26 May 2020

Bütün bayraklar bembeyaz ( Öykü ) / M. Hakkı Yazıcı




Bütün bayraklar bembeyaz



Hatice nine, Kezban’a iş bulmuştu. Uzak bir akrabasının oğlu sahilde turistik bir otel açmıştı; eleman arıyordu.
Kezban önce çekindi. Böyle bir işi hiç yapmamıştı. Becerebilir miydi? Onun ötesinde, işin bir de dedikodu tarafı vardı. Elin insanlarının kaldığı odaları temizleyecekti. “Adamların karılarla yattığı çarşafları, nevresimleri yıkıyor, odalarını temizliyor,” diyeceklerdi.
Hatice nine, Kezban’ı bir kenara çekti uzun uzun konuştu.
Temizlik temizlikti. Her yerde aynıydı. Dikkatlice yaparsa mesele yoktu. Dedikodulara gelince, kısa kesti; “Senin el alemin ne dediğine bakacak halin mi var kızım?” dedi.
Zaten el alemin yatıp kalktığı çarşaflardan, nevresimlerden ona neydi; elleriyle yıkayacak değildi ya, çamaşır makinası vardı
Çaresi yoktu, eve ekmek lazımdı. Hayırsız kocası ya hapisteydi, hapiste olmadığı zamanlarda da kahvede, ya da meyhanede pinekliyordu. Şikayetlenemiyordu bile, anasına dert yansa “Yaaa, bizi dinlemedin elin serserisine koca diye kaçtın. Oh olsun sana!” derdi.
Kezban, işe başladı. Önce istemeye istemeye işe gidip, geldi. Birkaç gün geçince uyum sağladı.
Başlangıçta odaları temizlerken, topladığı kirli çarşaflarda sevişme artıklarının lekelerini görünce aklı çıkmıştı. “Elin adamlarının karılarla yattığı çarşafları, nevresimleri yıkıyor, odalarını temizliyor,” diyeceklerinden korktuğu kadar vardı; ama zamanla alıştı.
Ona neydi ki odasında, kapalı kapılar arkasında kimin ne yaptığından. Herkesin günahı kendineydi.
Patron iyi bir adamdı. Şiş göbekli, kel, hep gülen, tonton bir ihtiyardı. İşini her bitirdiğinde “Eline sağlık bacım, misler gibi yapmışsın her yeri,” diyordu.
Bir gün patron otelin girişindeki direklerde asılı bayrakları yıkamasını istedi.
Kezban otelin bekçisi Emin’den rica etti. Genç çocuk, heyecanlı, ipleri çözüp bayrakları indireceğine ona poz olsun diye, kedi gibi direklerin tepesine tırmanıvermiş, bir çırpıda toplamıştı bütün bayrakları.
Rengarenkti bayraklar. O zamana kadar Türk bayrağının dışındaki bayrakları bilmezdi, tanımazdı.
Emin, tek tek gösterdi; bu Alman, bu İngiliz, bu Amerikan bayrağı diye. Fransız bayrağı ile Rus bayrağını hep birbirine karıştırdığından yakındı.
Yağmurdan, çamurdan, tozdan kir içinde kalmıştı bayraklar. Çoktandır yıkanmadıkları belliydi.
Güzelce yıkansa, ütülense bu rengarenk bayraklar rüzgarda ne güzel dalgalanırlardı.
Kezban, depoda bulduğu çamaşır suyunu boca ettiği koca bir leğene bastı bayrakları. Şöyle bir gün kalsınlar, sonra sabunlu suyla yıkar, durularım diye düşündü.
Ertesi günü çamaşırları yıkadığı bodrum katına indiğinde leğene bastığı bayrakları görünce eli ayağı titremeye başladı.
Çamaşır suyu bayrakları bembeyaz yapmıştı. O rengarenk bayraklardan eser kalmamıştı.
Yani, akça, pakça olmuşlardı.
Ne olacaktı şimdi. Nasıl açıklayacaktı patrona.  Çok kızacaktı. Bağırıp, çağırıp, belki de işine son verecekti.
Ne yaptığını bilmez bir halde bayrakları sudan çıkardı; sabunladı, duruladı, kuruttu. Sonra da niye yapıyorsa ütüledi.
Niye yapıyordu? Şaşkınlıktan herhalde.
Bir yandan ütülüyor, bir yandan da “Elim kırılsaydı da şu bilmediğim çamaşır suyunu leğene boca etmeseydim,” diye söyleniyordu.
Bayrakları katlayıp, Emin’e götürdü. O daha da şaşırdı.
“Olan olmuş yenge, yapacak bir şey yok, asalım bari,” dedi.
Yine kedi çevikliğiyle direklere tırmanıp bayrakları astı.
Denizden karaya kuvvetli bir rüzgar vardı. Direklerdeki bembeyaz, lekesiz, tertemiz, bayraklar yan yana dalgalanıyorlardı.
Patronun bayrakları fark etmesi çok gecikmedi. Pencereden görmüş, gömleğini giymeden, önünü iliklemeden kendisini idare odasından dışarıya, bahçeye atıvermişti. Direklerin dibinde, hiçbir şey söylemeden ellerini beline koymuş, iyice aptallaşmış bir suratla bayraklara bakıyordu.
Kezban, kenarda bir yere sinmişti. Eli ayağı titrer bir halde onun kızıp bağırmasını bekliyordu.
Bu arada ellerinde plaj çantalarıyla otelin devamlı müşterilerinden Fransız Jean Pierre, İtalyan sevgilisiyle plajın yolunu tutmuş, direklerin dibinden geçerken bayraklara bakışlarını sabitlemiş patrona; “Bravo mösyö, çok güzel olmuş. Şimdi bütün bayraklar beyaz ve temiz. Hepsi aynı renk… Ayrım yok. Hepimizin artık ortak bir bayrağı var, renksiz olsa da. İyi fikir; kutlarım sizi, bravo,” dedi.
Patron, dalga geçtiklerini zannetmişti. Öyle kalakalmış, bakıyordu.
Jean Pierre, kolundan tutup, “Bakınız mösyö, biliyorsunuz beyazın içinde bütün renkler vardır,” dedi.
“Nasıl yani?”
“İnanmazsanız Isaac Newton’a sorun.”
Patron daha da aptallaşmış suratıyla baktı:
“Kim o arkadaş? Bizim otelde mi kalıyor?”


Moskova, 22 Mayıs 2017

No comments: