Oya
“Oya!
Oyaa! Oooyaaaaa!”
Sabah
erken saatlerde Kartal’dan metroya binmiştim. Şansıma önümdeki yer boşalmış,
oturmuştum. Sevinmiştim, zira yolum uzundu.
Yorgundum,
uykuluydum; hemen dalmışım.
Bir
sonraki istasyonda, Soğanlık’ta, bir adamın hançeresini yırtarcasına “Oya” diye
bağırmasıyla kendime geldim.
Orta
yaşlarında, gözlüklü, sakallı bir adamdı. Gür, davudi bir sesi vardı.
İnen,
binen yolcu kalabalığı dağılınca sessizleşen peronun içinde sesi yankılandı.
“Oooyaa-a-a-a!”
Kapılar tam
kapanıyorken kendisinden ummadığım çeviklikle vagona geri atladı.
Giyiminden,
davranışlarından normal bir adama benziyordu veya benim ilk izlenimim öyle
olmuştu. Ancak, yüzünde endişeli bir hal vardı.
Birini
arıyor olmalıydı.
İstasyon
sahanlığında aradığı kimseyi bulamamıştı.
Her kimse
“Oya” isimli kadınla bir istasyonda buluşmak için sözleşmiş olmalıydılar. Adamın
hangi istasyon olduğunu unuttuğunu, bağırarak arıyor olduğunu tahmin ettim.
Belki
telefonları çevrim dışıydı veya bataryası bitmişti, haberleşemiyorlardı.
Hastane-Adliye
Metro İstasyonu’nda da aynı durum yaşandı.
Adam
vagondan bütün yolculardan önce indi. Yine önce sağına soluna baktı; bağırmaya
başladı.
“Oya!
Oyaa! Oooyaaaaa!”
Adam,
belki içince kendisini kaybeden karısını, sevgilisini döven tiplerdendi. Malum
çok var böyle adamlardan. Kadın belki olayın arkasından evden kaçmıştı. Onu
arıyordu.
Ola ki
kadın hastanelik olmuştu, o da haliyle adliyelik olacaktı.
Başkaları
da adamı fark etmişti. Yanımda oturan kadın da benim gibi düşünmüş olmalı ki öbür
yanındaki kadının kulağına eğilip:
“Gördün
mü, büyük bir ihtimalle karısının canına tak demiş kaçmış. Herif iş işten
geçtikten sonra arkasından karısını arayıp, dövünüyor,” diye yorum yaptı.
İstasyonda
inen yolcuların yerine yenileri binmişti. Tam kapılar kapanıyorken adam yine
çevik bir hareketle içeri atladı.
Orta
sahanlıktaki demire sarılırcasına tutundu. Sanki demir onu teselli edecekti! Yüzündeki
endişe daha da artmıştı.
Merakla
iyice süzdüm.
Oya
isimli kadın seneler önce ölmüş olabilir miydi? Adam karısını unutamamış,
kendisini her gün sokaklara atıp, deli divane dolaşıyordu belki.
Huzurevi
Metro İstasyonu’nda da durum değişmedi.
“Oya!
Oyaa! Oooyaaaaa!”
Bu adam
aklını yitirmiş biri olabilirdi. Evet, muhtemelen böyle biriydi. Zavallı
kimsesiz, bakıma muhtaç biriyse huzurevine yatırılmalıydı.
Yok, ama
kılığından kıyafetinden böyle bir izlenim edinilmiyordu. Durum böyle değil
herhalde diye düşündüm.
Olayın
aslını bilmeyince insan kendi kendine böyle senaryolar üretiyor.
Maltepe
Metro İstasyonuna geldiğimizde adamı güvenlik görevlileri ancak farketmişlerdi.
Üniformalı bir görevli geldi, müdahale etmeden uzaktan izlemeye başladı.
Aslında doğrusu buydu. Adamın kimseye bir zararı yoktu. Sadece eşini ya da sevgilisini arayan sıradan
bir insan olması ihtimali vardı.
Güvenlik
görevlisi, kötü şeyler olması ihtimalini de gözeterek dikkatle uzaktan izlemeyi
sürdürdü. Olayın farkında olan diğer yolcular da izlemedeydi. Adamsa onların
farkında değildi, derin düşüncelere dalmıştı.
Bostancı,
Kozyatağı, Göztepe Metro İstasyonlarını bu şekilde geçtik. Her istasyonda adam
vagondan bütün yolculardan önce indi. Her seferinde önce sağına soluna baktı,
sonra bağırmaya başladı, “Oya! Oyaa! Oooyaaaaa!”, tam kapılar kapanıyorken yine
çevik hareketlerle içeri atladı.
Bu arada
sol yanımda kucağında torunuyla oturan yaşlı bir kadın hiç yapılmaması gereken
bir şeyi yaptı: Yerinde rahat durmayan, haşarı torununa “Bak uslu oturmazsan
seni bu deli adama veririm” dedi. Torunu korkup, avazı çıktığı kadar bağırıp, ağlamaya
başladı.
Ortalık
iyice garip, gürültülü bir hal almıştı, ama adam hala durumun farkında değildi.
O, kendi derdiyle meşguldü.
Yüzündeki
endişe iyice artmıştı. Dokunsan ağlayacak haldeydi. Ümidini yitirmişti sanırım.
Adam, Ayrılık
Çeşmesi Metro İstasyonu’na yaklaşırken iki gözü iki çeşme ağlamaya başladı.
Kadıköy’e devam edecek mi diye merak ettim. Geri binmedi.
Metro
yeniden hareket ederken onu dışarıda kafasını duvara yaslamış ağlarken gördüm.
Dünyada
kaç milyar insan varsa o kadar da dert vardı. Kim bilir adamcağızın ne derdi
vardı?
Sabah
şahit olduğum bu olayı unutmuştum. Akşamüzeri işten çıktıktan sonra bir
arkadaşımla eve dönerken adamı tesadüfen yeniden gördüm. Yanındaki kadınla
birbirlerine sarılmış yürüyorlardı. Kadının elinde bir demet mevsim çiçeği
vardı.
Kalabalığın
arasında farkediliyorlardı.
Arkadaşım,
gözünün ucuyla işaret edip, “Bak günümüzde artık nadir karşılaşılan romantik
mutluluk tablolarından biri,” dedi.
“Bilmem
ki” der gibilerinden dudağımı büktüm.
Ancak gerçekten
çok mutlu gözüküyorlardı. Kadının elindeki çiçeklerden adamın onun gönlünü
aldığı anlaşılıyordu.
Arkadaşıma
“Erkeğin adını bilmiyorum, ama kadının ismi Oya,” dedim.
Hayretle
yüzüme bakıp, “Nerden biliyorsun?” diye sordu.
Anlattım.
12 Kasım 2017
No comments:
Post a Comment