Bilge çoban
Maarif
müfettişi Erhan Bey, rahatsızlanınca bir aylık rapor almıştı. Onun yerine vilayetten bir başka müfettişi, Arif Bey’i
vekaleten görevlendirdiler.
Arif
Bey de boş duracak müfettişlerden değildi. Teftişlere devam etti; Erhan Bey gibi o köy
senin, bu kasaba benim okulları dolaşmaya başladı.
Bir
gün kasabalardan birinin okulunda teftişini bitirdikten sonra tam diğer
kasabaya gitmeye niyetliyken geldiği arabanın şoförünü motor kaputunu açmış, yağ
pas içinde uğraşırken buldu.
“Hayırdır?”
“Hocam,
arabanın ufak bir arızası vardı. Yine nüksetti.”
“Eeee?”
“Bir
saate kalmaz onarırım.”
Arif
Bey, saatine baktı. Canı sıkılmıştı; bir saat uzun bir zamandı, fazla zamanı yoktu, Zeytinyurdu'na geçip o günün programını tamamlaması gerekiyordu.
Şoför,
onun öfleyip, püflediğini görünce:
“Hocam,
ben arızalanmadım ya, araba arızalandı,” diyerek, çaresizliğini anlatmak için iki
elini yana açtı.
Okulun
öğretmenlerinin toplaştıkları öğretmenler odasına dönüp durumu anlattı.
Kadın öğretmenlerden Seniha Hanım, hemen atılıp, “Efendim, Zeytinyurdu buraya çok uzak değil, otuzbeş
kırk dakikada yürüyerek gidersiniz. İsterseniz hiç beklemeyin,” pencereden yolu gösterip, “Şu ilerideki tepenin arkası zaten Zeytinyurdu,” dedi.
Arif Bey,
şüpheli gözlerle bir yola, bir de Seniha Hanım’a baktı.
Diğer
öğretmenlerse hiç yorum yapmadan, ifadesiz gözlerle bakıyorlardı. Hallerinden bu
konuya dahil olmak istemedikleri belliydi.
Hava
güzeldi. Her şeye rağmen yürüme fikri kötü bir seçim olmayabilirdi.
Şoförün
yanına gidip arabanın arızasının bitmesini beklemeden yürüyeceğini söyledi.
Arıza erken biterse kendisini yoldan almasını istedi.
Şoför, mahçup bir tavırla, “Siz bilirsiniz; ama sakın yorulmayasınız?” dedi.
“Yok,
yok! Yorulmam.”
“Peki, öyleyse.
Biraz ileride dibinde pınar olan koca bir çınar göreceksiniz. Orada yol
çatallaşacak. Sağa devam ederseniz yol sizi Zeytinyurdu’na götürür. Ben de inşallah işimi erken bitirir arkanızdan yetişirim”
Gerçekten
de hava çok güzeldi. Bağların, tarlaların arasında yürümek için ideal bir
zamandı.
Köylülerin
garip yol tarifleri vardır malum. Örneğin, bir yere ne kadar zamanda giderim
diye sorarsınız, “Bir sigara içimi
mesafede,” derler. Yarım paket sigara bitirirsiniz, ama meğer daha yolun
yarısına bile gelememiş olduğunuzu öğrenirsiniz sonradan.
Arif Bey,
bu konuda tecrübeliydi. Başına böyle bir şey gelebilirdi; ama yine de yürümeyi
denemek istiyordu. Hadi olmadı, yoruldu; en kötüsünden bir ağacın gölgesine
sığınıp, oturup arabayı beklerdi.
Öğretmenlerle
vedalaşıp, yürümeye başladı.
Bir süre
sonra arkasına baktığında kasabanın evlerinin uzakta kaldığını gördü.
Yolun iki yanı üzüm bağlarıyla doluydu. Güzel sessizliği sadece uzaktan bağların içinden gelen köpek havlamaları bozuyordu.
Yolun iki yanı üzüm bağlarıyla doluydu. Güzel sessizliği sadece uzaktan bağların içinden gelen köpek havlamaları bozuyordu.
Epeyce
yürüdü. Bir ara yorulunca akıllı bir iş yapıp yapmadığını düşünmeye başladı.
Bir
ağacın altında biraz dinlendi, sonra yine devam etti.
İleride, yolda,
tarlalardan birinin kenarında ineklerini otlatan bir çoban gördü.
Meraklanıp,
heyecanlandı. Bu, Erhan Bey’in anlattığı “saati bilen bilge çoban” olabilirdi.
Yaklaşınca
yanında durdu.
“Zeytinyurdu’na
daha çok var mı birader?”
Çoban hiç
cevap vermedi.
Belki
duymamıştır diye sorusunu tekrarladı.
Çoban,
dudağını büküp, yine hiç cevap vermeden suratına bakıyordu.
Bu muydu
o, öve öve anlattıkları bilge çoban? Yoksa bu, biraz zihin özürlü başka bir çoban mıydı?
Arif Bey’in
tepesi attı. Beklemeden yürümeye devam etti.
Yüz
yüzelli metre kadar ya uzaklaşmış, ya da uzaklaşmamıştı ki çobanın arkasından
“Yarım saate varırsın,” diye bağırdığını duydu.
İyice
tepesi atmıştı; üşenmedi, hızlı adımlarla geri döndü:
“Be adam,
ne diye ilk sorduğumda cevap vermedin?” diye çıkıştı.
“Bey, ben
senin nasıl yürüdüğünü daha önce hiç görmemiştim ki. Arkandan baktım, ancak o zaman anladım; sen, bu
hızla yürürsen yarım saate kalmaz Zeytinyurdu’na varırsın,” dedi.
No comments:
Post a Comment