21 December 2019

Camın kenarında oturan yalnız kadın ( Öykü ) / M. Hakkı Yazıcı



Camın kenarında oturan yalnız kadın

Upuzun bir bayram…
Hafta sonu ile de birleştirilince uzunca bir tatil çıkmıştı ortaya.

Gezip tozmak, dinlenmek için aslında az bulunur bir fırsat değil mi? Aman ne güzel diyeceksiniz, ama benim için öyle değil işte.
“Yoksa sen de bana her gün bayram diyenlerden misin?” diye soracaksınız belki. O da değil.
Bayram!.. Kimin bayramı, neyin bayramı, bir de ona bakmak lazım.
Böyle zamanlarda önceden plan yapamamışsan, yalnızsan, herkes bir yerlere gitmişse, hava dışarı gezip tozamayacak kadar soğuksa, sinemalarda iyi film yoksa bayram, sana zehir zıkkım olur.
Oturup kitap okusam bari diyebilecek kadar bile keyfim yoktu.
Ahmet’i arasam, karısıyla alışverişe çıkmıştır; Mehmet’i arasam kayınvalidesine yemeğe davetlidirler.
Yapılabilecek en son şeyi yaptım, plansız programsız kendimi sokağa attım.
Bu sene havalar biraz tuhaftı. Hani “mevsim normallerinin üstünde” derler ya, öyle günler yaşamıştık. Ama işte şimdi gerçek hayat başlamış, “mevsim normalleri”ne dönülmüştü.
Biraz yürüdüm. Ancak daha fazla yürüme isteğimi sonlandıracak, içime işleyen sert bir rüzgar vardı.
Otobüs durağı yakınlardaydı, gelen ilk otobüse, nereye gittiğine bile bakmadan bindim.
Bilirsiniz bayramlarda bazen belediyeler otobüslerini ücretsiz yaparlar. Otobüs tıklım tıklım doluydu. Bir yerlerden bir yerlere, çoğunlukla akraba ziyaretine giden çoluk çocuklu insan kalabalığı... Zırıl zırıl ağlayan mutsuz çocuklar…
Oturacak yer bulamamıştım. İçeride dışarıya tezat bunaltan, sıcak, her türlü insan kokusunun birbirine karıştığı boğucu, pis bir hava vardı.
Otobüs yolculuğuna ancak üç durak dayanabildim. İndim.
Dışarıda hava yine serin ve rüzgarlıydı.
Dışarı çıktığıma pişman olmuştum. Eve dönsem?
Eve de dönmek istemiyordum.
Birden yolun kenarında bir kafeyi fark ettim. İçeri girmeye karar verdim. Muhtemelen içerisi sıcaktı, en azından bir fincan çay içer çıkardım. Bu arada ne yapacağıma daha sıcak bir ortamda karar verirdim.
İçerisi gerçekten sıcaktı, birden güzel bir ortama girmiş olmanın mutluluğunu hissettim.
Etrafı, herkesi görebileceğim, gerilerde uygun boş bir masa seçtim. Sıcak çayım da gelince keyfim biraz yerine geldi.
Kendime gelince etrafa bakmaya başladım. İçerisi dolu sayılırdı, ancak sessizdi. Herkes dışarıdaki ayazdan kaçıp, kendisini içeri atmıştı sanki. Konuşanlar etrafı rahatsız etmemek için alçak sesle konuşuyorlardı.
Cama yakın masalardan birinde bir genç kadın oturuyordu. Yalnızdı…
Camın yanında oturuyor olmasına rağmen dışarıya bakmıyordu. Etrafına da… Gözü masada, düşünceli… Elinde bir cep telefonu vardı.  Telefonu bazen masaya koyuyordu. Gözü telefonda; sanki birisinin aramasını, ya da bir mesaj bekliyordu. Belki de birazdan kapı açılacak beklediği biri gelecek, kocası, sevgilisi, arkadaşı veya annesi…Her kimse?..
Arada yine telefonu avucunun içine alıp döndürüyor, sonra yeniden masanın üzerine bırakıyordu.
Kadının bakışlarımı yakalanmasından da ürkerek gizliden, daha dikkatlice izlemeye başladım.
Merakım artmaya başlamıştı. Kendime bir eğlence yaratmıştım.
Güzel bir kadındı…
Hüzünlü, duru güzellikler beni hep çeker. Bilmem, belki herkes için cezbedicidir.
Birden kadının başkalarının da dikkatini çektiğini fark ettim.
Yalnız, hüzünlü, belki sorunlarını paylaşıp, dertleşeceği birilerine ihtiyacı olan, güzel, genç bir kadın...
Belki evinde hasta bir yakını vardı, belki kocasından veya sevgilisinden ayrılmıştı, ya da işiyle ilgili sorunları vardı; ancak özet olarak mutsuz görünüyordu.
Cesaretim olsa gidip, masasına otururdum. Ama ya terslerse? Ya o sırada beklediği birisi gelirse, mesela kocası veya sevgilisi?  
Adam bana ana avrat küfür edecek olsa itiraz edemezdim.
En iyisi rahatsız etmeden uzaktan izlemekti. Böylesi belki daha gizemli ve hoştu.
Birden arkalardan gelen orta yaşlıca bir adamın masaların arasından süzülüp kadının yanındaki boş sandalyeye oturduğunu fark ettim.
Kadının beklediği kişi o olabilir miydi?
Hayır, olamazdı; zira bu adamı arka masalardan birinde başkalarıyla otururken görmüştüm. Olsaydı daha önce gelir yanına otururdu. Peki, tanıdığı birisi miydi? O da değildi galiba; öyle eskiden tanışıyormuş havaları yoktu.
Adam kendini tanıtır gibi elini uzattı, tokalaştılar.
Adam konuşuyor; duyamıyorum, ama sanırım bir şeyler soruyordu. Kadın konuşmuyor, hala önüne bakıp, elindeki telefonu çevirip duruyordu. Adam teselli edercesine elini kadının omuzuna koydu. Kadın tepki göstermedi. Sonra o da elini koluyla işaretler yaparak bir şeyler anlattı.
Peki, ama bu adam niye kadının masasına oturmuştu? Adam, muhtemelen kadının yalnızlığından, mutsuzluğundan yararlanmak niyetinde olan, zayıf halini fırsat bilip onu ağına düşürmek isteyen kart bir zampara olabilirdi.
Bir ara ayağa fırlayıp yanlarına gidip adama haddini bildirmek geldi içimden. Böylelerine birilerinin dersini vermesi gerekiyordu.
Ama durumu bilmiyordum. Ya öyle değilse? İşin içinde rezil olmak da vardı.
Aman sen de, işin mi yok diye düşünüp, vazgeçtim.
Adam daha sonra kadının yanından kalkıp, arka masalardaki yerine döndü. Biraz da orada oturduktan sonra arkadaşlarıyla birlikte kalkıp, paltolarını giyip dışarı çıktılar.
Kadın ise masasında hala elindeki cep telefonunu çevirerek oturuyordu.
O ara masasına yine meraklı bir başka adam oturmuştu.
Artık benim de kalkma zamanım gelmişti. Dışarıda hava hemencecik kararmıştı.
Şeb-i Yelda gününe, yani yılın en uzun gecesine kavuşuyorduk; artık İstanbul’a kış geliyordu…
Gecikmek, eve zahmetli gidiş demekti. Dışarı çıktım. Evde yalnız geçecek bir gece daha beni bekliyordu.
İki adım önümde kadının masasına ilk oturan adam arkadaşlarıyla birlikte yürüyordu.
Arkadaşları ona gülüp, dalga geçiyorlardı:
“Birader bize inanmadın ki… Hep aynı numara… Önce birilerinin merakını celp edip, masasına oturanlara anlatmaya başlıyor. Yok, efendim, nişanlısı uzak yol gemilerinde çalışıyormuş da pahalı markaların parfümlerini getirmiş de, çok ucuza satıyormuş, almak ister miymişiz, falan…”
Öbürü lafa karıştı:
“Güzel pazarlama taktiği. Ne var bunda? Kadının kafe sahibinin bir yakını olduğunu söylüyorlar tanıyanlar. Orayı mekan seçmiş.”
Otobüse binmek için durağın olduğu karşı kaldırıma geçtim. Hava iyice kararmış ve soğumuştu.
Yürürken dilimde dizeler:
"Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir
mubtela-yı gama sor kim geceler kaç saat.."

Öyle ya en uzun gecenin hangisi olduğunu ne müneccim, ne de takvim yapanlar bilir. Gecelerin kaç saat olduğunu gam tutkunlarına sormak gerekir. 

21 Aralık 2014, Moskova

No comments: