içime doğmuştu, kapının önünde beliriverdi.

“Bırak fasulyeyi şimdi, bak ne getirdim,” diye elindeki balık dolu sepeti gösterdi. “Hadi hemen temizleyip, ızgara yapalım, yanına da rakı açalım,” dedi.

“Be herif,” diye haykırdım. Hem bağırıyor, hem de sevinç gözyaşları içinde üzerine atlamış buruşuk yanaklarını öpüyordum. “Boyun devrilsi emi, nerelere kayboldun?”

“Yav, hatun hani o gece çok öksürmüştüm de uyuyamamıştım, ya. Kalktım bahçeye çıktım, biraz nefesleneyim diye. Sonra biraz yürüyeyim dedim. İskeleye kadar yürüdüm. Baktım bizim balıkçı Haluk teknesini hazırlamış gidiyor. Beni görünce, n’ediyon bu saatte Adem abi dedi? Hiç dedim, uyuyamadım, şöyle bir nefesleneyim dedim. Hadi gel dedi beraber çıkalım. Çok uzağa gitmeyeceğim, Balık vurursa vurdu, vurmazsa da kısmet, geri döneceğim. 

Sabaha dönmüş oluruz. Yanında Kürt Cemal de vardı. Lan oğlum Kürtten balıkçı mı olur? Ne işin var senin balıkçı teknesinde dedim? Neye olmasın abi, öğrendik işte, dedi.

Neyse açıldık denize. Haluk, bir yerler biliyordu belli. Balıkçının teknesinde rakı eksik olur mu? Açtık şişeyi, domatesleri, hıyarları doğrayıp güzel bir salata yaptık kendimize meze niyetine.

Sonra aksilik bu ya teknenin motoru bozulmaz mı sana? Denizin ortasında kalakaldık. Bu kadarla kalsa iyi, akıntı bizi ilerilere sürüklemeye başladı. Sonra aniden dibimizde bir askeri tekne belirdi. Ellerindeki megafonlarla bir şeyler söylemeye başladılar. Ne diyorlar oğlum, bu adamlar, diye Haluk’a sordum. Ne’bleyim abi, ben de anlamıyorum, dedi. Meğer biz farkında olmadan Yunan adasının yakınına sürüklenmişiz. Bizi yakalayan da Yunan Sahil Güvenlik botuymuş. Bizi yedeğe alıp, götürdüler, ağırladılar. Yatak döşek gösterdiler. Neyse sorgu, sual, derdimizi anlattık. Kibar çocuklardı. Tamirci çağırıp, bizim motoru da onarttılar. Bizi saldılar. Teşekkür edip ayrıldık. İşte böyle.”

“Bak herif,” dedim kızgınlıkla; “bir daha böyle bir şey yapıp beni bu hallere düşürme. Şuncacık hayatta moruk da olsa bir tanecik kocam var.”

O gece benim herif öksürmedi, yorulmuş meğer garibim, hemencecik uyuyuverdi. Bir ara uyansa, üzerime abansa diye bekledim sabaha kadar.



No comments: