14 December 2019

Ahmet Bey Perihan Hanımı Öptü mü? ( Öykü ) / M. Hakkı Yazıcı



Ahmet Bey Perihan Hanımı Öptü mü?

Ahmet Bey Perihan Hanımı Öptü mü?
Bal gibi öpmüştü. Gören, bilen şahitler vardı.
Peki, kimdi bu şahitler?
Vardı işte söylenen bazı şeyler,.. Gerçi bazısı öpmüş olabilir diyordu, ancak çoğu şöyle gördüm, böyle gördüm demiyordu.
Gerçi ateş olmayan yerden duman çıkmazdı, ama...
Biri ne demişti?
“Gördüm, ama öyle kötü niyetle değil, arkadaşça bir öpücüktü.”
Peki, bir diğeri?
“Öptüğünü görmedim, ama sonra içeri girdiler. İçeride öpmüş ve hatta daha fazla şeyler de olmuş olabilir.”
Kısacası milletin ağzı torba değildi. Görenler, görmeyip de konuya balıklama atlayıp görmüş gibi anlatanlar hepsi birbirine karışmıştı.
“Yok, yahu kadının halinden yorgun olduğu belliydi, masayı topladıktan sonra içeri girdi. Hemen yatıp, uyumuş olmalı. Ahmet Bey de uzun süre balkonda oturup gazetesini okudu.”
“Ben bizim balkondan şöyle gördüm. Önce dışarıda oturdular. Ahmet Bey, bir şarap açtı. Birlikte içip, konuştular. Bir ara Perihan Hanım, ayaktayken elini Ahmet Beyin omuzuna koydu, sonra iki eliyle omuzlarına masaj yaptı.”
“Öptü mü?”
“Ne bileyim ben? Hava serinleyince içeri girdiler. İçeride ne yaptıklarını allah bilir.”
“Hayır canım, kalbiniz ne kadar kötü. İki yakın dost gibi oturdular. Havadan, sudan konuştular. O kadar.”
“Adamın gözünden belliydi, neler planladığı. Sonra hava biraz serinleyince içeri geçtiler. Zaten çok geçmeden ışıkları söndürdüler. Kim bilir neler yapmışlardır?”
“Yuh be, hepinizin aklı şeyinizde… İki aile dostu oturup konuşamayacak mı?”
Kim gerçekten görmüştü, kim görmüş gibi laf olsun diye anlatıyordu? Ayırt etmek mümkün değildi.
Etliye sütlüye karışmayanlar, dedikodu sevmeyenler bile bu konunun içinde buluvermişlerdi kendilerini. Ciddiyetiyle bilinen emekli sefir Müştak Bey dahi “İnsan tecessüsünü davet eden bir hadise” demişti.
Belki bu saçma sapan şeyler birkaç gün konuşulup, sonra unutulacaktı. Zaten olayın tarafları da arkalarından ne dedikodular edildiğinin farkında değillerdi, ta ki bir komşu kadın Ahmet Beyin karısı Nuriye Hanım’ın seyahatten döndüğünde içine kurt düşürünceye kadar.
Artık işgüzar mı, fesat mı, iyiliksever mi olduğunu bilemediğimiz bu komşu kadın gördüklerini ya da uydurduklarını döner dönmez yetiştirmişti.
Bir haftalığına Adana’ya annesini, babasını görmeye gittiğinde olmuştu olanlar.
Nuriye Hanım’ın canı ciğeri, öğretmen okulundan beri en iyi arkadaşı Perihan Hanım, o hafta içinde bir iş için İstanbul’dan gelmiş, onların evinde kalmıştı.
Nuriye Hanım, komşu kadına “Ay hayatım, sen bilmiyor musun? O, benim en yakın arkadaşım; sık sık gelip bizde kalır,” deyip geçiştirmişti.
Geçiştirmişti, ama yine de içine kurt düşmüştü.
Okulda, bir teneffüs arasında, yine çok yakın bir arkadaşına “Ah canım, çok kötüyüm,” diye dertlendi Nuriye Hanım.
Arkadaşı güldü, “Yahu sen, bu dedikoducu kadının söylediklerini ciddiye mi aldın yoksa?”
Öyle ya ne vardı bunda? Perihan Hanımla teklifsiz bir arkadaşlıkları vardı. Ailecek görüşürlerdi. Yazları tatile birlikte giderler, yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi.
Buraya kadar normaldi, ama Perihan Hanım niye bir telefon edip geleceğini haber vermemişti?
Belki aniden gelmişti. Onun Adana’ya gittiğinden haberi yoktu. Sonradan telaşı olmuş, telefon açıp konuşma, bilgi verme fırsatını bulamamıştı.
Peki, o haber vermemişti de kocası neden hiç söylememişti?
