14 December 2019

Oya ( Kısa öykü ) / M. Hakkı Yazıcı


 
  
Oya


“Oya! Oyaa! Oooyaaaaa!”
Sabah erken saatlerde Kartal’dan metroya binmiştim. Şansıma önümdeki yer boşalmış, oturmuştum. Sevinmiştim, zira yolum uzundu.
Yorgundum, uykuluydum; hemen dalmışım.
Bir sonraki istasyonda, Soğanlık’ta, bir adamın hançeresini yırtarcasına “Oya” diye bağırmasıyla kendime geldim.
Orta yaşlarında, gözlüklü, sakallı bir adamdı. Gür, davudi bir sesi vardı.
İnen, binen yolcu kalabalığı dağılınca sessizleşen peronun içinde sesi yankılandı.
“Oooyaa-a-a-a!”
Kapılar tam kapanıyorken kendisinden ummadığım çeviklikle vagona geri atladı.
Giyiminden, davranışlarından normal bir adama benziyordu veya benim ilk izlenimim öyle olmuştu. Ancak, yüzünde endişeli bir hal vardı.
Birini arıyor olmalıydı.
İstasyon sahanlığında aradığı kimseyi bulamamıştı.
Her kimse “Oya” isimli kadınla bir istasyonda buluşmak için sözleşmiş olmalıydılar. Adamın hangi istasyon olduğunu unuttuğunu, bağırarak arıyor olduğunu tahmin ettim.
Belki telefonları çevrim dışıydı veya bataryası bitmişti, haberleşemiyorlardı.
Hastane-Adliye Metro İstasyonu’nda da aynı durum yaşandı.
Adam vagondan bütün yolculardan önce indi. Yine önce sağına soluna baktı; bağırmaya başladı.
“Oya! Oyaa! Oooyaaaaa!”
Adam, belki içince kendisini kaybeden karısını, sevgilisini döven tiplerdendi. Malum çok var böyle adamlardan. Kadın belki olayın arkasından evden kaçmıştı. Onu arıyordu.
Ola ki kadın hastanelik olmuştu, o da haliyle adliyelik olacaktı.
Başkaları da adamı fark etmişti. Yanımda oturan kadın da benim gibi düşünmüş olmalı ki öbür yanındaki kadının kulağına eğilip:
“Gördün mü, büyük bir ihtimalle karısının canına tak demiş kaçmış. Herif iş işten geçtikten sonra arkasından karısını arayıp, dövünüyor,” diye yorum yaptı.
İstasyonda inen yolcuların yerine yenileri binmişti. Tam kapılar kapanıyorken adam yine çevik bir hareketle içeri atladı.
Orta sahanlıktaki demire sarılırcasına tutundu. Sanki demir onu teselli edecekti! Yüzündeki endişe daha da artmıştı.
Merakla iyice süzdüm.
Oya isimli kadın seneler önce ölmüş olabilir miydi? Adam karısını unutamamış, kendisini her gün sokaklara atıp, deli divane dolaşıyordu belki.
Huzurevi Metro İstasyonu’nda da durum değişmedi.
“Oya! Oyaa! Oooyaaaaa!”
Bu adam aklını yitirmiş biri olabilirdi. Evet, muhtemelen böyle biriydi. Zavallı kimsesiz, bakıma muhtaç biriyse huzurevine yatırılmalıydı.
Yok, ama kılığından kıyafetinden böyle bir izlenim edinilmiyordu. Durum böyle değil herhalde diye düşündüm.
Olayın aslını bilmeyince insan kendi kendine böyle senaryolar üretiyor.
Maltepe Metro İstasyonuna geldiğimizde adamı güvenlik görevlileri ancak farketmişlerdi. Üniformalı bir görevli geldi, müdahale etmeden uzaktan izlemeye başladı. Aslında doğrusu buydu. Adamın kimseye bir zararı yoktu.  Sadece eşini ya da sevgilisini arayan sıradan bir insan olması ihtimali vardı.
Güvenlik görevlisi, kötü şeyler olması ihtimalini de gözeterek dikkatle uzaktan izlemeyi sürdürdü. Olayın farkında olan diğer yolcular da izlemedeydi. Adamsa onların farkında değildi, derin düşüncelere dalmıştı.
Bostancı, Kozyatağı, Göztepe Metro İstasyonlarını bu şekilde geçtik. Her istasyonda adam vagondan bütün yolculardan önce indi. Her seferinde önce sağına soluna baktı, sonra bağırmaya başladı, “Oya! Oyaa! Oooyaaaaa!”, tam kapılar kapanıyorken yine çevik hareketlerle içeri atladı.
Bu arada sol yanımda kucağında torunuyla oturan yaşlı bir kadın hiç yapılmaması gereken bir şeyi yaptı: Yerinde rahat durmayan, haşarı torununa “Bak uslu oturmazsan seni bu deli adama veririm” dedi. Torunu korkup, avazı çıktığı kadar bağırıp, ağlamaya başladı.
Ortalık iyice garip, gürültülü bir hal almıştı, ama adam hala durumun farkında değildi. O, kendi derdiyle meşguldü.
Yüzündeki endişe iyice artmıştı. Dokunsan ağlayacak haldeydi. Ümidini yitirmişti sanırım.
Adam, Ayrılık Çeşmesi Metro İstasyonu’na yaklaşırken iki gözü iki çeşme ağlamaya başladı. Kadıköy’e devam edecek mi diye merak ettim. Geri binmedi.
Metro yeniden hareket ederken onu dışarıda kafasını duvara yaslamış ağlarken gördüm.
Dünyada kaç milyar insan varsa o kadar da dert vardı. Kim bilir adamcağızın ne derdi vardı?
Sabah şahit olduğum bu olayı unutmuştum. Akşamüzeri işten çıktıktan sonra bir arkadaşımla eve dönerken adamı tesadüfen yeniden gördüm. Yanındaki kadınla birbirlerine sarılmış yürüyorlardı. Kadının elinde bir demet mevsim çiçeği vardı.
Kalabalığın arasında farkediliyorlardı.
Arkadaşım, gözünün ucuyla işaret edip, “Bak günümüzde artık nadir karşılaşılan romantik mutluluk tablolarından biri,” dedi.
“Bilmem ki” der gibilerinden dudağımı büktüm.
Ancak gerçekten çok mutlu gözüküyorlardı. Kadının elindeki çiçeklerden adamın onun gönlünü aldığı anlaşılıyordu.
Arkadaşıma “Erkeğin adını bilmiyorum, ama kadının ismi Oya,” dedim.
Hayretle yüzüme bakıp, “Nerden biliyorsun?” diye sordu.
Anlattım.


12 Kasım 2017

No comments: