18 December 2019

Bilge çoban ( Kısa öykü ) / M. Hakkı Yazıcı




Bilge çoban


Maarif müfettişi Erhan Bey, rahatsızlanınca bir aylık rapor almıştı. Onun yerine vilayetten bir başka müfettişi, Arif Bey’i vekaleten görevlendirdiler.
Arif Bey de boş duracak müfettişlerden değildi. Teftişlere devam etti; Erhan Bey gibi o köy senin, bu kasaba benim okulları dolaşmaya başladı.
Bir gün kasabalardan birinin okulunda teftişini bitirdikten sonra tam diğer kasabaya gitmeye niyetliyken geldiği arabanın şoförünü motor kaputunu açmış, yağ pas içinde uğraşırken buldu.
“Hayırdır?”
“Hocam, arabanın ufak bir arızası vardı. Yine nüksetti.”
“Eeee?”
“Bir saate kalmaz onarırım.”
Arif Bey, saatine baktı. Canı sıkılmıştı; bir saat uzun bir zamandı, fazla zamanı yoktu, Zeytinyurdu'na geçip o günün programını tamamlaması gerekiyordu. 
Şoför, onun öfleyip, püflediğini görünce:
“Hocam, ben arızalanmadım ya, araba arızalandı,” diyerek, çaresizliğini anlatmak için iki elini yana açtı.
Okulun öğretmenlerinin toplaştıkları öğretmenler odasına dönüp durumu anlattı.
Kadın öğretmenlerden Seniha Hanım, hemen atılıp, “Efendim,  Zeytinyurdu buraya çok uzak değil, otuzbeş kırk dakikada yürüyerek gidersiniz. İsterseniz hiç beklemeyin,” pencereden yolu gösterip, “Şu ilerideki tepenin arkası zaten Zeytinyurdu,” dedi.
Arif Bey, şüpheli gözlerle bir yola, bir de Seniha Hanım’a baktı.
Diğer öğretmenlerse hiç yorum yapmadan, ifadesiz gözlerle bakıyorlardı. Hallerinden bu konuya dahil olmak istemedikleri belliydi.
Hava güzeldi. Her şeye rağmen yürüme fikri kötü bir seçim olmayabilirdi.
Şoförün yanına gidip arabanın arızasının bitmesini beklemeden yürüyeceğini söyledi. Arıza erken biterse kendisini yoldan almasını istedi.
Şoför, mahçup bir tavırla, “Siz bilirsiniz; ama sakın yorulmayasınız?” dedi.
“Yok, yok! Yorulmam.”
“Peki, öyleyse. Biraz ileride dibinde pınar olan koca bir çınar göreceksiniz. Orada yol çatallaşacak. Sağa devam ederseniz yol sizi Zeytinyurdu’na götürür. Ben de inşallah işimi erken bitirir arkanızdan yetişirim”
Gerçekten de hava çok güzeldi. Bağların, tarlaların arasında yürümek için ideal bir zamandı.
Köylülerin garip yol tarifleri vardır malum. Örneğin, bir yere ne kadar zamanda giderim diye  sorarsınız, “Bir sigara içimi mesafede,” derler. Yarım paket sigara bitirirsiniz, ama meğer daha yolun yarısına bile gelememiş olduğunuzu öğrenirsiniz sonradan.
Arif Bey, bu konuda tecrübeliydi. Başına böyle bir şey gelebilirdi; ama yine de yürümeyi denemek istiyordu. Hadi olmadı, yoruldu; en kötüsünden bir ağacın gölgesine sığınıp, oturup arabayı beklerdi.
Öğretmenlerle vedalaşıp, yürümeye başladı.
Bir süre sonra arkasına baktığında kasabanın evlerinin uzakta kaldığını gördü. 

Yolun iki yanı üzüm bağlarıyla doluydu. Güzel sessizliği sadece uzaktan bağların içinden gelen köpek havlamaları bozuyordu.
Epeyce yürüdü. Bir ara yorulunca akıllı bir iş yapıp yapmadığını düşünmeye başladı.
Bir ağacın altında biraz dinlendi, sonra yine devam etti.
İleride, yolda, tarlalardan birinin kenarında ineklerini otlatan bir çoban gördü.
Meraklanıp, heyecanlandı. Bu, Erhan Bey’in anlattığı “saati bilen bilge çoban” olabilirdi.
Yaklaşınca yanında durdu.
“Zeytinyurdu’na daha çok var mı birader?”
Çoban hiç cevap vermedi.
Belki duymamıştır diye sorusunu tekrarladı.
Çoban, dudağını büküp, yine hiç cevap vermeden suratına bakıyordu.
Bu muydu o, öve öve anlattıkları bilge çoban? Yoksa bu, biraz zihin özürlü başka bir çoban mıydı?
Arif Bey’in tepesi attı. Beklemeden yürümeye devam etti.
Yüz yüzelli metre kadar ya uzaklaşmış, ya da uzaklaşmamıştı ki çobanın arkasından “Yarım saate varırsın,” diye bağırdığını duydu.
İyice tepesi atmıştı; üşenmedi, hızlı adımlarla geri döndü:
“Be adam, ne diye ilk sorduğumda cevap vermedin?” diye çıkıştı.
“Bey, ben senin nasıl yürüdüğünü daha önce hiç görmemiştim ki. Arkandan baktım, ancak o zaman anladım; sen, bu hızla yürürsen yarım saate kalmaz Zeytinyurdu’na varırsın,” dedi.


No comments: