16 May 2020

Ağaç korkutma ( Kısa öykü ) / M. Hakkı Yazıcı




Ağaç korkutma


Hasan, kahvede Hidayetin başına dikilip:
“Hadi şu kağıt oyununa bir ara ver de bana yardım et,” dedi.
“Tamam akideş, nedir derdin?”
“Hani sen anlatmıştın ya, Anadolu'nun ‘ağaç korkutma’ diye çok eski bir geleneği vamış.”
“Yahu, ben onu laf olsun diye anlatmıştım. Bildiğimden, anladığımdan değil.”
“Olsun, belki gerçekten bir faydası vardır.”
Ortaokuldayken Hidayet’in Türkçe öğretmeni anlatmıştı, hem de o zamanki ağzı kullanarak. 12. asırda yazılmış bir eserde varmış meğer bu şey. Artık ne kadar aklında kaldıysa Hasan’a anlatmıştı: 
“…iki kimesne agacun altına varup, birinün elinde balta ve sayir keskün alet olup, yoldaşına, meyve vermez ben bu agacı keserim, deyü hitap edüp, ol kimesne, ben kefil olayım, eger bu yıl vermezse gelecek yıl kes, diyü şefaaat etse bi-kudretillah hadden ziyade meyve verür.”
Kahveden çıkıp, evden iki balta aldılar. Hasan’ın dertli olduğu elma ağacının dibine vardılar.
“Bi yokla bakem baltalar keskin mi?”
“Uff, keskin ki ne keskin. Parmağını ihtiyatlı dokundur keser.”
Sanki ağaç duyar da, anlarmış gibi, bağıra bağıra konuşuyordu. Hani “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” der gibi yani.
“Ben, kesecem bu lüzumsuz ağacı. Meyve verdiği yok. Gölgesinden bile hayır yok.”
“Dur akideş, celallenme hemen, bu sene vermediyse de seneye meyvesi bol olur bakarsın.”
“Yok, yok akideş, benim umudum kalmadı gari. Bari kesem de odunundan faydalanırım.”
“Dur bi yahu, benim bahçede de vardı böyle bir ağaç. Biraz bakım yaptım. Şimdi çok iyi bir verimi var. Seneye de senin ağaç meyve vermezse o zaman kesersin.”
“Peki, akideş, eğer öyle diyosan senin söylediğin gibi ossun. Hem zate şimdi yorgunum, kesecek halim de yok.”
Baltalar ellerinde tarladan çıkıp, arabaya bindiler.
Kontak anahtarını çevirirken:
“Bak görürsün, ağaç çok korkmuştur. Seneye çok meyve verecek,” dedi.

No comments: