Ahmet Bey Perihan Hanımı Öptü mü?
Ahmet Bey Perihan Hanımı Öptü
mü?
Bal gibi öpmüştü. Gören, bilen
şahitler vardı.
Peki, kimdi bu şahitler?
Vardı işte söylenen bazı
şeyler,.. Gerçi bazısı öpmüş olabilir diyordu, ancak çoğu şöyle gördüm, böyle
gördüm demiyordu.
Gerçi ateş olmayan yerden
duman çıkmazdı, ama...
Biri ne demişti?
“Gördüm, ama öyle kötü niyetle
değil, arkadaşça bir öpücüktü.”
Peki, bir diğeri?
“Öptüğünü görmedim, ama sonra
içeri girdiler. İçeride öpmüş ve hatta daha fazla şeyler de olmuş olabilir.”
Kısacası milletin ağzı torba
değildi. Görenler, görmeyip de konuya balıklama atlayıp görmüş gibi anlatanlar
hepsi birbirine karışmıştı.
“Yok, yahu kadının halinden
yorgun olduğu belliydi, masayı topladıktan sonra içeri girdi. Hemen yatıp,
uyumuş olmalı. Ahmet Bey de uzun süre balkonda oturup gazetesini okudu.”
“Ben bizim balkondan şöyle
gördüm. Önce dışarıda oturdular. Ahmet Bey, bir şarap açtı. Birlikte içip,
konuştular. Bir ara Perihan Hanım, ayaktayken elini Ahmet Beyin omuzuna koydu,
sonra iki eliyle omuzlarına masaj yaptı.”
“Öptü mü?”
“Ne bileyim ben? Hava
serinleyince içeri girdiler. İçeride ne yaptıklarını allah bilir.”
“Hayır canım, kalbiniz ne
kadar kötü. İki yakın dost gibi oturdular. Havadan, sudan konuştular. O kadar.”
“Adamın gözünden belliydi,
neler planladığı. Sonra hava biraz serinleyince içeri geçtiler. Zaten çok geçmeden
ışıkları söndürdüler. Kim bilir neler yapmışlardır?”
“Yuh be, hepinizin aklı
şeyinizde… İki aile dostu oturup konuşamayacak mı?”
Kim gerçekten görmüştü, kim
görmüş gibi laf olsun diye anlatıyordu? Ayırt etmek mümkün değildi.
Etliye sütlüye karışmayanlar,
dedikodu sevmeyenler bile bu konunun içinde buluvermişlerdi kendilerini.
Ciddiyetiyle bilinen emekli sefir Müştak Bey dahi “İnsan tecessüsünü davet eden
bir hadise” demişti.
Belki bu saçma sapan şeyler birkaç
gün konuşulup, sonra unutulacaktı. Zaten olayın tarafları da arkalarından ne dedikodular
edildiğinin farkında değillerdi, ta ki bir komşu kadın Ahmet Beyin karısı
Nuriye Hanım’ın seyahatten döndüğünde içine kurt düşürünceye kadar.
Artık işgüzar mı, fesat mı,
iyiliksever mi olduğunu bilemediğimiz bu komşu kadın gördüklerini ya da uydurduklarını
döner dönmez yetiştirmişti.
Bir haftalığına Adana’ya
annesini, babasını görmeye gittiğinde olmuştu olanlar.
Nuriye Hanım’ın canı ciğeri, öğretmen
okulundan beri en iyi arkadaşı Perihan Hanım, o hafta içinde bir iş için
İstanbul’dan gelmiş, onların evinde kalmıştı.
Nuriye Hanım, komşu kadına “Ay
hayatım, sen bilmiyor musun? O, benim en yakın arkadaşım; sık sık gelip bizde
kalır,” deyip geçiştirmişti.
Geçiştirmişti, ama yine de
içine kurt düşmüştü.
Okulda, bir teneffüs arasında,
yine çok yakın bir arkadaşına “Ah canım, çok kötüyüm,” diye dertlendi Nuriye
Hanım.
Arkadaşı güldü, “Yahu sen, bu
dedikoducu kadının söylediklerini ciddiye mi aldın yoksa?”
Öyle ya ne vardı bunda?
Perihan Hanımla teklifsiz bir arkadaşlıkları vardı. Ailecek görüşürlerdi.
Yazları tatile birlikte giderler, yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi.
Buraya kadar normaldi, ama
Perihan Hanım niye bir telefon edip geleceğini haber vermemişti?
Belki aniden gelmişti. Onun
Adana’ya gittiğinden haberi yoktu. Sonradan telaşı olmuş, telefon açıp konuşma,
bilgi verme fırsatını bulamamıştı.
Peki, o haber vermemişti de
kocası neden hiç söylememişti?
Aslında Ahmet Bey de böyle
biriydi işte, öyle her şeyi önemsemez, anlatmazdı.
Aman, ne kadar vesveseliydi.
Perihan, sık sık gelir, onlarda kalırdı. Başka bir yerde kalsa zaten alınırdı.
Kaç kere onun olmadığı zamanlarda da gelip, kalmıştı. Kardeş gibiydiler. Ahmet
Beyi de abisi gibi severdi.
Ama komşu kadın, Ahmet Beyin
Perihan Hanımı öptüğünü söylüyordu.
“Hayatım onlar kardeş gibidirler,
birbirlerini hep öperler,” dediyse de, biraz düşünüp “Neresinden öptü?” diye
sormuştu.
Komşu kadın, “Ay ne bileyim
şekerim, uzaktan anlayamadım, yanağından mı, gerdanından mı, yoksa dudağından
mı? Hem biraz da karanlıkta tam göremedim.”
Tam görememişti, ama zehrini
akıtmıştı işte. Bu kadarla kalsa iyi, dedikodusunu mahalleliye yaymaktan da
geri kalmamıştı.
İşte ne olduysa ondan sonra
olmuştu. Görenler, görmeyenler; tahmin yürütenler; konu komşudan duyanlar… Yan
komşular, karşı apartmanda oturanlar, yoldan geçenler…
Belki de daha fazlası olmuştu.
Kim bilir?
Belki de bütün bu
anlatılanlar, bir uydurma, yakıştırma ve hatta iftiraydı. Hiçbir şey olmamış
olabilirdi.
Ancak şüphe, kanırtıldıkça
daha derinlere inen bir hançer gibi girmişti içine.
Nuriye Hanım, bir sabah daha
ilk ders başlamadan öğretmenler odasında tavrını koydu: “Bakın, bundan sonra içinizde
bu Perihan şırfıntısı ile ilişkisini sürdüren olursa beni unutsun. Bir daha
onlarla benim arkadaşlığım, dostluğumuz olamaz. Ona göre,” dedi, sonra iki gözü
iki çeşme hıçkırarak ağlamaya başladı.
Öğretmenler odasındaki tek
erkek olan coğrafyacı Hikmet Bey, bu konuşmanın hemen başında durumu anlamış,
sigara içme bahanesiyle kendisini okulun bahçesine atmıştı.
Herkes öyle bakakalmıştı.
Aslında dedikodu çoktan onlara
da ulaşmıştı ve olayı biliyorlardı, ama bilmezlikten, geliyorlar, duymamış gibi
davranıyorlardı.
Öğretmenlerin çoğu her
ikisinin de ta okuldan müşterek arkadaşlarıydı. Böyle keyifsiz bir durum
hepsinin canını sıkmıştı.
Bir ikisi, “Hayatım, emin misin
günahlarını alıyor olmayalım?” dedi.
“Nuriye’cim, Perihan senin can
ciğer arkadaşın, Ahmet Bey de son derece, ailesine düşkün saygıdeğer bir
beyefendi. Sen o fesat dedikodularla aile mutluluğunu, Perihan’la da
arkadaşlığını bozma,” diyenler oldu.
Bir diğeri, “Şekerim
Perihan’la bir konuşup, yüzleşseniz, işin aslını ondan öğrensen de rahatlasan,”
der demez Nuriye Hanım, ağlamayı kesip, bağırarak masanın üzerindeki çiçek dolu
vazoyu kadının kafasına doğru fırlattı.
Sonunda hepsi çareyi kendisini
öğretmenler odasının dışına atmakta buldu.
Konunun dallanıp budaklanması,
fısır fısır konuşulması bu olaya rağmen sona ermedi.
“Yok, canım ateş olmayan
yerden duman çıkar mı?”
“Yahu ne adamlar var, uçkuruna
hakim olamayan, elin namusuna göz koyanlar.”
“Öyle değil, Ahmet Bey, bir
kere çok efendi, aklı başında bir adamdır.”
“Sen öyle zannet canım, yere
bakan yürek yakan.”
Ortalık birbirine girmişti.
Günlerce bu konu konuşuldu.
Ahmet Bey’e mahallede, komşu,
eş dost çevresinde herkes artık başka bir gözle bakmaya başlamıştı. Bazılarına
göre “ırz düşmanı”na çıkmıştı adı. Bazılarına göreyse “çapkın”a...
Herkes her şeyi sanki bütün
ayrıntısına kadar biliyordu, konuşuyordu; ama bu olanlardan bir tek Ahmet
Bey’in haberi olmamıştı.
Bilse üzülür müydü, yoksa
böbürlenir miydi? Yoksa “Bütün bunlar saçma sapan uydurma şeyler, deli misiniz
siz, işiniz mi yok allasen,” mi derdi?
Onu da biz bilmiyoruz.
28 Ocak 2018
No comments:
Post a Comment