01 December 2019

Ufocu Dayı ( Kısa öykü ) / M. Hakkı Yazıcı



Ufocu Dayı


“Ne ulan sen hala civarayı bırakmadın mı? Kareki’nin pavlikesi gibi tütüyon.”
Bunun tercümesi “Sen hala kendine bir hızar alabilecek parayı denkleştiremedin mi?” idi.
Ne zaman lazım olduğunda bir iki günlüğüne hızarını istese dayısının böyle kinayeli sözleriyle karşılaşırdı.
Gülmeye başladı.
Yengesi meraklandı:
“A bizimolan, ne gülüp durusun?”
Anlattı.
“Nassın eyimin yavrımm? Ni vaa, ni yok; ne edip durun baken?”
Yengesi ise bir şey anlatmak istediğinde hep böyle söze başlardı.
Ahırdan hızarı getirmeye gittiğinde fısır fısır dayısının arkasından çekiştirmeye başlamıştı. İyice kötülemişti. “Asker arkadaşlarım gelecek, onlarla buluşacağım,” diyormuş.
“Herif, seksen yaşına gelmiş asker akideşlerimle buluşcam diyo. Asker akideşi mi kalımış bu yaşta?”
“Yav yenge, ne var bunda. O da bununla avunuyor işte,” diye cevap verdi.
“Eyi de akideşleri başka bir seyyareden Ufo ile gelecemiş. Aklını fıydırdı zaar.”
Alem adamdı bu dayısı.
“Oh ne güzel, uzaylılar da askerlik yapar mıymış?”
“Sus. Yaveş konuş şincik geliverip, siz benim akemden mi konuşuyonuz baken, deyiveri.”
Dayısının asker arkadaşları Yunt Dağlarında ormanın kenarındaki bir yere geleceklermiş. Geçen gün telefonla görüşüp, anlaşıp, sözleşmişler.
“Elinden cavırın telefonu düşmüyo, bıcır bıcır konuşup duru.”
Hani genç olsa, çapkınlık mı yapıyor yoksa diye kuşkulanabilirdi.
Önce eşekle gitmeyi düşünmüş, sonra vazgeçip traktörle gitmeye karar vermiş.
“Yahu oraya traktörle gidilir mi? Hadi yolda bozuldu diyelim, n’apacak?”
“Ne bilem gari yavrım? Dayın işte, sen daha iyisini biliyosun.”
“Yenge sen merak etme benim de Savaştepe’de bir işim var. Beraber gideriz. Ben göz kulak olurum ona.”
Aslında önemli bir işi yoktu, gitmese de olurdu, ama bahanesiydi işte.
Yengesi sevindi. “Dayın sene emanet yavrım,” dedi.
Koltuğunun altında hızarla gelen dayısının da hoşuna gitti bu durum. “Yaşşa le bizimoolan!” dedi.
Arabaya kurulup sefalar içinde gidecekti arkadaşlarıyla buluşmaya.
Hızarı alıp giderken yengesi arkasından “Eyi gecelee baken yavrım, bi vakitlice gelive de yımırtalı ebegümeci, ıspanak yapem sene.”
Öyle ya, kocasını emin bir ele emanet ediyordu. İçi rahatlamıştı.
***
Ertesi gün yola çıkma zamanı geldiğinde dayısı erkenden uyanmış, giyinmiş bahçede oturmuş, bekliyordu.
Yengesi de uyanmıştı.
Dayısı keyifliydi:
“Heekese günaydınlaa oluvesin...” dedi neşeyle.
Gizliden, alelacele arabanın bagajına kendi yaptığı yedi boğma rakı şişesini yerleştirdi.
“Yav, dayı bunları nasıl içeceksiniz? Çok değil mi?”
Gözüyle arkasını kontrol edip, “sus” işareti yaptı. Gelecek arkadaşları fazlaymış, yetmeyebilirmiş de.
Kilerden kıyamadığı, herkeslere ikram etmediği kışlık kavunları da yükledikten sonra keyifle “Hadendi baken zamanımız az galıvedi. Atla, gidelim,” dedi.
Arabayla yola çıkarlarken yengesi arkalarından su döküp, “Hayırlı Cumalaa oluveesin işallah,” diye uğurladı.
Dayısının ısrarı üzerine Sındırgı yolundan dağlara vurdular. Hep anayoldan gittiği için buraları pek bilmezdi.
Köy yollarından dayısının tarifine göre epeyce gittiler.
Öğlene doğru orman kenarında bir açıklığa geldiklerinde “Bizim olan burada duralım gari,” dedi.
Arabayı bir ulu ağacın gölgesine park ettiler.
Dayısı yaşından beklenmeyecek bir hamaratlıkla yere bir örtü serip, kışlık kavunlardan birini kesip, bir boğma rakı şişesini açmıştı bile.

"Haden bizim olan muhabbet edem bakem."
“Yahu dayı erken değil mi? Arkadaşlarını beklemeyecek misin?”
“Gel bizim olan, onların ne zaman gelecekleri beli deyil. Biz ufaktan başlam gari.”
Birkaç saat geçti. Dayısının asker arkadaşları hala ortalıkta yoktu.
Her sorduğunda dayısı, “Bizim olan akideşle kaç ışık yılı yoldan gelecekle biliyon mu sen? Sabırlı ol biraz,” diyordu.
Olmaz böyle şey deyince, “Ni demek isdeepdurun baken sen?” diye kızıp; yüzüne tuhaf baktığında da, “Sen benim aklımı fıydırdımı sanıyosun zaar,” diye çıkışıyordu.
Dayısı oldum olası şakayı severdi. Ona yordu. Hem bu oyunun bir parçası olmanın ne zararı vardı ki?
İlk boğma rakı şişesini bitirmişlerdi, ikincisini açmak için uzandığında dayısı elini tuttu, “Hop bizimolan, akideşlere rakı kalmicek bu gidişle,” dediyse de “Hadi aç bari, keyfimizi tökezletmeyelim,” dedi, devam ettiler.
***
Akşam olmuş, güneş çekilmiş, hava kararmaya başlamıştı.
İyice kafayı bulmuşlardı.
Birden gözlerinin içine gelen bir ışıkla kendilerine geldiler.
Dayısı, heyecanla, “Hah işte, bizim akideşler geldi,” diye ayağa fırladı.
Işık gözlerini almıştı, geleni gideni görecek hali yoktu. Daha da ötesi iki şişe boğma rakıdan sonra ayakta durabilecek durumda da değildi.
Işık hüzmesinin arkasından bir adam fırlayıp, “Uyyy uşağum, nassun da?” diye bağırıp, dayısına sarıldı.
Öylesine şiddetle birbirlerine sarılmışlardı ki ikisi birden otların arasına yıkıldılar.
“Vay akideşim, hoş gelmişsin!”
Gelen adam, pardon uzaylı, ışık hüzmesinin sahibi aracın, yok Ufonun kaptanına manevra yaptırıp yanaşması için talimatlar yağdırmaya başladı.
“Sağlu gel; gel, gel; topla, düz gel!”
Karanlıktı, görmek zaten zordu. Sonunda olan oldu, Ufo, arabasının tamponuna çarptı.
“Hoppp, adami ezdun daaa!”
İçi gitmişti, ama misafire bunu hissettirmesi doğru değildi. Zaten arabanın bir sürü vuruğu vardı.
Araçtan, yok hayır Ufodan başkaları da inip, geldiler.
Dayısı hepsine tek tek sarılıp “Hoş gelmişsiniz akideşler” dedi.
Keyfi iyice yerine gelmişti.
“Biz de sizi bekleep duruduk akideşleee,. Hoş gelmisiniz, çok savolun. Pek özleevedimdi hepinizi gari, uzaklaada ciyerlerim gandil gibi yanıpdurudu.”
Bir ara fırsatını bulup, “Yahu dayı, bu senin asker arkadaşların nasıl konuşuyorlar? Bunlar Laz mı?” diye sordu.
“Bizimolan, askere sadece bizim gibi Egelile mi gidiyo sanıyosun? Bunla başka memleketin Ufolusu.”
İyice sarhoş olmuştu. Gelenlerin Ufolu mu, Laz mı olduğunu durup, düşünecek hali yoktu.
Ortaya bir ateş yakıp, rakıları açtılar.

"Haden muhabbet edem gali."
İki şişe, üç şişe, derken beş şişenin dibine vurdular.
***
Sabah uyandığında ağacın dibinde kıvrılmış buldu kendisini.
Dayısı arabanın arka koltuğunda uyanmış ona bakıyordu.
Ufoyla gelen, Lazlar gibi konuşan dayısının asker arkadaşları yoktu.
“Nerde dayı, senin asker arkadaşların?”
“Akideşlerin işleri vamış, erkenden gittiler.”
“Kim bilir kaç ışık yılı uzaktan geldiler? Biraz dinlenseydiler bari.”
Akşamın karanlığında gelip, sabahın köründe gitmişlerdi.
Arabasının tamponundaki vuruğun bıraktığı mavi boya izi olmasa inanmak mümkün değildi.

No comments: