Ufocu Dayı
“Ne ulan sen hala civarayı
bırakmadın mı? Kareki’nin pavlikesi gibi tütüyon.”
Bunun tercümesi “Sen hala
kendine bir hızar alabilecek parayı denkleştiremedin mi?” idi.
Ne zaman lazım olduğunda bir
iki günlüğüne hızarını istese dayısının böyle kinayeli sözleriyle karşılaşırdı.
Gülmeye başladı.
Yengesi meraklandı:
“A bizimolan, ne gülüp durusun?”
Anlattı.
“Nassın eyimin yavrımm? Ni vaa,
ni yok; ne edip durun baken?”
Yengesi ise bir şey anlatmak
istediğinde hep böyle söze başlardı.
Ahırdan hızarı getirmeye
gittiğinde fısır fısır dayısının arkasından çekiştirmeye başlamıştı. İyice
kötülemişti. “Asker arkadaşlarım gelecek, onlarla buluşacağım,” diyormuş.
“Herif, seksen yaşına gelmiş
asker akideşlerimle buluşcam diyo. Asker akideşi mi kalımış bu yaşta?”
“Yav yenge, ne var bunda. O da
bununla avunuyor işte,” diye cevap verdi.
“Eyi de akideşleri başka bir
seyyareden Ufo ile gelecemiş. Aklını fıydırdı zaar.”
Alem adamdı bu dayısı.
“Oh ne güzel, uzaylılar da
askerlik yapar mıymış?”
“Sus. Yaveş konuş şincik
geliverip, siz benim akemden mi konuşuyonuz baken, deyiveri.”
Dayısının asker arkadaşları
Yunt Dağlarında ormanın kenarındaki bir yere geleceklermiş. Geçen gün telefonla
görüşüp, anlaşıp, sözleşmişler.
“Elinden cavırın telefonu düşmüyo,
bıcır bıcır konuşup duru.”
Hani genç olsa, çapkınlık mı
yapıyor yoksa diye kuşkulanabilirdi.
Önce eşekle gitmeyi düşünmüş,
sonra vazgeçip traktörle gitmeye karar vermiş.
“Yahu oraya traktörle gidilir
mi? Hadi yolda bozuldu diyelim, n’apacak?”
“Ne bilem gari yavrım? Dayın
işte, sen daha iyisini biliyosun.”
“Yenge sen merak etme benim de
Savaştepe’de bir işim var. Beraber gideriz. Ben göz kulak olurum ona.”
Aslında önemli bir işi yoktu,
gitmese de olurdu, ama bahanesiydi işte.
Yengesi sevindi. “Dayın sene
emanet yavrım,” dedi.
Koltuğunun altında hızarla
gelen dayısının da hoşuna gitti bu durum. “Yaşşa le bizimoolan!” dedi.
Arabaya kurulup sefalar içinde
gidecekti arkadaşlarıyla buluşmaya.
Hızarı alıp giderken yengesi
arkasından “Eyi gecelee baken yavrım, bi vakitlice gelive de yımırtalı
ebegümeci, ıspanak yapem sene.”
Öyle ya, kocasını emin bir ele
emanet ediyordu. İçi rahatlamıştı.
***
Ertesi gün yola çıkma zamanı
geldiğinde dayısı erkenden uyanmış, giyinmiş bahçede oturmuş, bekliyordu.
Yengesi de uyanmıştı.
Dayısı keyifliydi:
“Heekese günaydınlaa
oluvesin...” dedi neşeyle.
Gizliden, alelacele arabanın
bagajına kendi yaptığı yedi boğma rakı şişesini yerleştirdi.
“Yav, dayı bunları nasıl
içeceksiniz? Çok değil mi?”
Gözüyle arkasını kontrol edip,
“sus” işareti yaptı. Gelecek arkadaşları fazlaymış, yetmeyebilirmiş de.
Kilerden kıyamadığı,
herkeslere ikram etmediği kışlık kavunları da yükledikten sonra keyifle “Hadendi
baken zamanımız az galıvedi. Atla, gidelim,” dedi.
Arabayla yola çıkarlarken
yengesi arkalarından su döküp, “Hayırlı Cumalaa oluveesin işallah,” diye
uğurladı.
Dayısının ısrarı üzerine Sındırgı
yolundan dağlara vurdular. Hep anayoldan gittiği için buraları pek bilmezdi.
Köy yollarından dayısının
tarifine göre epeyce gittiler.
Öğlene doğru orman kenarında
bir açıklığa geldiklerinde “Bizim olan burada duralım gari,” dedi.
Arabayı bir ulu ağacın
gölgesine park ettiler.
Dayısı yaşından beklenmeyecek
bir hamaratlıkla yere bir örtü serip, kışlık kavunlardan birini kesip, bir
boğma rakı şişesini açmıştı bile.
"Haden bizim olan muhabbet edem bakem."
"Haden bizim olan muhabbet edem bakem."
“Yahu dayı erken değil mi? Arkadaşlarını
beklemeyecek misin?”
“Gel bizim olan, onların ne
zaman gelecekleri beli deyil. Biz ufaktan başlam gari.”
Birkaç saat geçti. Dayısının
asker arkadaşları hala ortalıkta yoktu.
Her sorduğunda dayısı, “Bizim
olan akideşle kaç ışık yılı yoldan gelecekle biliyon mu sen? Sabırlı ol biraz,”
diyordu.
Olmaz böyle şey deyince, “Ni
demek isdeepdurun baken sen?” diye kızıp; yüzüne tuhaf baktığında da, “Sen
benim aklımı fıydırdımı sanıyosun zaar,” diye çıkışıyordu.
Dayısı oldum olası şakayı
severdi. Ona yordu. Hem bu oyunun bir parçası olmanın ne zararı vardı ki?
İlk boğma rakı şişesini
bitirmişlerdi, ikincisini açmak için uzandığında dayısı elini tuttu, “Hop
bizimolan, akideşlere rakı kalmicek bu gidişle,” dediyse de “Hadi aç bari,
keyfimizi tökezletmeyelim,” dedi, devam ettiler.
***
Akşam olmuş, güneş çekilmiş,
hava kararmaya başlamıştı.
İyice kafayı bulmuşlardı.
Birden gözlerinin içine gelen
bir ışıkla kendilerine geldiler.
Dayısı, heyecanla, “Hah işte,
bizim akideşler geldi,” diye ayağa fırladı.
Işık gözlerini almıştı, geleni
gideni görecek hali yoktu. Daha da ötesi iki şişe boğma rakıdan sonra ayakta
durabilecek durumda da değildi.
Işık hüzmesinin arkasından bir
adam fırlayıp, “Uyyy uşağum, nassun da?” diye bağırıp, dayısına sarıldı.
Öylesine şiddetle birbirlerine
sarılmışlardı ki ikisi birden otların arasına yıkıldılar.
“Vay akideşim, hoş gelmişsin!”
Gelen adam, pardon uzaylı, ışık
hüzmesinin sahibi aracın, yok Ufonun kaptanına manevra yaptırıp yanaşması için
talimatlar yağdırmaya başladı.
“Sağlu gel; gel, gel; topla,
düz gel!”
Karanlıktı, görmek zaten
zordu. Sonunda olan oldu, Ufo, arabasının tamponuna çarptı.
“Hoppp, adami ezdun daaa!”
İçi gitmişti, ama misafire
bunu hissettirmesi doğru değildi. Zaten arabanın bir sürü vuruğu vardı.
Araçtan, yok hayır Ufodan
başkaları da inip, geldiler.
Dayısı hepsine tek tek sarılıp
“Hoş gelmişsiniz akideşler” dedi.
Keyfi iyice yerine gelmişti.
“Biz de sizi bekleep duruduk
akideşleee,. Hoş gelmisiniz, çok savolun. Pek özleevedimdi hepinizi gari,
uzaklaada ciyerlerim gandil gibi yanıpdurudu.”
Bir ara fırsatını bulup, “Yahu
dayı, bu senin asker arkadaşların nasıl konuşuyorlar? Bunlar Laz mı?” diye
sordu.
“Bizimolan, askere sadece
bizim gibi Egelile mi gidiyo sanıyosun? Bunla başka memleketin Ufolusu.”
İyice sarhoş olmuştu.
Gelenlerin Ufolu mu, Laz mı olduğunu durup, düşünecek hali yoktu.
Ortaya bir ateş yakıp,
rakıları açtılar.
"Haden muhabbet edem gali."
"Haden muhabbet edem gali."
İki şişe, üç şişe, derken beş
şişenin dibine vurdular.
***
Sabah uyandığında ağacın
dibinde kıvrılmış buldu kendisini.
Dayısı arabanın arka
koltuğunda uyanmış ona bakıyordu.
Ufoyla gelen, Lazlar gibi
konuşan dayısının asker arkadaşları yoktu.
“Nerde dayı, senin asker
arkadaşların?”
“Akideşlerin işleri vamış,
erkenden gittiler.”
“Kim bilir kaç ışık yılı uzaktan
geldiler? Biraz dinlenseydiler bari.”
Akşamın karanlığında gelip,
sabahın köründe gitmişlerdi.
Arabasının tamponundaki
vuruğun bıraktığı mavi boya izi olmasa inanmak mümkün değildi.
No comments:
Post a Comment