Aslında Ahmet Bey de böyle biriydi işte, öyle her şeyi önemsemez, anlatmazdı.
Aman, ne kadar vesveseliydi. Perihan, sık sık gelir, onlarda kalırdı. Başka bir yerde kalsa zaten alınırdı. Kaç kere onun olmadığı zamanlarda da gelip, kalmıştı. Kardeş gibiydiler. Ahmet Beyi de abisi gibi severdi.
Ama komşu kadın, Ahmet Beyin Perihan Hanımı öptüğünü söylüyordu.
“Hayatım onlar kardeş gibidirler, birbirlerini hep öperler,” dediyse de, biraz düşünüp “Neresinden öptü?” diye sormuştu.
Komşu kadın, “Ay ne bileyim şekerim, uzaktan anlayamadım, yanağından mı, gerdanından mı, yoksa dudağından mı? Hem biraz da karanlıkta tam göremedim.”
Tam görememişti, ama zehrini akıtmıştı işte. Bu kadarla kalsa iyi, dedikodusunu mahalleliye yaymaktan da geri kalmamıştı.
İşte ne olduysa ondan sonra olmuştu. Görenler, görmeyenler; tahmin yürütenler; konu komşudan duyanlar… Yan komşular, karşı apartmanda oturanlar, yoldan geçenler…
Belki de daha fazlası olmuştu. Kim bilir?
Belki de bütün bu anlatılanlar, bir uydurma, yakıştırma ve hatta iftiraydı. Hiçbir şey olmamış olabilirdi.
Ancak şüphe, kanırtıldıkça daha derinlere inen bir hançer gibi girmişti içine.
Nuriye Hanım, bir sabah daha ilk ders başlamadan öğretmenler odasında tavrını koydu: “Bakın, bundan sonra içinizde bu Perihan şırfıntısı ile ilişkisini sürdüren olursa beni unutsun. Bir daha onlarla benim arkadaşlığım, dostluğumuz olamaz. Ona göre,” dedi, sonra iki gözü iki çeşme hıçkırarak ağlamaya başladı.
Öğretmenler odasındaki tek erkek olan coğrafyacı Hikmet Bey, bu konuşmanın hemen başında durumu anlamış, sigara içme bahanesiyle kendisini okulun bahçesine atmıştı.
Herkes öyle bakakalmıştı.
Aslında dedikodu çoktan onlara da ulaşmıştı ve olayı biliyorlardı, ama bilmezlikten, geliyorlar, duymamış gibi davranıyorlardı.
Öğretmenlerin çoğu her ikisinin de ta okuldan müşterek arkadaşlarıydı. Böyle keyifsiz bir durum hepsinin canını sıkmıştı.
Bir ikisi, “Hayatım, emin misin günahlarını alıyor olmayalım?” dedi.
“Nuriye’cim, Perihan senin can ciğer arkadaşın, Ahmet Bey de son derece, ailesine düşkün saygıdeğer bir beyefendi. Sen o fesat dedikodularla aile mutluluğunu, Perihan’la da arkadaşlığını bozma,” diyenler oldu.
Bir diğeri, “Şekerim Perihan’la bir konuşup, yüzleşseniz, işin aslını ondan öğrensen de rahatlasan,” der demez Nuriye Hanım, ağlamayı kesip, bağırarak masanın üzerindeki çiçek dolu vazoyu kadının kafasına doğru fırlattı.
Sonunda hepsi çareyi kendisini öğretmenler odasının dışına atmakta buldu.
Konunun dallanıp budaklanması, fısır fısır konuşulması bu olaya rağmen sona ermedi.  
“Yok, canım ateş olmayan yerden duman çıkar mı?”
“Yahu ne adamlar var, uçkuruna hakim olamayan, elin namusuna göz koyanlar.”
“Öyle değil, Ahmet Bey, bir kere çok efendi, aklı başında bir adamdır.”
“Sen öyle zannet canım, yere bakan yürek yakan.”
Ortalık birbirine girmişti. Günlerce bu konu konuşuldu.
Ahmet Bey’e mahallede, komşu, eş dost çevresinde herkes artık başka bir gözle bakmaya başlamıştı. Bazılarına göre “ırz düşmanı”na çıkmıştı adı. Bazılarına göreyse “çapkın”a...
Herkes her şeyi sanki bütün ayrıntısına kadar biliyordu, konuşuyordu; ama bu olanlardan bir tek Ahmet Bey’in haberi olmamıştı.
Bilse üzülür müydü, yoksa böbürlenir miydi? Yoksa “Bütün bunlar saçma sapan uydurma şeyler, deli misiniz siz, işiniz mi yok allasen,” mi derdi?
Onu da biz bilmiyoruz.

28 Ocak 2018

No comments: