28 December 2019

Yitik Zamanlar Dükkanı ( Kısa öykü ) / M. Hakkı Yazıcı




Yitik Zamanlar Dükkanı
                                                
                                                                              
                                                
                                                                              
Ben de sokakta uzun bir kuyruk gördüğümde merak edip soranlardanım. Caddenin karmaşasından, kalabalığından eser olmayan tenha bir sokakta oluşmuş uzun kuyruğu görünce durdum. Sıranın başında içeride ne satıldığı belli olmayan, camları kirli eski bir dükkan vardı. Dükkanın vitrininde ne açıklayıcı bir yazı, ne de sergilenen bir ürün vardı; tabelası da yoktu. Kuyruktakiler sırayla, teker teker içeri alınıyordu.

Sıranın en sonunda elindeki kitaplardan üniversiteli olduğu anlaşılan bir genç kız vardı. Yanaşıp sordum:

“Burası Yitik Zamanlar Dükkanı,” dedi.

Dediklerinden hiçbir şey anlamadım tabii.

“Yitirdiğiniz, boşa geçtiğini, harcandığını düşündüğünüz zamanlarınızı geri satın alıyorsunuz. Ben de bir arkadaşımdan duyup geldim,” diye açıkladı.

Biraz anlar gibi olmuştum: Hayatınızda beyhude geçtiğini, avarelik edip boşa geçirdiğinizi düşündüğünüz zamanlarınızı makul bir ücret karşılığında, yeniden ömrünüze eklenmek, daha iyi değerlendirilmek üzere geri satın alıyordunuz.

Aslında pek inandırıcı olmasa da merak edilebilecek bir konuydu. İvedilikle yapılacak bir işim de yoktu; bayilerin denetlenmesi için çıktığım seyahatte işim erken bitmiş, önceki gece İstanbul’a dönmüştüm. İşyerinde beni hala seyahatte biliyorlardı; işe gitmesem de olurdu.

Kuyruğa dahil oldum. Yavaş da ilerlese çok önemli değildi, bekleyebilirdim. Benim arkamdan sıraya girenler oldu.

Bekleşenler arasında koyu bir sohbet vardı. Herkesin derdi başka idi.

Erkeklerin çoğu askerlikte geçen yıllarını geri istiyordu.

68’li bir eski solcu Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yaşadığı hayal kırıklığından söz ediyor; sosyalizm için mücadeleyle geçen gençlik yıllarını geri istiyordu. Sırada onun iki önünde bulunan, Sıkıyönetim Mahkemesinde beraatla sonuçlanan bir siyasi dava devamınca hapiste tutuklu olduğu süreye isyan eden başka birisi ona şiddetle karşı çıkıyor; yanıldığını, yenilenin sosyalizm değil, başka bir şey olduğunu söylüyordu. 

Orta yaşlı bir adam yirmi beş yaşında bir kıza aşık olduğunu, o ana kadar farkına varamadığı bir duyguyu tattığını anlatıyor; otuz senedir evli olduğu karısıyla geçirdiği yıllar için hayıflanıyordu: “O kadınla geçen yıllarımı geri istiyorum,”diyordu. Yanında getirdiği çantanın içi para doluydu; otuz yılı geri alabilmek için çok para gerekiyordu.

Bir kadınsa çaresi olmayan bir hastalık yüzünden birkaç aylık ömrü kalan sevgili kocacığı için zaman almaya gelmişti. Söylediğine göre çok parası yoktu; ama sağdan soldan ne bulabildiyse alıp gelmişti.

Öğrenci seçme sınavı sonucu metalurji mühendisliği okuyan; ancak alanında iş bulamadığı için bankacılık mesleğini seçen,  ekonomik kriz nedeniyle de işsiz kalan bir adam kuyruktakilerin en dertlilerinden biriydi.

Emekli bir hakim olan İrfan Bey,  avareliğin, vakit öldürmenin ağır cezalık bir suç olduğunu söylüyordu, ama çelişki içindeydi; ATM kartı olmasına rağmen maaşını çekmek için bankaların önünde kuyruğa giriyordu. Aslına bakılırsa vakit geçirecek başka bir işi de yoktu.

Beklerken sıra bana geldiğinde ne isteyeceğimi kurmaya başlamıştım. Düşünüp bir karara varmalıydım. Boşa geçmiş zamanlarım nelerdi?

Üniversiteye giremediğim yıl avare avare dolaşmıştım. İstanbul kazan, ben kepçe gezmiştim. İstanbul gez gez bitmiyordu. Aşık olmuştum İstanbul’a, buna pişman olmak doğru değildi.

Üniversitede iken Sedef isimli bir kıza aşık olmuştum; tam bir sene peşinden koşmuş; ayılıp, bayılıp yemekten içmekten kesilmiştim. Sonunda kızı tavlamış, uzun süreli bir aşk yaşamış; sonra anlaşamayıp dostça ayrılmıştık; zaten aşk da bitmişti. Bu aşkın peşinde koştuğum yılları mı geri isteseydim? Yok, yok olmazdı, bu yıllara boşa geçmiş diyemezdim; sonu ayrılıkla bitmiş olsa da çok güzel duygular yaşamıştım.

Peki ya kahvede pinekleyip, tavla, kağıt oynadığım saatleri mi geri isteseydim? 

Bir türlü karar veremiyordum. Gözden çıkarıp sil baştan yapabileceğim yaşanmışlıklarım ne olabilirdi?

Bir ahşap masanın arkasında oturmuş kayıt alan şişman, gözlüklü görevli “Buyrun beyefendi!” diye uyarmasa sıranın bana geldiğini fark edemeyecektim. Uzun süre yüzüne tereddütle baktım. Gergin ve sabırsız bir ifadeyle:

“Lütfen biraz acele edin, kuyruktaki diğer insanların vaktinden çalıyorsunuz,”dedi.

Kararsız kaldığımı ve geriye almak istediğim bir zamanımın olmadığını, vazgeçtiğimi söyledim. Hiçbir yaşanmışlığıma kıyamıyordum, birden hayatımın her dakikası kıymete binmişti.

Görevli:
“Emin misiniz? Biraz daha düşünün,” dedi.

“Yok, yok yeterince düşündüm; ben vazgeçtim,”dedim.

“O zaman,” dedi adam “En azından kuyrukta boşa geçirdiğiniz zamanı size geri satalım.”

“İyi fikir,”dedim. “En azından o olabilir.”

Sabahtan beri Yitik Zamanlar Dükkanı’nın önünde kuyrukta bekleyerek harcadığım zamanı uygun bir fiyata alarak mutlu bir şekilde dükkandan çıktım.










No comments: