Garip, kısa, duygusal bir aşk hikayesi
Adam, lokantaya girdi, kapının
önünde durakladı. Boş bir yer var mı diye bakınırken, garson kızla göz göze
geldiler. Kız, hızla içerideki masalara göz attı. Öğle saatleriydi ve bütün
masalar doluydu. Ona bir yer bulamamanın üzüntüsüyle, özür diler gibi yüzüne
baktı. O da uzaktan “sağlık olsun” der gibilerden boynunu büktü.
Kızın ve onları izleyen
kasadaki adamın gülmesinden yüzündeki ifadenin çok komik olduğunu anladı. O da
merak etmişti suratını nasıl bir şekle sokup da onları güldürdüğünü. Keşke
hemen oracıkta bir ayna olsaydı da baksaydı, kızı bu kadar güldürdüğünü
anlayabilseydi.
Ya kızın yüzü? Ne güzel, masum
bir yüzdü bu! Ya o gözler? Buğulu, yeşil gözler…
Birkaç dakika içinde bir yer
boşalır, otururum umuduyla beklemeye karar verdi.
Garson kız, bir mutfağa, bir
masalara tatlı bir telaş içinde koşuşturup duruyordu. Elinde tabaklarla geçerken,
arada göz göze geliyorlardı; “Size de bir yer bulamadık,” mahcubiyetiyle
gülümsüyordu.
Beş on dakika daha geçti. Hala
yerinden kıpırdayan yoktu.
Kasadaki, büyük bir ihtimalle
de lokantanın sahibi olan yaşlı adam, ayakta bekleyenlerin olduğunu gördükleri
halde yemeğini yiyip, bitirip hala hesabını ödeyip kalkmayanlara ifrit olurdu.
O da sabırsızlıkla bir masa boşalacak mı diye bakınıyordu.
Adam, hala kapının ağzında
dikiliyordu. Başka bir lokantaya gitse daha iyiydi belki. Ancak gidemiyordu, sanki
gizli bir güç onun gitmesini engelliyordu.
Garson kızın sorumlu olduğu birkaç
masada oturanların bazıları yemeklerini bitirmiş, çene çalıyorlardı. Bazıları
da telefonlarıyla oynuyorlardı. Ya gelen bir mesajı okuyor, ya da bir mesaj
yazıyorlardı.
Kız, “Hadi artık, yediniz,
içtiniz; zıkkımlandınız, daha ne oturuyorsunuz gitsenize!” der gibi masalara
baktı.
Sonra yine ona bakıp, boynunu
büktü. O güzel, uzun boynunu.
Sonra kızın gözleri bir masaya
sabitlendi. Uzak köşelerden birinde bir masada oturan adam kalkmış paltosunu
giyiyordu.
Kızın gözleri sevinçle
parladı. Onu oturtabileceği bir masa vardı artık. Gözleriyle o masayı gösterip,
oraya oturabilirsiniz işareti yaptı. O güzel yeşil gözleriyle.
Aslında kızın sorumlu olduğu
bölümde değildi bu masa, olsun ama yine de oturabileceği bir yer boşalmıştı.
Garson kız, o bölümden sorumlu
başka bir arkadaşına seslendi:
“Gülseren abla, beyefendiye
yardımcı olur musun?”
Ne güzel, yumuşak bir sesti o.
Gülseren abla diye seslendiği
kadın garson geldi; önce masayı temizleyip, sildi; sonra menüyü getirdi.
Aslında her şey çok yavaş
oluyordu. Ama o hiç şikayetçi değildi; uzun oturmaya kendisini çoktan hazırlamıştı.
Yemekleri geldi. Acele etmeden
yemeye başladı.
Lokantadaki o zamana kadar dolu
olan masalar boşaldı.
Yarım saat sonra lokanta
neredeyse boşalmıştı.
Garson kız, yorgunluktan
mutfağa yakın masalardan birinin sandalyesine çöktü. O güzel yüzü, koşturmaktan
al al olmuştu.
Yemeğini bitirmişti, işi
olmasına rağmen daha fazla oturmaya razıydı; ama garip kaçacağını düşünüp
hesabı ödeyip kalktı.
Kapıdan çıkarken garson kızdan
tarafa dönüp, “teşekkür ve iyi günler” niyetine başını eğip, selamlayıp
gülümsedi.
Kız da gülümsedi. Gözlerinin
içi de gülüyordu. O güzel yeşil gözlerinin…
Biraz daha yakın, birbirlerini
duyacak mesafede olsaydılar “Kusura bakmayın, sizi beklettik; ama umarım
yemekleri beğenmiş, bizi affetmişsinizdir,” der miydi?
Yediklerinden hoşnuttu.
Lokantadan da öyle…
Garsonların nerdeyse tamamının
kadın olması ilginç gelmişti.
Eskiden böyle şeyler yoktu.
Zaman geçtikçe bazı şeyler de değişiyordu. Kadınlar toplumun içinde daha çok
yer alıyorlardı. Mesela işte bu, kadın garson çalıştıran lokanta…
Evet, temiz ve nezih bir
yerdi. Herkes efendice yemeğini yiyip gidiyordu. Ne güzel diye düşündü. Böyle
de olabiliyordu demek.
***
Ertesi günü yine aynı
lokantaya gitti.
Civarda belki buna benzer
onlarca lokanta vardı, ama ayakları onu bu lokantaya sürükledi. Ayakları mı,
yoksa yüreği mi? O da ayrı konu…
Bu defa biraz daha geç gitti.
Artık biliyordu, lokantanın dolu olduğu saatleri.
Gerçekten de lokanta bir
önceki gün olduğu kadar dolu değildi. Yine boş olan önceki gün oturduğu masaya
yönelip oturdu.
Evet, böyle bir alışkanlığı
vardı; okuldayken de sınıfta ilk oturduğu yeri benimser, sene sonuna kadar,
öğretmen değiştirmezse aynı yerde otururdu.
Ama bu defaki öyle değildi.
Sanki garson kızın sorumlu olduğu yerlerden birine oturursa onu rahatsız
edecekmiş gibi bir hisse kapılmıştı. Yanlış anlaşılmaktan korkuyordu.
Bu mahcubiyetinden çok
çekmişti, ama onun huyu da böyleydi işte.
Kız, uzaktan onu görünce
tanıdı, gülümseyerek selamladı. Dudaklarını, o güzel dudaklarını büzüp;
gözleriyle, o güzel, buğulu, yeşil gözleriyle “Niye bu tarafta bir yere
oturmadınız?” der gibi sitemle baktı.
Yanında bu defa gazete
getirmişti. Okuyacağından falan değil, garson kıza bakarken bakışlarının
yakalanmasından korktuğu için.
Yemeğini bekler, gazetenin her
sayfasını çevirirken kaçamak bakışlarla kızı izliyordu. Onun o elinde
tabaklarla, telaşlı koşuşturması hoşuna gidiyordu.
Diğer garson kadın, Gülseren
abla da, hoş bir kadındı. Kibar ve mesafeli garson tavırlarıyla hizmet ediyordu.
Onunla da aşina olmuşlardı. Ve hatta siparişi alırken, yemekleri getirirken,
hesabı öderken bir iki laf konuşup, kısa sohbetler ediyorlardı.
Onunla konuşurken bile
gözlerinin kenarıyla diğer garson kızı kaçamak bakışlarla izliyordu.
***
Hep farklı lokantalara gitme,
farklı lezzetler arama merakına rağmen, ertesi gün ve daha sonraki günlerde de
hep aynı lokantaya gitti.
Kaç gün olmuş, garson kızın daha
ismini bile öğrenememişti. Bildiği sadece artık rüyalarına bile giren güzel
yeşil gözleriydi.
Belki de aşk böyle bir şeydi
işte. En son yaşadığın aşkın üstünden seneler geçmiş olmasına rağmen bu duygu,
çoktandır görmediğin, çok özlediğin eski bir arkadaşın gibi; işte, sokakta,
yolda, çarşıda, bir yerlerde aniden insanın karşısına çıkabiliyordu.
Rastlaştığın eski arkadaşına
sarılıyorsun, mutluluktan deli gibi oluyorsun; hal hatır sorup ayaküstü
muhabbet ediyorsun; sonra daha sık görüşebilmek dileğiyle ayrılıyorsun. Herkes
kendi hayatına geri dönüyor. Kim bilir bir daha ne zaman görebileceksin eski
arkadaşını? Belki de bir daha hiç… Belki de yine hiç ummadığın bir zamanda
karşılaşacaksın, yeniden mutlu olacaksın.
Sonra… İş, güç, gözü kör
olasıca hayat mücadelesi!
Kısa süreli görevi bitince
dönmüştü.
Halbuki günlerce, her öğle
yemeğinde gittiği lokantadakiler alışmışlardı ona.
Bir daha da yolu o lokantaya
hiç düşmedi.
Çok vefasız olduğu hissine
kapılarak, keşke son kez gittiğimde bir “allahaısmarladık” diyebilseydim diye
düşündü.
***
O ismini bile öğrenemediği garson
kızın adı Zeliha’ydı. İstanbul’un maddi cazibesine kapılıp gelen taşralı yoksul
ailelerden birinin kızıydı.
Ekmek parası işte…
Konfeksiyonda çalışmış, ustabaşı askıntı olmuş; yüz vermeyince atılmış, işsiz
kalmıştı. Temizlikçilik yapmıştı, ev sahibesinin erkek kardeşi yalnız
kaldıkları bir zamanda tecavüze yeltenmişti; elinden kurtulup, zor kaçmıştı.
Şimdi de bu lokantada
çalışıyordu.
Bir akşam can yoldaşı bildiği
bir arkadaşına dertlenip, şöyle anlatmıştı:
“Tuhaf bir adamdı. Bir gün sıradan
bir müşteri gibi girdi lokantaya. Sonra her gün geldi, ama hiç oturup uzun uzun
konuşmak fırsatımız olmadı. Hatta benim servis verdiğim masalardan birine de
hiç oturmadı. Denk düşmedi belki. Sıradan bir müşteriydi, ama sanki aramızda
özlem duyduğumuz bir şey vardı. Veya ben öyle zannettim.
Bir gün gelmedi, merak ettim.
Belki bir başka lokantaya gitmiştir, diye düşündüm. Bizim yemekleri mi
beğenmemişti acaba?
Bir sonraki gün yine gelmedi.
Yoksa hasta mı olmuştu?
O günden sonra hiç gelmedi.
Hiç konuşmamıştık, ama iyi bir
adam olduğunu anlamıştım.”
30
Ocak 2018
No comments:
Post a Comment